Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

Edip CANSEVER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Edip CANSEVER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ocak 2019 Cumartesi

SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN (1, 2, 3, 4, 5, 6, 7) Edip CANSEVER

SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN
- 1 -
Gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-
Aynanın önünde durdum
-Kenarları saydam yapraklı aynanın-
Omuzları açık giysimi giydim -siyah-
Topaz kolyemi taktım
Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
Acı, apacı bir gül
Dışarı çıktım
Muhassen’e uğradım -çağırdı demin-
Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen’e
Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
Ve eşyalarında bir başkalık: ‘çabuk-güzel’
Her şey ‘acele-sıcak’, ‘acele-yerli yerinde’
Her şey, ama her şey
Bir düğün öncesi gibi
Uzun bir deniz yolculuğu sonrası
Bir yerden bir yere taşınma
Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
Rüyamda da görmüştüm dün gece
Yedi gelin, yedi güveyi
Serpantinler, konfetiler içinde
Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
Şuramda duymadığım bir duyma
Bir elimi kalçama koyuyorum
Kimim ben?
Seniha!
Çağırmadım ki ‘kendimi
Sordum, o kadar
Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
Bu işe çok uygunum, o kadar
Toprağına karışmış bir çiftçi gibi
Bir gün: yüzü olmayan bir erkek
Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
Gözkapaklarımı indiriyorum
Lacivert bir jaluziyi indirir gibi
Kendimi kendime sunuyorum -ben Seniha-
Bunu hep böyle yapıyorum.
Bugün de böyle yaptım
Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
Perdeleri açtım
Pencereyi de açtım -açık bıraktım-
Merdivenleri indim -çok yavaş indim-
Kimseye rastlamadım
Dışarı çıktım: işte ilkbahar!
Yürüdüm yürüdüm
Ben ki herkesin bilmediği
Birtakım şeyler yapan biriydim
Böylece çok göründüm
Nedense öyle sandım
Yüzler silindi, olmayan yüzler
Sis, duman, pus gibi yüzler
İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen
Yitti, yitiverdi hepsi
Fırlattım göğsümdeki gülü havaya
Pembe pembe bakındı boşluk
Selamladı beni
Hayır, mutsuzum.
Evet mutluyum
Bir mutluluk yokmu her çelişkide
-Var! Varsa niçin? –
Yedi lamba bir arada
Bir arada yedi güvercin
Muhassen
Bir anlamda ‘çabuk-güzel’
Bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
Anlıyorum
Ben sadece armesıyım o katedralin
Dünya ise çalmaya hazır
Koskocaman bir org gibidir
Ama çalmadan
Katedralin avlusuna düşüp
Düşüp de parçalanan
Bir org gibi..
-Sevişmek!
Kimse kimsenin olmasın-
Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor
Bitsin
Çok tenha bir kahvedeyim
-Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da
Hayır!
Seniha!
Evet, çağırıyorum seni
Şimdiye ve sonraya
Bir başka yanıt:
Yok o da.
Sadece bir özlemim ben.

- 2 -
Bir ruh mu bu kadın —Cemile—
Nereye değdirsem ellerimi
Masaya, perdeye, konsola
Onunkine değmiş oluyor biraz
İnatla çekiyorum. Ellerimi çoğu kez
Gizlemem bundan.
Tren istasyonlarına gidiyor —nedense—
Bir başına oturuyor parklarda
—Cemalle bazan—
En çok da akşamüstleri
Bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
Dolaştığı yerleri mi süslüyor
Doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
Birini mi bekliyor —kimbilir—
Kendiyle değil, sadece duruşuyla
—Vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
Bulanık günün içinde—
Ve ağır ağır, bir ibre gibi
Tam kendine dönüyor ki
Eve koşuyor acele
Odasına kapanıyor
Yazıyor yazıyor yazıyor
Kitliyor çekmecesine yazdıklarını
Telaşla çıkıyor odasından
Cemile, diyorum, derdemez
Yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
Ester’se bir ucunda salonun
Bakıyor bakıyor bakıyor bize
Cemile’ye
O kadar bakıyor,ki
Sanki yazdıklarını okuyor
Saat on yedilerde böyle oluyor.
Masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
Yıllardır silemedim
—Şarap lekesi? belki
Değişti rengi artık—
Anımsıyorum
Kimin vurduğunu o tavşanı
Bembeyaz bir kayanın dibinde
Ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
(Ölen her canlının son sesi
Bir yaşam dolusu sesten
Daha çok akılda kalıyor)
İşte bu onun sesi
Elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
İzmir’de, Karşıyaka’da
Saat on yedilerde
Olursa bir de böyle oluyor.
Fransız okulunda bir öğle sonrası
Bütün yüzlerde bir öğle sonrası
Şiirler okuyorum Rimbaud’dan
«Bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
Acı buldum onu, sövüp saydım.»
Anımsayamıyorum gerisini
—Kaç yıl mı geçti?—
Elimi tutmuştu o oğlan
Gözleri griyle karışık mavi
Yüzünde güneşle parlayan çiller
—Kaç yıl mı geçti?—
Gelip çatlıydı o düğün günü
Pera-Palas’ta bir akşam
Akşamın en ince köşeleri
Kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—
Bir fotoğrafta tam on yedi kişi
Fotoğraflar..
(Yaslamış bir ağaca omuzunu
Ben
Birlikte bir gülü tutuyoruz
Onunla ben
Bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
Ben
Bir otel kapısındayım, izmir’de
Ben.)
Zamanlar geçtikçe neden
Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
Acaba
Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahzunluk mu yoksa yaşam
Ve doğruyu söyleyen yalnız
O mu, Rilke mi
Ölümünü içinde taşıyan.
Aşk mı yok ettiydi kocamı
—Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa—
Oysa
Başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
Sürdürmek, sadece sürdürmek
Öylesine kolay:
Hiçbir şey olmamış gibi
Kalp atışları, saat zembereği
Yıllar yıllar yıllar
Çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
Kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..
Ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi.

- 3 -
‘Evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Üstüme kar yağıyor. Kalbimin
Atışlarında eriyor kar
Üşümüyorum, üşümek elimde değil
Hiçbir şey elimde değil
Sevmek istiyorum, sevemiyorum
Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
Gülmek istiyorum, gülemiyorum
Öne geçiyor acılarımın çizgileri
Vermek istiyorum, veremiyorum
Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
Kapanıyor büsbütün dudaklarım
—Demiştim, pembe bir çizgi olsun
Düğün çağrımızda o gün—
‘Evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Aynada kar yağıyor parıltılarla
Abajuru yakıyorum: sarı kar
—Üç parmakla bira bardağını
Hafifçe tutan elim—
Dudağımı boyuyorum: pembe kar
Cemal’i düşünüyorum: acı kar
Ester’i düşünüyorum: kar duruyor
Cemile?
Kar yağmadı sanki. Kar
Duygulara göre bir yağıp bir duruyor
—Demiştim o gün, o gece
Ve sonraları
Kan karda kaldı—
Kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—
Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
Bacak bacak üstüne atardım
Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
(Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın
buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir
halıya basması biçimindedir her günkü
oturmam kalkmam
Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman
kırmızı bir elmayı .soysam
Ve şimdi
Her yengi, her yenilgi
Her tutarsızlık, her ikilem
Güzelliğimi doldurur benim
İstesem de eskiyemem
Ve artık
Çok sesli bir müziğimdir ki ben
Tek zevki duyarken gövdemde
Kendimi kendime sunarken.)
‘Evler’den birindeyim, bir org sesi bu
Yağdıkça yağan kardan
Çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
Ya da çökmüş olmalı çoktan
(Aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum
merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,
rengarenk. Karşımda cüce bir kadınla kambur
bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
Gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale
ve onlara. Söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
Ve
Geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,
hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)
Giyinip dışarı çıkıyorum hemen
Ben bu ‘evler’e sığamam.

- 4 -
‘Ve ölüm bahçesini buldu’
Oteller imzamdır benim
—Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!—
Şimdi bir otelin apacı sevinciyim.
Ey bardak taşıyanlar, kış ustaları
Sonbaharda ne yaparsınız
Ben ne yaparım
Kendime başka biriymiş gibi bakmaktan
Arta kalan bir çift gözü de
Kimbilir nerde bıraktım.
Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
Göğsümden bir düğme daha çözdüm
Saçlarımı taradım
Yüzümdeki beni koyulaştırdım
Pudra süründüm biraz —hayır, iğrenmiyorum artık-
Kırıştı göz kenarlarım çoktan
Çantamı açtım kapadım —neler yoktu ki—
Bir ayna
Bir katedral fotoğrafı —renkli—
Sonbahardan da büyük
Boş bir tabut deseni
Anahtarsız bir anahtarlık
Adresler —hepsini yırttım attım—
Bir şiir kitabı Nerval’den
—Ölünce tanrının
Bir ikinci yaşamım
Yaşamayı uman Nerval’den—
Telefonu açtım —bilmem ki neden—
Rastgele çevirdim: iğrenç bir kadın sesi
Tanrım!
Hemen kapadım.
Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
Ben yalnız ikinize hayranım
Bilin ki gitmiyorum ‘başka evler’e artık
O günden bugüne hiç çağrıl

- 5 -
İşte
Gördün
Demek ki böyle
Pencere pervazını —kirli çok—
Boyası dökülmüş yer yer
Lekeler lekeler lekeler
İşte, gördün, demek ki böyle
Koruklar sarkmış her yandan
Donuk, tozla kaplı koruklar
Ve lacivert bir görülmeyle
Ve
Limanın insan kokulu gürültüsüyle
İşte
Gördün
Demek ki böyle.
Gördün, görüverdin hemen
Demir arabayı rayların üstünde
Ve tahta bacaklı adamı —güneşe bakan—
Bakışlarında bir zamandışılık —öyle—
Gördün
Demir arabayı
Rayların üstünde
Ve tahta bacaklı adamı
Gürdün, görüverdin hemen.
Duydun
Duydun ki o boşluk sendin. Katedral
Ayrıca bir boşluktu senin içinde
Senin senin senin
Hayır!
Dudaklarını büzme
Ayaklarını —evet— daya oraya
Oraya oraya
Tezgaha: koy dirseğini —koydun mu—
İyi tut bardağını —iyi tut—
Bir iki kez döndür avucunda
Seniha!
Gördün mü bak
Buğulu bir hiçliktir, değil mi
Aynada titreşen bardak
Ve her şey
Değil mi, budur
Bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak.
Üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya
Şuraya şuraya şuraya
Kalbindeki buruk pembelik
Bundan
İşittin işitmedin —ne çıkar—
Konuşur gibi onlar satıcısıyla.
İki kişi durmuş köşede —tam köşede
Düzenli bir biçimde konuşuyorlar
Sen dişlerini vuruyorsun birbirine
Titreyerek yalnızlıktan
—Sanki İstinye’yi dönünce
Porselenler yapıştıran bir ermeni var-
Kuşlar kuşların yanına, yapraklar
Yaprakların yanına
Hiçbir şey yalnız kalmıyor
İnsandan başka dünyada
Seniha!
Duymuyorsun sen kendini
Başıboş bir müzik gibisin kırlarda,
Gün kendini yiyor —gün bile—
Üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan
Kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor
Çıngırak
Gün erkek oldu Seniha
Denizden çıktıktan sonra
Giyinmek kadar güzel
Gün erkek oldu
Gün senin oldu Seniha
Upuzun gözlerin ki —lacivert—
Örtüldü akşamın asmalarıyla
Unutma, yaşamından iyisin
Yaşamın senden iyi
Kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin.

- 6 -
— Kapının arkasında ne var
— Hiç!, hiçliğin adı
— Kapının arkasında ne var
— Kapının arkasında mı? tanrı
— Kapının arkasında ne var, kapının
— Bilmem ki ne var arkasında kapının
— Kapının arkasında ne var
— Bir bahçe, bir su kovası, içi boş
— Kapının arkasında..
— İncil
— Kapının arkasında ne var
— Bir tepe, boşaltılmış onun da içi
— Kapının arkasında ne var
— Bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını
— Kapının arkasında ne var
— Havası kaçmış bir deniz yatağı
— Kapının arkasında ne var
— Bir çift kadın ayakkabısı —siyah—
— Kapının arkasında..
— Sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış
— Kapının arkasında ne var
— Kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz
— Kapının arkasında..
— Bir kuru kafa
— Kapının arkasında ne var
— Kapının arkasında mı? hiç!.
Belli belirsiz bir şarkı.
Odamdan çıktım
Koridoru geçtim —kimseler yoktu—
Merdivenleri indim —kimseye rastlamadım—
(Muhassen’den son kez çıkarken
Kimseye rastlamadım)
Bara baktım —kimseler yoktu—
Bir kadeh aldım, konyak doldurdum
Kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum
Kısarak gözlerimi kendime baktım
Otel, Ben, Konyak —neden olmasın—
Tanrı – İsa – Ruhülkudüs, dedim
Ben böyle dedim, acaba
Kimlerin avuntusuydum.
Dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından
Dünyanın kokusunu duydum
Kendi kokumu?
Elbette duydum
Geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu—
Çıkardım çantamdan Chanel’imi
Biraz süründüm.
Dedim ki, bugün de bitti gündüzüm
Otel, Ben, Konyak
Tanrı-İsa-Ruhülkudüs
Vahşetin son öyküsüyüm
Belki ilk öyküsüyüm
Işığımı söndürdüm: beyaz karanlık.

- 7 -
Özür dilerim dünya
Ben bu otelden çıkamam
İmza: Seniha
Edip CANSEVER

13 Aralık 2018 Perşembe

GELİNCİKLER ~ Edip CANSEVER

GELİNCİKLER
gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda
işi iş kasabanın
su yüzlü çocuğun işi iş
bir de poyraza döndü mü hava
başlar masmavi damarlar fışkırmaya yanaklarından
faytonların turuncu tekerlekleri
yansır gaz tenekeleriyle çevrili bahçelerde
asılı çamaşırlarından bir tutam çivit kokusu alıp gider
gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda.
saat onikilerde
postanede mektup yazan adamlara bakar bir semt delisi
durmadan bakar
ki o mektuplar nereye giderse gitsin
öylesine uzundur ki kasaba
gelinciklerden bükülmüş bir ibrişim gibi
gidip gelen mektup zarflarıyla tarif edilebilir ancak
içerinde kar serpintisi
içerinde bozkır
içlerinde herkesin bir güneyi olan
ve marangozlar upuzun kayıklar yaparlar bunun için
kesersiz, çivisiz, elsiz
sadece ruhlarından
o kayıkları içinde domates doğranan bir akşamüstünde yüzdürürler
canlanır suya değince hemen
bordalarındaki nakışlar
bir derya gülü alıp başını gider.
yeter ki görünsün gelincikler
önce tek tek görünsün sonra topluca
usta bir doğramacı gibi kırmızılar doğrar kasaba
gelincikler indi mi çayırlardan
su bardaklarına, berber dukkanlarına girdi mi
duvarlara sicimle tutturulmuş şişelere
girdi mi bir kere
-aynaları boğacak neredeyse
-taşlıkları basacak sel gibi
o zaman...
tam o zaman
marangozlar mis gibi rakılar içerek kayıklarında
konuştukca binlerce kayık
konuştukca binlerce köpük, binlerce kıyı olurlar
ve nedense bir vapur bizi alıp götürecekmiş gibi bakarız bir-
birimize
unuturuz sonra alıp başını gitmeyi de
yeter ki iki dudak arasına konsun gelincikler
ipince bir ıslığa yerleştirilsin
türküler süzsün tüveylerinden
kahveler eski renklerine boyanır yeniden
biralar çiğ ışıkta bile parlak
yıkanır tertemiz oluncaya kadar yaşamak.
gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
sevgiler umutlar yok değildir
öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
çabuk öfkeleniriz
durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
anlamıyoruz da ondan mı yoksa
bir bütün olduğunu mutluluğun
umudun bir bütün olduğunu
seziyor muyuz yalnızca
baktıkça gelincik tarlalarına uzaktan
öyle bir arada güzel
yaşamanın lezzetini
kanımızı tutuşturdukça gün günden
buğusunu saldıkça
bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimizi.
Edip CANSEVER

8 Ağustos 2018 Çarşamba

ÖLÜ SİRENLER ~ Edip CANSEVER

 ÖLÜ SİRENLER
Gerçekte duymadığım sesler bitti
Öğleye doğru bir gök gürültüsü yalnız
Karıştırdı ortalığı bir süre
Gök akıttı bir parça yağmurunu
Ve deniz kuşları umutsuz
Arıyorken kokularını gölgelerinde
Sıyırdı bir iki bulutu güneş de
Yığılıp kaldı yorgun
Denizin gözbebekleri üstünde.
Bir uyum muydu durgunluk, fırtınayı
Gök gürültüsünü de barındıran içinde
Duyuyorum o tanıdık sesi yeniden
Tiz bir çıngırağı andıran
Benzeyen zil sesine de
Daha önce unutmuşum gibi denizde
Yankılanıp durdu ara vermeden.
Hangi dili öğreniyordum? Mutluluk
İki tek ağustosu çarpıştıran
Sızdıran kanını bu yaz gününe
Yaşayan bir mutluluk? Ve işte
kaç yerinden kesilmiş ki ellerim
Bekletip durdu da acısını bunca yıl
Şimdi bir gülümseme gibi sindi yüzüme.
Görmüşüm daha önce de bir Lidya kralının boynunda
Bilmekti yazgısını ölümünü, gene de
Yıllarca beklemişti kendini
Yeşimden sapı olan bir kılıçla
Bense ne içimi yakan rüzgarı
Ne denizdeki yangını, ne gök gürültüsünü
Duymuş gibi olduğum sesleri de değil
Yaşamın gövdesini arıyordum yalnızca
Bir çürük dişle alnımdaki
İki üç kırışığı yedeğine takmış da.
Özledim ilkelliğimi dalgalarında
Buldum savaşı bitmez derinliklerini
karıştırdıkça bir kargının ucuyla
Gördüm, bekliyordu kendini de o da
Germiş de al kıskacını Lidya kıralı gibi
O turuncu ruh, değişken
İzledim onda ilk oluşumu sanki
Hafifçe kesilmiş gibi oldu dudağım bir yerinden.
İşledim payıma düşen her görüntüyü
Kamaştı gözlerim kıyıya varınca
Rüzgarın itişiyle kumlarda
Durmadan yer değiştiren
Sayısız siren iskeleti
Çın çın ötüyordu sessizlik kaburgalarında
Dedim, besbelli başıboş bırakmışlar da korkuyu
Tarihin onlara bağışladığı
Bu garip raslantıdan
Doğma bir rahatlıkla parıldıyorlar şimdi
Kemikleri som altından.
Sığındım çatısına bu yok olmuş şehrin.
Şehir ki herkesin bir şehir düşündüğü gibiydi
Tanrım! tunç bir kapı kilidi
Bronz bir sokak
Kumlar içindeydi. Ve bu çakıl taşı
Kim bilir kimin külrengi kalbi
Tanrım!
Neden herkes başka tarafa bakıyor
Neden herkes başka biriydi.
Yıkıntılardan geçtim, eski mezarlardan
Şimdi artık bir anımsamada yeri olmayan
Arı kümeleri taşların arasında
Ve yukarıda kuşlar yanmış kağıt parçaları gibi
Uçuşuyordu da
Ağır ağır yanıyordu da şehir
Yanmayan kadınlar gördüm
Nasıl görünürse dünya gözyaşının altından
Tam öyle, dönüp duruyorlardı bu cehennem oyununda
Ve büyümeyen adamlar gördüm, hiç şaşırmadım.
Konuşuyorlardı sırayla, ilgisiz
Ağaçlara asılmışlardı bir yandan da
Bir kapı kirişine asılmışlardı ve ufka
Ölüm müydü konuştukları? Ölümdü anlaşılan
Silince bir aynayı çıkıveren karşılarına
Bir ölümdü ki, işte bir muska asılı dururdu duvarda
Bir büyü gösterilirdi
Bir kuyu sezdirilirdi
Hiç yoktan bir zincir boşalırdı avluda.
Akşam geri verince bana gözlerimi
Şehir de kayboldu, denizin durgunluğu da
Bir anka kuşu yeniden karıyorken küllerini
Bir kaya oyuğu kendini alıştırıyorken boşluğa
Dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi
Ve sabah olur olmaz üstünde derinliğimin
Bir gülümseme gibi bulacağım kendimi.
Edip CANSEVER

27 Temmuz 2018 Cuma

SU.. ~ Edip CANSEVER

SU..
Bir gün, bir uzun gün hep denize baktık
Miller ve ağırlıklar bitti
Gelip geçmeler bitti, gemilerin
Beyaz ve kocaman gövdeleri
Gözün kahverengi suyuna geldik.
Palamutlar yaktık, çalılar her zamanki gibi
Süsledi bizi bu ufak değişiklik
Çok ağır bir şeydi gün dörtgenleri üstümüze düsen
Aydınlıktan kopan aydınlıktan kesilen
Ağır mi ağır
Kaldık ne kadar kaldıksa böyle
Sonra gün diye bildiğimiz ne varsa akıtıldı
Duvarlar, sarmaşıklar, evler akıtıldı
Güneşler, hızarlar, kıymık taneleri
Vinç sesleri, çekiç sesleri bir.
Sokağın bitiminde donup arkama baktım
Her şey nasıldı diye
Sundurma hazin
Çarsı kararsız
Düzlerde yarlarda tepelerde
Kurtlar, tavşanlar, yılanlar erimekte
Herkes dünyayı bir yanından onarıyor sanki
Meltem belli belirsiz birselleri kıpırdatıyor
Gözümü kap atik sokağa baktığımda
Sudur gün.
Ah sudur, ne yandan baksam sudur
Suyun imgesi sudur
Trenlerin kalktığı her yerde
Bavullar sudur
Bir gün bir Erzurum çalkantısı
Obur gün Konya pası
Manikadan görünen İstanbul kıyıları
Çantası açık duran bir kadının anisi ve
Dudak boyası
Ardahanlı bir kartal
Kızılca hamamlı bir pirinç
Tülbentler, yazmalar, krepler
Hep sudur
Askerin son defa memleketine baktığı
Yüzünü çevirince bir bardak gibi düşüp kırılan memleket
Ve gemilerin ağır ağır limanlardan çıktığı
Ah sudur.
Bir gün, bir uzun gün bir aynanın önündeyim
Kirpikler ve saclar bitti
Gövdem duvara sürte sürte inceltilmiş bir nesne gibi
Dalgın ve uzun
Uzun ve sisli
Ben ki gövdemle tattım gövdemi, iyi bilirim
Bir hurma, bir baş dönmesi
Kokusu baş dönmesinin
Güzel kaplar aldım bu yüzden, ne kadar güzel kap varsa
aldım
Bilmek için suyumu
Ve hazırlıklı değildim ve bildim
Ben suyun bir dakika durduğu
Durunca boğulduğu bir yerdeyim.
Bir kılımı yere sermek kadar güzel ne var
Sonra püsküllerini düzeltmek kadar
Ya sofraya dilim kesilmiş bir domatesi koymaktaki
görkem
Kamyon sürmek yükünü bilmeden
Ve ikimiz bir akşam üstü sırasında
Ve akşam üstünün Anadolu ya giden bir otobüs gibi kalkması
sırasında
Dağlarda, tarlalarda, köprü altlarında
Sazların, taşların, yosunların arasından geçerek
Bir akik gibi yansıyaraktan hem de
Kırmızı bir karpuzun doğum sancısına
Su akar ben akarım
Ben akarım su akar
Vakit yok bakışmaya
Günlerden suya.
Edip CANSEVER

21 Mayıs 2018 Pazartesi

AŞKLAR İÇİNDE ~ Edip CANSEVER

AŞKLAR İÇİNDE

Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor 
Yürüyorum kumların çakılların yanı sıra 
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan 
Avuçlarımda bir yanma 
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın 
Oldu olacak 
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize 
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden 
Bir çocuğun gülüşü gibi 
Aşkların, nice aşkların ayrılık günü gibi 
Bir sokağın ucunda kaybolup solan 
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde 
Korularda yoğun bir erguvan sisi. 

Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor 
Ağları pembeden hüzne giden 
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan 
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel 
Çil basmış yüzünü bütün 
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi 
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme 
Biliyorum atacak 
Böyledir memleketimin yoksul halkı 
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe 
İstavritler kıpır kıpır dibinde sandalının 
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi 
bakarlar insana 
Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki 
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım 
Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini. 

Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum 
Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil 
Yeşille sarı birlikte dönüyor 
Denize düşüyorlar kırıla kırıla 
Bir örtü oluyor düşündüğüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde 
Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü 
Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla- 
Daha da uzun şimdi bir örtü olarak 
Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor 
Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında 
Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben 
Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca 
Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar 

Ama bak 
Kaybolup giderdi her biri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle 
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz 
Hatırlıyorum da öyle. 

Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında 
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar 
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu 
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan 
korkuyorum gene de 
Söyle, en son nerde görmüştüm seni 
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de 
Şimdi gene var 
Bileklerinde, bileklerinin renginde 
Dudaklarında, dudaklarının 
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve 
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirken ki 
Üşüdüğün, başını omzuma koyduğun, sonra el ele 
Bir aşkı yaşamak, bir aşkın bilinmesinden bambaşka değil miydi 
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan 
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de 
Acele etme yoksun belki 
Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki 
Ve her şeyin bir bir var olmasına o kadar alışacağım ki 
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek. 

Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar 
İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor 
Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar 
Coca-Cola’ya doğrayıp ekmeklerini 
İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz 
Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka 
Coşkuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu 
Ve onlar 
Onlar, diyorum sadece 
Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların 
Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın 
Bilmeden ne yapacaklarını 
Anlayacaklar ne kadar güçsüz 
Ne kadar zavallı olduklarını 
Vakit öğleyi geçti çoktan. 

Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından 
Baştanbaşa gül rengi 
Kimseler görünmüyor içinde 
Neden görünmüyor, bilmiyorum 
Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor 
Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de 
Yılların, yüzyılların 
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için 
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından 
Utancı bilerek yaşamak korkunç 
Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak 
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz. 

Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul 
Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu 
Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök 
buğulanacak 
Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir 
Neler olabilir birazdan 
Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz bırakarak 
İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum 
Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de 
Çabuk geçiyor 
Nerede okumuştum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa 
Mahpusunu kıskanan bir gardiyanı 
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün 
Ne kadar acı bunlar 
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar 
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak 
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir 
Birazdan akşam olacak sevgilim 
Bütün heybetiyle akşam olacak 
Sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda 
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi 
Bildiğim bir şey varsa 
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi 
Unutup birden zamanı ve yeri 
Onunla bir günü kutluyorum coşarak 
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.
Edip CANSEVER

12 Ocak 2018 Cuma

ACABA - Edip CANSEVER

ACABA

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş bir semte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin, ama herşeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç alınan.

Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi

Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda.
Edip CANSEVER

2 Aralık 2017 Cumartesi

İDRİS'LE KONUŞMA - Edip CANSEVER

İDRİS'LE KONUŞMA

-İdris, sen ne yapıyorsun kuşların yanında
-İdris'le konuşuyorum

Kuşları okuyorum içimde, ağacın kuşlarını
Yeni pişmiş çilek reçeli gibi kaynayan
Dalların üzerinde
Gemilere dadanan kuşları okuyorum bir de
Göklerde bir başına dolaşan
Görkemle
Büyük denizlerdeki yalnız kuşları
Ve okuyorum yıllardır bütün yalnızlıkları
Okuyorum da
Kuş olsun, insan olsun
Yalnızlık sevmesini bilmeyenlerin icadı
İşte
Suları fiyakayla göğüsleyen yelkovan kuşları
Geçiyorlar martıların peşi sıra
Ve küçük bir evin üst katı martı
Duvarlarından sümbüller akan
Sanki çok öpüşmelik kuşlar bunlar, çok sevişmelik
Ve seninle biz iyi ki
Sevmelerin ustasıyız, güzel şaşkınlıkların
Önce yüreklerimizi alıştırmışız buna, sonra kafalarımızı
Ki bu yüzden içimiz hiçbir zaman yoksul değil
Yoksul olmadı.

Bak
Bu kalın kalın ellerimi soruyordun, bu çürük çürük bakan
gözlerimi
Dokunuyor ellerim gördüğün gibi
Anlıyor dokunduğunu benden önce
Emiyor suyu gözlerimse
Emziriyor güneşi
Ve uçsuz bucaksız bir maviliği yaratıyor onlar
Her gün
Yaratacaklar elbette
Ve sözgelimi ben
Üstünde gökyüzünün
Kum taşıyan mavnalar gibiyim

Kimi zaman kavuniçi, kimi zaman Osmanlı yeşili
Sabahtan akşama kadar seyrederim
Ve derim ki biz
Çok değerli bir yüzük taşının halkasında sıralanmışız
Ana sütü gibi bir aydınlık içinde
Yani şu yeryüzünü bir uçtan bir uca kuşatmışız
Dik tutarak gövdemizi
Umutla
Bazan da yıkılarak kendiliğimizden ya da bir kurşunla
Ve bu hızlı akışa yaşayıp ölmek deriz.

Yaşayıp ölmek, deriz, ne denir daha başka
Denir, çok şeyler denir, biliyorum
Geçecektir hayatımıza mutlaka
Çok inandığımız bir şeyin çocukluğu
Sonra gençliği, sonra oturmuşluğu
Sonra hayat hayat gibi olacaktır.

Bakma sen, kuşlar bir uçumluktur ne de olsa
Denizler bir fırtınalık görkemli
Bizse kendimizi insan olarak
Bir tohum gibi dikmişiz sonsuzluğa.
Edip Cansever