Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

31 Temmuz 2017 Pazartesi

HÜZÜN MEVSİMİ - Arkadaş Zekai ÖZGER

Fotoğraf
HÜZÜN MEVSİMİ

Gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
hasreti bir ben bilirim

bir de gecenin gözlerindeki baykuş
baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş
onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle
süsler. bir damın üstüne oturturum
süsler. Damımın üstüne oturturum

- sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

abimin acıyla yontulmuş yüzü
yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma
dağılır ses olur acısı
ezberlediğim bir öğüdü yineler bana

- çocuğum üşütme yüreğini
şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen

ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan
korkarım

mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa yanımda
mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım

- ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana
ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana

yalnızım. bunu hep söylüyorum
yalnızım. bunu hep söylüyorum

geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor
her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgi
ne çirkinliğimi öpen bir kız

yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

- ana bana bir hal oldu. hep böyle titriyorum
ana çok üşüyorum, ıhlamur ısıt bana

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey insanlar
ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı
iğrenerek. hepinizi kucaklıyorum ilkin
ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum
bilmiyorsunuz. ben kendimi öpüyorum

cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
döllenir acı. sevişme daha da erselikleşir

- hü'yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün
size bir gün mutlaka hü'yü anlatmalıyım

geceyse
tükenmişse güneşin güçlülüğü
gök gözlerinin buğusunu yansıtır
senin acın acıların ölümüne gebedir
korkma yavrum
ne gece ne geceler senin
suçsuz mızıkçılığını küçültemez
bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini

güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz
biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz
dayayıp sırtını gecenin duvarına
bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta

ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen
sesimi çakallarla boğan gece
hüznüme vur acımı soy
beni de kuşat
boris karlof kadar masum yüzümü
karanlığınla frenkeştaynla
çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
nerde bir insan görse
bırakır sevgi kuşlarını
çünkü o bağışlar yargıçlarını
kendi yasalarını kuramıyan yargıçlarını

ey gecede unutulmuşluğumun suçluları
ey yanlışlığımın yanlış yargılayıcıları
suçum: nefreti öksüz bırakmak
savunmam: sevgimi yüceltmek içindir
sakalım yok biliyorum ama kötü değilim
büyükleri sayarım küçükleri severim
çocukları incitmeden severim. kadını öpmesini
bilirim

sizi de sizi de öpmesini bilirim

- ana ben çok yalnızım. benim başka sevgim yok
içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü

kural tanımayan sevgim benim
aykırım fizikötem doğaüstüm yanlışlığım
aşkım. sevgili yanılgım benim başyargıcım
nefretim nefretim nerdesin

kalbim
bir gün elbette sana hükmedeceğim

elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatıcam
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım

ve bir gün elbette yıldızları sayacağım

- gelin kucaklayın beni. yıldızları sayamıyorum.
 Fotoğraf
Arkadaş Zekai ÖZGER

Gitanjali - Rabindranath TAGORE

Fotoğraf
XXXIX
Yüreğim susuzluktan yanıp çoraklaştığı zaman,
Merhamet sağanağıyla çık gel bana.

Yaşama sevinci çekilip gittiği zaman,
Bir ezgi seliyle çık gel bana.

Altından kalkılmaz işlerin dağdağası,
Beni her şeyden kopararak,
Yüklendiği zaman her yandan üzerime,
Ey sessizliğin sahibi, efendisi,
Huzur ve sükûnla çık gel bana.

Benim zavallı gönlüm, bir köşeye çekilip
kapanırsa kendi içine,
Kapıları kır, kralım, kapıları kır
Ve bir kral haşmetiyle çık gel bana.

Arzu, aklımın gözlerini, serapla,
Tozla, dumanla kör ettiği zaman,
Sen ey gökçe varlık, sen ey her zaman diri,
Her zaman uyanık olan,
Aklı ışığa boğan ışığınla çık gel,
Uykuya kaçacak köşe aratan
gök gürültülerinle
çık gel bana, çık gel bana.
Fotoğraf
Rabindranath TAGORE
[ Gitanjali ]

Çeviri: Cahit Koytak

GÖÇMEN ÇİÇEK - Ahmet ERHAN


Fotoğraf

GÖÇMEN ÇİÇEK
Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde 
Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan 
Birden bire patlayan 
Bir çığlığım sessizliğinde 
Ele-güne karşı seni utandıran 

Yaz günü palto giyerim 
Ceplerim dolu şiir 
Gören beni deli sanır 
Adım kaçığa çıkar 
Keşke kaçsam 
Keşke kaçabilsem şu dünyadan. 

Aykırı bir şiirim kitabının arasında 
Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış 
Sondan okumaya başla 
Nokta koy her dizenin önüne 
Anlamaya çalış... 

Bedeninin bir noktasından dalıp 
Yüreğini bulabilirim 
Geceyse başlar yastığa düşerse 
Ve yorgunsa yüzün 
Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip 
Kandiller gibi baş ucuna koyabilirim... 
Ey bütün tufanların ardında 
Bulduğum dinginlik! 
Göçmen çiçeği dünyanın 
Köklerini ardısıra sürükleyen çılgınlık! 
Madem ki yaşam bu 
Madem ki taşın taş olmaktan öte 
Bir umarı yok 
Bir türkü söyle kadınım 
Yürüsün dünyaya mutluluk... 

Yağıyor incecik bir yağmur dışarda 
Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur 
Islak toprak kokusu 
Doluyor odama 
Sıkılıyorum 
Kitapların üstüme yıkılacağından 
Korkuyorum şimdi 
Yel esiyor söküyor duvardaki bir resmi 
Yerine senin yüzünü koyuyor. 

Yüzün şimdi karşımda 
Yüzün akşam karanlığında 
Toprağın üstüne bırakılmış 
Bir demet çiçek gibi parlıyor.. 

O zaman açıyorum 
Bütün perdeleri 
O zaman yakıyorum 

Bütün ışıkları 
Camları darmadağın ediyorum 
Yüzünü avuçlarıma alıyorum 
Alnını öpüyorum 
Dünyayı öper gibi... 

Sana uzanamadığım gün 
Ellerim yok sanıyorum 
Senin bakışlarını yakalayamadığım gün 
Gözlerim yok... 
O zaman bir yumruk 
Bütün gücüyle vuruyor 
Eski bir piyanonun tuşlarına 
Binlerce martı kayalıklara çarparak ölüyor 
Ay ışığı tutkal gibi 
Yapışıyor pencereme 
Açamıyorum perdeleri 
Şiir yok artık 
Türkü dindi.. 

Meyvelerini taşıyamayan 
Ağaçlar gibiyim 
Sularını taşıran ırmaklar gibi.. 
Bu kadar mutluluk çok bana 
Onu günlere 
Onu aylara bölmeliyim 
Ve bir tek gülüşünü senin 
Kutlamalıyım yıllarca... 

Sana yüreğimde bir sürgün yeri 
Göçüp konacak 
Bir toprak yaratsam 
Kadınım, sarışınlığının bittiği anı 
Gizli bir esmerliğe eklesem.. 
Göçmen çiçek 
Her yerin yabancısı 
Yolların, yolların ötesinde 
Bize bir tek 
Yarınlar kaldı 
Göğün tükenip, denizin 
Başladığı yerde...
 Fotoğraf
Ahmet ERHAN

28 Temmuz 2017 Cuma

GECE HAZLARI - Cesare PAVESE

Fotoğraf
GECE HAZLARI
Biz de durup dinleriz geceyi
rüzgarın çırçıplak estiği an: rüzgar
soğuğudur yollar, kokular hep inmiş;
burun kanatları sallanan ışıklara kalkar.

Bir evi vardır hepimizin, bekleyen
dönmemizi karanlıkta: bekleyen bir kadın
dayanamamış uykuya: oda sıcaktır kokularla.
Habersizdir rüzgardan uyuyan kadın
düzgün soluklarla; gövdesinin ılıklığı
içimizde mırıldanan kanın aynıdır.

Yıkamada bizi bu rüzgar, esen derinliklerinden
karanlığa açılan yolların; çıplak
çırpınmada burun kanatlarımız donmuş
ve sallanan ışıklar. Her koku, bir anı.
Karanlıkta uzaklardan çıkıverdi bu rüzgar,
yüklenen kente: çayırlardan, tepelerden aşağı
güneşin otları ısıttığı hala ve karardığı
toprağın kanla ilikle. Anımız
keskin bir koku, azıcık tatlılığı
deşilmiş toprağın, derinliklerinden
kışa yükselen soluğu. Bütün kokular dindi
karanlık boyunca ve kentte
rüzgardan başka hiçbir şey ulaşmıyor bize.

Bu gece uyuyan kadına döneceğiz,
gövdesini aramaya buz tutmuş parmaklarımızla
ve kanımızı sarsacak bir sıcaklık, kanla ilikle kararmış
bir toprak sıcaklığı: bir yaşam soluğu
onu da ısıttı güneş ve şimdi çıplaklığında
en tatlı yaşamını keşfediyor,
gündüz yitip giden ve toprak tadında.
Cesare PAVESE ile ilgili görsel sonucu
Cesare PAVESE
Çeviri: Egemen Berköz

BAŞTAN ÇIKARICININ GÜNLÜĞÜ - Søren KİERKEGAARD


"Ben bugüne kadar yılların pratisyeniyim ama yine de bir genç kıza asla, Doğanın kutsallığı ve önce ondan bir şeyler öğrenmek dışında bir gayeyle yaklaşmam. Kızın üzerinde her ne kadar eğitici bir etkim olabilirse de bu, ondan öğrendiklerimi tekrar tekrar ona öğretmekten ibarettir.

FotoğrafOnun ruhu olası her yöne, azar azar ve ansızın esintilerle değil, bütünüyle sürüklenmeli. Sınırsızı keşfetmeli ve bir insana en yakın olanı yaşamalı. O bunu düşünce yoluyla değil de - çünkü onun için dolambaçlı yoldur- aramızdaki gerçek iletişim yolu olan hayal gücüyle keşfetmelidir; çünkü erkekte parça olan kadında bütündür. Sınırsıza doğru gidişini düşüncenin zahmetli yollarından geçerek başarmak ona göre değildir., çünkü kadın eziyet çekmek için doğmamıştır; gönlün ve hayalin tatlı yolunu tutarak anlamalı bunu. Bir genç kız için, sınırsızlık, tüm aşkların mutlu olması düşüncesi kadar doğaldır. Bir genç kız, her yerde, hangi yöne dönerse dönsün sınırsızlıkla çevrilidir; geçiş bir sıçramadır ama unutulmamalıdır ki bu erkekçe değil kadınca bir sıçramadır. Neden erkekler genelde böyle beceriksizdir? Tam sıçrayacakken önce hız almak için ufak bir koşu yaparlar, uzun hazırlıklara girişirler, mesafeyi gözleriyle ölçerler, birçok kez start alırlar, sonra korkarlar ve geri dönerler. Sonuçta sıçrarlar ama başaramazlar. Bir genç kız ise farklı şekilde sıçrar. Dağlık bölgelerde sık sık, iki dehşetli zirveyle karşılaşılır. Bunların arasında dipsiz bir uçurum vardır ki, bakması bile ürküntü verir. Hiçbir erkek buradan atlamaya cesaret edemez. Ama bir genç kız, yerli halkın anlattığına göre, atlama cesaretini gösterir ve oraya Kız Uçurumu derler. Genç kızlar hakkında duyduğum olağanüstü her şeye inandığım gibi, buna da inanmaya hazırım ve bunu anlatan sıradan köylüleri dinlemek başımı döndürür. Bu konuda her şeye, mucizeye bile inanırım, sırf inanmak için şaşarım; nitekim, bu dünyada beni hayrete düşüren ilk ve tek şey bir genç kızdı ve sonuncu da o olacak.Bir genç kız için böyle bir atlama yalnızca sıçramadır, oysa bir erkeğin atlaması daima saçmalık olacaktır, çünkü erkeğin adımı bir tür kıstas oluşturmasına karşın, ne denli uzun olursa olsun, gösterdiği çaba tepeler arasındaki mesafeyle kıyaslandığında bir hiçtir. Ama bir genç kızın atlayış öncesi hız almak için koşacağını düşünecek kadar budala biri var mıdır? Genç kızın koşu yapması düşünülebilir elbet; ama o zaman bu koşunun kendisi bir oyun, bir zevk, bir zarafet gösterisidir; oysa hız almak için koşma düşüncesi, kadına uygun olan şeylerden değildir.Çünkü bu hazırlık koşusunun kendi diyalektiği vardır ve kadın doğasına aykırıdır. Gelelim atlamaya; kim burada uyumlu olanı ayıracak kadar görgüsüz olabilir? Genç kızın atlaması, çaba harcamadan yapılan bir süzülmedir. Öteki tarafa ulaştığında yine ayaktadır, yorgunluktan tükenmemiş ve olağan bir güzellikten de öte ruhu daha da dolu, avcunun içinden bir öpücük üfler bu tarafta duran bizlere. Genç, yeni doğmuş, dağların diplerinden fışkırmış bir çiçek gibi başımızı döndürürcesine, uçurumların üzerinden aşar gider. Öğrenmesi gereken, Tüm hareketlerini sınırsızca yapmak, bir o yana bir bu yana devinmek, ruhunun ani değişimleriyle kendini yatıştırmak; şiirle gerçeğin, hayal ürünüyle hakikatin yerini değiştirmek, sınırsızlık içinde öteye beriye savrulmaktır. Bu kız o kargaşayı öğrendiği zaman erotizmi yerli yerine koyarım ve o benim istediğim ve arzuladığım şey olur. O zaman benim yapacağım iyilik tamamlanmış, çalışmam bitmiştir; tüm yelkenlerimi toplar, yanına otururum, onun yelkeni altında sürdürürüz yolculuğu. Doğrusu bu kız erotizmle bir kez sarhoş olursa hiçbir şeyin fazla erken ya da nahoş bir tarzda olmaması için, hızı ayarlamak üzere bana dümende epey iş çıkacak demektir. Ara sıra yelkende küçük bir delik açacağım ve hemen sonra yeniden fırlayacağız ileriye..."
Soren KİERKEGAARD ile ilgili görsel sonucu

 Søren  KİERKEGAARD

27 Temmuz 2017 Perşembe

İki Karanlık Orman Birbirini Sevse Ne Olur, Sevmese - Cezmi ERSÖZ

Fotoğraf
İki Karanlık Orman Birbirini Sevse Ne Olur, Sevmese

Anlaşmak diye bir şey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar 
dolaşır
sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi
dolaştığım zamanlar
varlığımı koruyabilmek için
masaların altında ellerimi, ayaklarımı
parçaladığım 
zamanlar

Zamanlar haindir,zamanlar muhbir
İki karanlık orman birbiriyle anlaşsa ne olur,
anlaşmasa

Güvenmek diye bir şey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş korkular 
dolaşır
bense korkumu ölümümün altına sakladım
hep
korkumun kokusunu aldılar
kaçtım kovaladılar
İki karanlık orman birbirine güvense ne olur,
güvenmese

Sevmek diye bir şey yoktur aslında
dillerin ve yüzlerin altında başıboş yalnızlıklar
dolaşır

uydurulmuş anılar,sahte öyküler,hiç
kullanmadığım
yerlerimi bıraktım onlar
yine de son kapıma dayandılar
kapının ardı karanlık deniz 
denizde masum,tetikteki sızım,son inancım
gördüler onu

Artık şimdi o karanlık denizde
'binlerce hiç kimseyim'

İki karanlık orman birbirini sevse ne olur,
sevmese
Fotoğraf
Cezmi ERSÖZ 

Alberto Rojas Jiménez Geliyor Uçarak - Pablo NERUDA

Fotoğraf
Alberto Rojas Jiménez Geliyor Uçarak

Korkutan kanatların arasından, arasından gecelerin,
manolyaların arasından, arasından telgrafların,
Güney’in rüzgârı arasından ve denizle ıslanmış Batı’dan,
geliyorsun uçarak.

Mezarların altından, altından külün,
donmuş salyangozların altından,
en son yeraltı sularının altından,
geliyorsun uçarak.

Daha da derinde, boğulmuş kızların arasında
ve kör bitkilerin arasında, çözülmüş balıkların 
daha da derininde, bulutların arasında yeniden,
geliyorsun uçarak.

Kanla kemiklerin ötesinde,
ötesinde ekmeğin, şarabın ötesinde,
ötesinde ateşin,
geliyorsun uçarak.

Sirkenin ve ölümün ötesinde,
arasında çürümenin ve menekşelerin,
göksel sesinle ve ıslak ayakkabılarınla,
geliyorsun uçarak.

Elçilerin ve eczanelerin üstünden,
ve tekerin, ve avukatların, ve gemilerin,
ve yeni çekilmiş kırmızı dişlerin,
geliyorsun uçarak.

İri kadınların geniş elleriyle
saçlarını çözüp tarağı düşürdüğü
çökmüş çatılı kentlerin üstünden,
geliyorsun uçarak.

Şarabın sessizlikte loş, bulanık ellerle
kızılca bir ağaçtan yavaş ellerle
olgunlaşacağı mahzenleri geçerek,
geliyorsun uçarak.

Yitik havacıların arasından,
kanallar ve gölgeler boyunca,
gömülmüş zambaklar yanında,
geliyorsun uçarak.

Acı renkli şişelerin arasından,
anason ve bela çemberleri arasından,
ellerin yukarda ve ağlayarak,
geliyorsun uçarak.

Diş hekimleri ve toplantılar üstünden,
sinemaların ve tünellerin ve kulakların üstünden,
yeni bir takım elbiseyle ve sönmüş gözlerle,
geliyorsun uçarak.

Ölümünün yağmuru yağarken
tayfaların yolunu yitirdiği
duvarsız mezarının üstünden,
geliyorsun uçarak.

Boşanırken yağmur parmaklarından,
boşanırken yağmur kemiklerinden,
düşerken iliğin ve gülüşün,
geliyorsun uçarak.

Eriyip gittiğin taşlar üstünden,
aceleyle kışa doğru, zamana doğru,
yüreğin düşerken damlalarda,
geliyorsun uçarak.

Çimentoyla ve kara katip yürekleriyle,
ve hiddetli atlının kemikleriyle
çevrilmiş olan, sen değilsin oradaki,
geliyorsun uçarak.

Ey deniz gelinciği, ey benim soyum,
ey arılarla giyinmiş gitarcı,
saçındaki bütün bu gölgeyle yanlış bu:
geliyorsun uçarak.

Seni kovalayan bütün bu gölgeyle yanlış bu,
onca ölü kırlangıçlarla yanlış bu,
onca sızlanmayla kararmış toprakla:
geliyorsun uçarak.

Valparaíso’nun kara rüzgârı
dağıtıyor kömürden ve köpükten kanatlarını
geçip gittiğin göğü süpürmek için,
geliyorsun uçarak.

Vapurlar var, ve ölü denizin soğuğu,
ve kaval sesleri, ve aylar, ve bir koku
sabah yağmurundan ve kirli balıklardan:
geliyorsun uçarak.

Rom var, sen ve ben, ve benim ağlayan ruhum,
ve hiç kimse, ve hiçbir şey, çatlamış basamaklarıyla
bir merdiven yalnızca, ve bir şemsiye:
geliyorsun uçarak.

Orada uzanıyor deniz. Geceleri gidiyorum ve dinliyorum
deniz altından uçarak gelişini, yapyalnız,
bende şenelmiş deniz altı karartılı:
geliyorsun uçarak.

Duyuyorum kanatlarını ve senin sakin uçuşunu,
ve ölü suların sana çarpışını
kör ve ıslak güvercinler gibi:
geliyorsun uçarak.

Geliyorsun uçarak, terk edilmiş, yalnız,
ölüler arasında tek, her zaman yalnız,
geliyorsun uçarak gölgesiz ve adsız,
şekersiz, ağızsız, gülsüz,
geliyorsun uçarak.

Fotoğraf
Pablo NERUDA
”Yeryüzünde İkinci Konaklama”
Çeviri: İsmail Aksoy

Çevirmen notu: Alberto Rojas Jiménez 1900-1934 yılları arasında yaşamış, Neruda’nın arkadaşı Şilili bir şairdi. Züppelik derecesinde şık giyimliydi. En büyük hobilerinden biri, İspanyol şair Miguel de Unamuno’dan öğrendiği şekilde kağıttan kuşlar yapmaktı. 1930 yılında yayınlanmış “Chilenos en París” (”Paris’teki Şilililer”) adlı bir şiir kitabı bulunmaktadır. Paris’te yaşadığı dönemde Chagall’ın tablolarına özenerek yaptığı bazı resim çalışmaları da bulunmaktadır.

Günler - Nazım Hikmet Ran


Fotoğraf
GÜNLER
geçip gitmiş günler gelin
rakı için sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden.

ilerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selam yollasınlar
geberiyorum kederden.

başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin,
geceye varmadan yahut
Nazım Hikmet Ran

26 Temmuz 2017 Çarşamba

SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN - Behçet AYSAN

Fotoğraf
SEVMEYİ UNUTANLAR İÇİN
                           
sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan her şey gibi
aşklarınız da.

yaşamı ölüm
diye anlatıyorlar size
yalanı gerçek diye.

ne leylakların
tomurundan
haberiniz var

ne önünüzden
kara bir tabut
gibi geçen geceden.

sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler
yalan aşklarınız
da. 
Fotoğraf
Behçet AYSAN

KİM BİLİR - Ümit Yaşar OĞUZCAN


Fotoğraf

KİM BİLİR
Şehirlerden, insanlardan uzakta bir evimiz olsun isterdim. Bir penceresinden bakınca uçsuz bucaksız deniz görünmeliydi. Alabildiğine vahşi ve çılgın bir deniz. Kimi gün açılıp açılıp kapımıza kadar gelmeliydi dalgalar. Tuzlu köpükler saçlarımızı ıslatmalıydı. Geceleri denizin uğultusu kulaklarımızdan hiç eksilmemeliydi. 
Serin bir rüzgar esmeliydi ansızın, iliklerimize kadar üşümeliydik. Ocakta yanan odunların parıltısında gözlerinin en açık rengini görmeliydim. Alevlerin aksi yüzüne vurmalıydı, öptükçe yanmalıydı dudaklarım. Sonra odunlar sönmeliydi kırmızılığında sevmeliydim seni sabaha kadar... Pencereden giren günün ilk ışığı bizi uyanık bulmalıydı. Uykusuzluğumuzun farkına varmadan yeni bir günün ilk saatlerini yudum yudum içmeliydik. Sonra güneş biraz yükseldiği zaman uykuların en güzeli, en dayanılmazı çökmeliydi gözlerimize. Belli belirsiz bir uykunun içinde nefes alışını bile duymalıydım. Uyanır uyanmaz deniz kıyısına inmeliydik. Mutluluğumuzu kumlarla köpükler seyretmeliydi yalnız.
Denizden usanınca el ele yakınımızdaki ormana gitmeliydik. Koyu yeşil gölgeler kararıncaya kadar vahşi çiçekler toplamalıydık seninle. Orada her ağacın gövdesine bir mısra yazmalıydım senin için. Böylece mevsimler geçmeliydi. Rüzgardan başkası çalmamalıydı kapımızı. Ve biz bütün bu yalan dünyadan, ikiyüzlü insanlardan uzakta; bugüne kadar kimsenin tatmadığı hazları tatmalı, kimsenin varamayacağı bir yere varmalıydık.
Kim bilir diyorum. Kim bilir belki de bir gün bunların hepsi gerçek olacak... Deniz kıyısındaki küçük ev, yakınımızdaki orman, elimizde yetiştirdiğimiz çiçekler ve geceler, o upuzun mutluluk dolu geceler. Ocakta alev alev yanan odunlar, alevlerin yüzündeki emsalsiz aksi ve durmadan aşka çağıran gözlerin... Kim bilir belki de asıl gerçek bu! Yaşantımız yalan olan. Bu sensiz geçen günler, bu dayanılmaz özlem belki de sonsuz bir beraberliğe hazırlıyor bizi. Belki dünyaya gelmedik henüz. Belki çoktan sona erdi yaşantımız. Belki hiç birbirimizi görmedik, tanımadık. Ayrı değil, beraberiz belki.
Yaşıyorsam; gelecek günlerin seni getireceğine inandığım içindir. Bütün bu çaresizliklerin ortasında en güzel zamanları ve kendimi sana hazırlıyorum Mihriban. Oraya bir gün varacak mıyız dersin? Kim bilir?

Fotoğraf
Ümit Yaşar OĞUZCAN

AĞIL - Che GUEVARA

Fotoğraf
AĞIL
Yaşayan bir şey kalmış taşlarında
ey yeşil şafakların kız kardeşi.
Gerçek mezarları şaşırtır
ellerinin sessizliği.
Rengarenk gözlüklerin türlü keyfiyle
sorumsuz kazma yaralar kalbini
ve yabancı turistin savurduğu aptalca "oh"
çarpar yüzüne gücendiren hakareti.
Ama canlı bir şey vardır.
Kütüklerden bir kucaklayış sunar orman sana
köklerini tırmalamaktayken merhamet.
Koca bir celep gösterir övendireyi
taht uğruna zaptettiği tapınakların orda,
ve sen ölmüyorsun hala.
Hangi güçtür seni ayakta tutan
yüzyılların ötesinden
gençlikte olduğu gibi canlı ve kıpır kıpır?
Hangi tanrı üfler gün sonunda
hayati soluğunu mezar taşlarında?
Tropiklerin tatlı güneşinden midir?
Sormalı niye Chichen-Itza'da olmaz? diye.
Ormanların neşeli öpücüğü
ya da kuşların nağmeli şarkısından mıdır?
Ve niye Quirigua'da daha derindir uykusu?
Dağların sarp kayalıkları arasında çarparak
çınlayan kaynağın yankısından mıdır?
İnkalar öldü, ne dersek diyelim.
Fotoğraf
Che GUEVARA

Çeviren : Adnan ÖZER - Vilma Kuyumcuyan

25 Temmuz 2017 Salı

Nihat BEHRAM - SÜRGÜN

Fotoğraf
SÜRGÜN

Uyandırın anamı
Söyleyin gidiyorum
Yolumu gözlemesin
Dönemem belki geri

Arkadaşlarım duysun
Kardeşim bunu bilsin
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri

Babama haber salın
Çiçekler onda kalsın
Sulasın günaşırı
Dönemem belki geri

Korulara söyleyin
Dağlara asmalara
Baygın çocukluğumun
Çınladığı kırlara

Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Gelsinler anılarım
Uğurlasınlar beni

Sadece sevdiğime
Söylemeyin duymasın
O kadar körpe ki kalbi
Bilmiyor yitirmeyi
Söylemeyin bu akşam
Sevdiğim ağlamasın
Fotoğraf
Nihat BEHRAM

SADECE BİRKAÇ SAATLİĞİNE - Ariel DORFMAN

Fotoğraf
SADECE BİRKAÇ SAATLİĞİNE
Oğlum
Geçen yılın
8 Mayısından beri kayıp
Sadece birkaç saatliğine aldılar
Söylediklerine göre
Sadece olağan sorgulamalar için..

Araba gittikten sonra
O plakasız araba
Hiçbir şey oğrenemedik
Onun hakkında.

Ama şimdi durum değişti
Duyduk ki bir arkadaştan
Yeni çıkan birinden
Beş ay sonra
İşkence ediyorlarmış ona
“Villa Grimaldi”de
Eylül’ün sonunda
Sorguya çekiyorlarmış
Bir zamanlar Grimaldi’lerin olan
O kırmızı evde
Söylediklerine göre sesinden,
Çığlıklarından tanımışlar onu
Öyle diyorlar.

Kuzum söyleyin bana
Ne günlerde yaşıyoruz
Bu ne biçim dünya
Nasıl bir ülke ?

Soruyorum size
Nasıl oluyor da
Bir babanın
En büyük sevinci
Bir ananın en büyük sevinci
Onların
Onların hâlâ işkence ettiklerini
Öğrenmek oluyor
Oğullarına?

Demek ki hâlâ yaşıyor
Beş ay sonra
Ve en büyük umudumuz
Gelecek yıl sekiz ay sonra

Ona hâlâ işkence edildiğini düşünmek
Kim bilir belki de sağdır yaşıyordur
Ölmemiştir diyebilmek.
Fotoğraf
Ariel Dorfman

Güllerin Ağladığı Saat - Ümit Yaşar OĞUZCAN

Fotoğraf

GÜLLERİN AĞLADIĞI SAAT

Güllerin ağladığı bir saat vardır hani 
Büyür o saatte yalnızlığı bahçelerin 
Düşer korkusu kalbe yaklaşan gecelerin 
Bir dev uzatır gökten o çirkin ellerini

Güllerin ağladığı bir saat vardır hani 
Her şey o saatlerde merhametsiz ve soğuk 
Gitgide uzaklaşır batan güneşle sesin 
Bir bakarım ki benden en uzak çizgidesin

Başlar geceye doğru upuzun bir yolculuk 
Her şey o saatlerde merhametsiz ve soğuk 
Yüzünü hatırlatır gökyüzüde ne varsa 
Gözlerin bu saatte kopkoyu elemlidir 
Dudakların kim bilir şimdi nasıl nemlidir

Ellerin öyle yanar ufuk nasıl yanarsa 
Yüzünü hatırlatır gökyüzünde ne varsa 
Bir çıngırak sesidir uzaklarda kaybolan 
Umulmadık bir anda bitiverir şarkılar 
Kapanır yüzümüze o mermer kapılar

Özlemler ateş şimdi anılar duman duman 
Bir çıngırak sesidir uzaklarda kaybolan 
Ak köpükler kararır deniz görünmez olur 
Çağırır yaşamaya bizi tek-tük ışıklar

Böylece üstümüze çöker de karanlıklar 
Camlar, bir bir kapanır, odalar, evler uyur 
Ak köpükler kararır deniz görünmez olur

Güllerin ağladığı bir saat vardır hani 
Cıvıl cıvıl bahçelerden el-ayak çekilir 
Yapraklar düşünceli, dallar hüzün kesilir 
Her akşam uzaklara alır götürür seni 
Güllerin ağladığı bir saat vardır hani.
Fotoğraf
Ümit Yaşar OĞUZCAN

Tehlikeli Oyunlar - Oğuz ATAY

Fotoğraf
"Haklısınız albayım." Oturdu. "Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondum da oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor."

Pablo NERUDA "Kuşlar Sanatı"

Fotoğraf
UÇUŞ..

Siper edip elimi
yükseklerdeki uçuşu izliyorum :
gökyüzünün onuru, kuş
kat ediyor
saydamlığı, günü kirletmeden.

Yol alıyor batıya, yükselerek
yavaştan çıplak maviye doğru :
bütün gökyüzü kulesi onun
ve dünya onun devinimiyle temizleniyor.

Yabanıl kuş
kan arıyorsa da boşluğun gülünde,
bir oku andırıyor,
bir çiçeği uçup giden ,
kanatları ışıkta
havayla kaynaşıyor, saflıkla.

Ey tüyler, yönelmiş giden
ne ağaçlara, ne çimenliğe, ne dövüşe
ne gaddar toprağa
ne de terli işliklere,
ama fethetmeye
saydam meyveyi!

Selamlıyorum gök dansını
martıların, yağmurkuşlarının
kardan kostümlerini giymiş ,
sürekli davet almış gibi
katılıyorum
onların hızına, dinginliğine
karın durmasına ve telaşına.

Uçan ne varsa içimde, apaçık görünüyor
şu kanatların gezgin eşitliğinde.

Ey, eşlik eden rüzgar
siyah akbabanın sisteki demir uçuşuna!
Islık çalan rüzgar, kahramanı
ve onun ölümcül palasını yerinden eden:
bir zırh gibi korursun
haşin uçuşun dokunuşunu
yinelersin gökyüzünde gözdağını onun
her şey yeniden mavi oluncaya dek.

Bir okun uçuşu
her kırlangıcın görevi,
bülbülün sonatıyla uçuşu
papağanın ve gösterişli giysisinin!

Aynada uçuşan sinekkuşları,
karıştırıyor kırmızı zümrütleri
ve sarsıyor keklik
çiyler arasında uçarak
yeşil ruhunu nanenin.

Ben ki öğrendim uçmayı her uçuşuyla
o saf öğretmenlerin
ormanda, denizde, sarp geçitlerde,
kumdaki sırtımda,
rüyalarda,
kaldım burada, bağlanmış
köklere,
manyetik anaya, toprağa ,
aldatıp kendimi ve uçarak
yalnızca içimden,
tek başıma, karanlıkta.

Ölür bitki, gömülür yeniden,
toprağa döner insanın ayakları,
yalnızca kanatlar kaçar ölümden.

Kristal bir küredir dünya,
uçmazsa insan yitirir yolunu:
saydamlığı kavrayamaz.

Bu yüzden açıklıyorum
kuşatılmamış berraklığı,
ben ki kuşlardan öğrendim
tutkulu umudu
kesinliği ve gerçeğin uçuşunu.
Fotoğraf
Pablo NERUDA
"Kuşlar Sanatı"
çeviri: Erdal Alova