Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

Nazım Hikmet Ran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nazım Hikmet Ran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Haziran 2021 Pazartesi

Nazım Hikmet Ran / Ayrılık

🎨 Panina Kira Borisovna
 

Ayrılık


ayrılık demir çubuk gibi sallanıyor havada

çarpıyor yüzüme yüzüme

sersemledim


kaçıyorum ayrılık kovalıyor beni

yolu yok elinden kurtulmanın

dizlerim kesildi yıkılacağım


ayrılık zaman değil yol değil

ayrılık aramızda bir köprü

kıldan ince kılıçtan keskin


kıldan ince kılıçtan keskin

ayrılık aramızda bir köprü

seninle diz dize otururken de


Nazım Hikmet Ran

16 Eylül 2020 Çarşamba

YİNE BU BAHSE DAİR: İLİM, Nazım Hikmet Ran


 YİNE BU BAHSE DAİR:

İLİM

Hayat—harekettir!..
Hareket—tezat!..
Cemiyet tabiatın yapışmış gırtlağına
sınıflar, sınıflara çekmiş bıçak!..
İşte bak!..
bu bizim dışımızda dönen
bizim oynadığımız sinema şeridinin
beynimizin perdesinde “ilim” denen
çizgileşmiş resmi var!..
“İlim” kavgadan doğar
kavga içindir “ilim”.

Nazım Hikmet Ran

8 Ocak 2019 Salı

SEVERMİŞİM MEĞER ~ NAZIM HİKMET RAN


SEVERMİŞİM MEĞER

yıl 62 Mart 28
Prag - Berlin treninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Platonik biricik sevdam da buymuş meğer
meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
bilirim benden önce duyulmuş bu keder
benden sonra da duyulacak
benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
benden sonra da söylenecek
gökyüzünü severmişim meğer
kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ı
kulağıma sesler geliyor
gök kubbeden değil meydan yerinden
gardiyanlar birini dövüyor yine
ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın
çıkarlar karşıma alçakgönüllü kiba
kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir’in kavakları
dökülür yaprakları
bize de Çakıcı derler
yar fidan boylum
yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
ucu işlemeli
yolları severmişim meğer
asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
asıl adı Göktepe ili
bir kapalı kutuda ikimiz
dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak
hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
bunu bir kere daha yazd
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi
önde körüklü kaat fen
belki böyle bir şey olmadı
….
çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım

severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim
güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın
meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana
bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer
ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
yanında pencerenin
altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
bir eski ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
zifiri karanlıkta gidiyor tren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

- 19 Nisan 1962 -
NAZIM HİKMET RAN

25 Ağustos 2018 Cumartesi

BİR HAZİN HÜRRİYET ~ Nazım Hikmet RAN

BİR HAZİN HÜRRİYET

Satarsın gözlerinin dikkatini, ellerinin nurunu, bir lokma bile tatmadan
yoğurursun
bütün nimetlerin hamurunu.
Büyük hürriyetinle çalısırsın el kapısında, ananı ağlatanı
Karun etmek hürriyetiyle hürsün!
Sen doğar doğmaz dikilirler tepene,
işler ömrün boyunca durup dinlenmeden yalan
değirmenleri,
büyük hürriyetinle parmağın şakağında düşünürsün vicdan
hürriyetiyle hürsün!
Başın ensenden kesik gibi düşük,
kolların iki yanında upuzun,
büyük hürriyetinle dolaşıp durursun,
işsiz kalmak hürriyetiyle hürsün!
En yakın insanınmış gibi verirsin memleketini, günün birinde, mesela,
Amerika'ya ciro ederler onu seni de büyük hürriyetinle beraber,
hava üssü olmak hürriyetiyle hürsün!
Yapışır yakana kopası elleri Valstrit'in, günün birinde, diyelim ki,
Kore'ye gönderilebilirsin, büyük hürriyetinle bir çukura
doldurulabilirsin, meçhul asker olmak hürriyetiyle hürsün!
Bir alet, bir sayı, bir vesile gibi değil insan gibi yaşamalıyız dersin,
büyük hürriyetinle basarlar kelepçeyi,
yakalanmak, hapse girmek, hatta asılmak hürriyetinle
hürsün
Ne demir, ne tahta, ne tül perde var hayatında, hürriyeti seçmene lüzum yok
hürsün.
Bu hürriyet hazin şey yıldızların altında.
Nazım Hikmet RAN

22 Ağustos 2018 Çarşamba

İSTANBUL' DAN MEKTUP ~ Nazım Hikmet Ran

İSTANBUL' DAN MEKTUP

Canım,
uzandığım yerde yazıyorum,
yorgunum pek,
aynada yüzümü gördüm, adeta yeşil
Havalar soğuk, yaz gelmeyecek
Haftada otuz liralık odun lazım,
                                başa çıkılır gibi değil.
Demin, sofada iş görürken
battaniyemi aldım sırtıma.
Camlar, çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor,
burda barınmamız imkânsız artık
                  taşınmalı,
ev yıkılacak üstümüze.
Kiralarsa dehşetli pahalı.
Sana bunları ne diye anlatırım?
Üzüleceksin
Derdimi kime dökeyim?
Kusura bakma.
Isınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
                        hele geceler.
Bıktım usandım üşümekten.
Rüyalarımda Afrika'ya gidiyorum.
Cezayir 'deyim bir sefer
Sıcaktı.
Alnımı bir kurşun deldi.
Bütün kanım aktı,
                    ama ölmedim.
Bana bir hal geldi,
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
- halbuki biliyorsun
                  henüz kırkıma basmadım -
çok ihtiyarladığımı hissediyorum
söylüyorum da,
söyleyince de kızıyorlar,
                    konferans dinliyorum herkesten
Her neyse bu bahsi kapat
Filme alınmış Çehof'un "Ağustos böceği"
Paris'te de göstermişler, Beğenilmiş
O zavallı hoppa kadında mı bütün kabahat?
Ben doktoru hem severim,
                   hem de affetmem eşeği.
Eninde sonunda kim daha bedbaht?
                   Kim kimin yüzünden?
Paraguay halk türkülerini çaldı radyo
Bunlar, dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış,
acı da, umutlu da
Bayıldım Paraguay türkülerine
Adviye'den mektup aldım,
beni çok göresi gelmiş
beni hiç unutamıyormuş...
Şaştım da kaldım.
Yıllardır, sen memleketten kaçıp gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
                 ne bir haber yolladı hatta,
hatta sokakta karşılaştık
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
En yakın arkadaştık.
Ama, arkadaşlık ağaca benzer
kurudu mu
         yeşermez artık
Ben cevap yazmadım.
Neye yarar?
Evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok
Düşmanlığım da yok elbet.
Otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş.
Hastalıklı bir şeymiş adam,
                      manyağın biri.
Halbuki Adviye ne canlı kadındir
Gidip baktim oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
Yorganı açılmış, örttüm.
Bir kara haber de verdi bu aksam radyo :
Iren Jolio Küri ölmüş.
Daha gençti.
Yıllar var
bir kitap okudum du
ölenin anası ústüne yazılmış
Bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder,
satırlar gözümün önüne geldi
sarışın iki Yunan heykeli gibi, der.
İşte bu çocuklardan biri öldu.
Bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ólen
o sarışın kız çocuğu da.
Bu ölüm bana çok dokundu.
Iren Jolio Küri için
              ağladım bu aksam.
Ne tuhaf.
      İren, deselerdi İren,
              öldüğün zaman,
                            deselerdi,
İstanbullu bir kadın,
hem de hiç tanımadığın,
aglayacak arkandan,
                            deselerdi,
                              şaşardı.
Kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
                    diye düşündüm.
Adresini bilmiyorum ama
Paris, Frederik Jolio Küri, desem,
                                        gider miydi?
Bir de Fransız yazar öldu,
gazetede okudum.
Adını bile duymamışın dır
Çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
                     sinik
              cenabet herifin biri.
Her şeyle alay etmiş ömrü boyunca,
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
Mülakat vermiş ölmeden birkaç gün önce
ölümü alaya alıyor aklınca,
ama belli dehşetli de korkuyor.
Resmi de var,
büyük annemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
                 işte herif.
Korkunç bir yalnızlık içinde
                         sıska bir ihtiyar.
Ona da acıdım.
Belki büyük annemize benzediğinden,
                        belki de yalnızlığına
Acıdım,
ama aynı acıma değil elbet,
acıyorsun Iren Küri’ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasinu,
ama daha çok dünyaya acıyorsun
                               büyük bir insan öldü diye.
Sana bir müjdem var:
okumayı öğreniyor tembel oğlun,
epeyi söktü kerata :
tut, kos, kitap, kalem, çanta..
Mükemmel değil mi?
Her harfi bir şeye benzetiyor
A bir evmiş,
          B göbekli bir adam,
                                        T bir keser
Ödüm kopuyor tembel olacak diye.
Hep ona iş yaptırmak istiyorum.
Kız olsaydı kolaydı.
Kadınların her yaşta her iş gelir elinden.
Ama beş yaşında bir oğlan
                                    ne becerebilir?
Ah bir ısınsa havalar..
Isınacak
Uzadıkça uzadı mektubum.
Kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver,
beni unutma.
Bana hemen cevap ver
Akıllıdır Münevver
nasıl olsa, ne yapıp eder,
falan filan diye kendini avutma.
Sensiz perişanım.
Beni unutma.
Kendine iyi bak.
Gözlerinden öperim canım.
Güzel geceler.
Kendine iyi bak.
Bana hemen cevap ver.
Dertlerimi aklında tutma,
                                         unut,
                               beni unutma…
Nazım Hikmet Ran

13 Ağustos 2018 Pazartesi

İNCİ ~ Nazım Hikmet Ran


Görsel: by Ivan Konstantinovich Aivazovsky 
'Deniz Kıyısı'

İNCİ
Yüzlerce sene evvel çok güzel bir kız varmış.
Ayağına kapanıp bütün gençler yalvarmış
Bu eşi bulunmayan güzeli almak için.
Erimişler aşk denen alevden için için,
Güneşin sıcağıyla eriyen karlar gibi;
Hepsinin bu sevdadan hicran olmuş nasibi...
Böyle yaşıyorlarken dünyalarına küskün,
Güzel kız davet etmiş aşıklarını bir gün.
Demiş: "Elbet veremem gönlümü hepinize,
Fakat bir müsabaka açıyorum ben size:
En güzel, en kıymetli inciyi bana her kim
Getirirse onunla artık evleneceğim..."
Aşıklar mallarını feda edip satmışlar,
Dört taraftan en büyük inciyi aratmışlar.
Yüzlerce sene evvel bir saz şairi varmış;
Bu gencin de gönlünü o kızın aşkı sarmış.
Aklını alıvermiş gök ela renkli gözler;
Her dakika biricik sevgilisini özler,
Her dakika ağlarmış, sızlarmış, ah edermiş;
Aşkından perişanmış, mahzunmuş, derbedermiş...
Duymuş müsabakayı bu aşık da nihayet,
"İnci nedir?" diyerek o anda etmiş hayret.
Çünkü o ana kadar inciyi bilmiyormuş.
"İnci nasıl şey?" diye bir ihtiyara sormuş:
"Ben onu hiç görmedim gezdim de diyar diyar."
Demiş ki zavallıya gülümseyip ihtiyar:
"Güzel bir taştır inci, kadınların süsüdür;
Durduğu yer onların açık, beyaz göğsüdür.
Denizden çıktığından, pahalıdır gayetle..."
Bu sözleri duyunca aşık bakar hayretle,
Der ki:"Ben deniz nedir, onu da bilmiyorum."
İhtiyar denizi de anlatır: "Dinle yavrum,
Bu öyle bir sudur ki ufuğa kadar açık,
Bazan dalgalar vardır kıyısında ufacık;
Bazan fırtına çıkar, hava olunca lodos,
Deniz birden kudurup kayalara vurur tos.
Sen karada gezmişsin, belli, bu yaşa kadar.
Bu dağların ardında çok uzak bir deniz var.
Pek merak ediyorsan yürü, memleketler aş."
Saz şairi, bu sözler bitince, yavaş yavaş
Denizi bulmak için seyahate koyulur;
Uzun yollar üstünde harap olur, yorulur.
Nihayet gök toprağa ışığını dökerken
Bir sahile yaklaşır, henüz şafak sökerken....
Aradan bir yıl geçip nihayet mühlet bitmiş,
Aşıklar akın akın kızın yanına gitmiş.
Hepsi de dizilmişler önüne birer birer;
Ellerinin üstünde donuk, beyaz inciler.
Güzel kız seyre dalmış, oturarak yerine;
İpek elbisesinin uzun eteklerine
Bütün delikanlılar koymuş hediyesini!
Gözlerini açarak herkes kesmiş sesini:
"Acaba hangisini kabul edecek ?"diye...
Dışardan bir gürültü duyulmuş o saniye:
"Bırakın, muradıma ben bugün ereceğim,
Bırakın sevgilime inciler vereceğim..."
"O da getirsin" diye güzel kız vermiş izin,
Şair içeri girmiş, tereddüt etmeksizin.
Anlatmış kalbindeki sızlayan bir yarayı,
Anlatmış uzun uzun bütün bu mecarayı.
"Ben bir şair aşıkım, elimde bir kırık saz,
Yapyalnız yaşıyorum, derdim çok, sevincim az.
O güzel gözlerine bir pınar gibi gönlüm
Yıllarca aka aka tükendi tahammülüm.
Fakat seni unutmak gelmiyordu elimden.
Ve bir gün işittim ki inci istemişsin sen.
Ama bu ana kadar görmemiştim ben onu,
Öğrendim bu incinin denizde olduğunu.
Deniz nerde diyerek arıyordum bu sefer;
Aşkının kuvvetiyle aştım dağlar, tepeler.
Nice ülkeler gezdim, nice dağlar dolaştım,
Bir sabah sonu gelmez bir denize ulaştım:
Güneş içinden doğup içinde batıyordu;
Sular arzın üstüne yaslanmış yatıyordu.
Rüzgar yavaş esiyor, engin sessiz, durgundu;
Vücudum aylar süren yolculuktan yorgundu.
Aşkınla geliyordu kalbime kuvvet yine;
İndim büyük denizin o büyük sahiline
İncileri topladım ,uğraşıp didinerek!"
Aşıkın sözlerini dinlerken kadın, erkek;
Şair omuzundaki bir torbayı uzatmış,
Yere, bağını çözüp, incileri boşaltmış.
Fakat o anda herkes kahkahalarla gülmüş:
Çünkü inci yerine çakıl taşı dökülmüş.
Güzel kız genç aşıka demiş: "Bunu iyi bil:
Bu, parayla alınan incilere mukabil,
Senin çakıl taşların çok değerlidir elbet;
Şair! Yaşayacağım seninle ilelebet...
Nazım Hikmet Ran

4 Ağustos 2018 Cumartesi

UMUT ~ Nazım Hikmet Ran

UMUT
İşler atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken çöp kamyonları,
ölüleri toplar kaldırımlardan,
işsiz ölüleri, aç ölüleri.
İşler atom reaktörleri, işler.
yapma aylar geçer güneş doğarken,
ve güneş doğarken köylü aile,
erkek, kadın, eşek ve karasaban,
saban koşulu eşekle kadın,
toprağı sürerler. Toprak bir avuç…
İşler, atom reaktörleri, işler.
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken ölür bir çocuk,
bir Japon çocuğu Hiroşima’da,
on iki yaşında ve numaralı
ve ne boğmacadan ne menenjitten,
ölür bin dokuz yüz elli sekizde.
Ölür bir japoncuk Hiroşima’da
dokuz yüz kırk beşte doğduğu için.
İşler, atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken tombul bir adam
yatağından çıkar, dalgın giyinir:
“Bugün kimi kime gammazlamalı?
Âmirin gözüne nasıl girmeli?”
İşler, atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken, zenci şoförü
ağaca asarlar yol kıyısında,
gazyağına bulayarak yakarlar,
sonra kimi kahve içmeye gider,
kimi saç tıraşı olur berberde,
kimi dükkanını açar erkenden,
kimi genç kızını öper alnından.
İşler, atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken mahpus kadını,
kolları masaya bağlı sırtüstü,
çıplak memeleri al kan içinde,
sorguya çekerler bir bodrumda.
Sorguya çekenler cigara içer,
biri yirmisinde, altmışlık biri,
gömlekleri terli, kollar sıvalı
ve kum torbaları, elektrodlar.
İşler, atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken gül yaprağına,
uçak alanından sessiz pilotlar
‘H’ bombası yükler tepkililere.
Ve güneş doğarken, güneş doğarken
otomatik silahlarla biçilir
üniversitelilerle işçiler
akasya ağaçları bulvarın,
pencereler, balkondaki saksılar.
Ve güneş doğarken devlet adamı
konağına döner bir ziyafetten.
Ve güneş doğarken kuşlar ötüşür.
ve güneş doğarken, güneş doğarken
genç bir ana bebesini emzirir.
İşler, atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken ben bir geceyi,
bir uzun geceyi gene uykusuz
ağrılar içinde geçirmişimdir.
Düşünmüşüm hasretliği, ölümü,
seni, memleketi düşünmüşümdür,
seni, memleketi ve dünyamızı.
İşler, atom reaktörleri, işler,
yapma aylar geçer güneş doğarken
ve güneş doğarken hiç umut yok mu?
umut umut umut,
…………………umut insanda.

Nazım Hikmet Ran

16 Mart 2018 Cuma

SEVGİLİM ~ Nazım Hikmet Ran

Görsel: By Çad Houtz

SEVGİLİM

Sevgilim yalan söylersem sana
Kopsun ve mahrum kalsın dilim
Seni seviyorum demek bahtiyarlığından

Sevgilim yalan yazarsam sana
Kurusun ve mahrum kalsın elim
Okşayabilmek saadetinden seni

Sevgilim yalan söylerse sana gözlerim
İki nadim gözyaşı gibi avuçlarıma aksınlar
Ve göremesinler seni bir daha
Nazım Hikmet Ran

13 Mart 2018 Salı

POSTACI ~ Nazım Hikmet Ran

POSTACI

İnsanın, dünyanın, yurdun haberini,
ağacın, kuşun, kurdun haberini,
seher vakitlerinde
        yahut
gecenin ortasında
taşıdım insanlara yüreğimin çantasında,
şairlik ettim
bir çeşit postacılık yani.
Çocukken postacı olmak isterdim,
şairlik filân yoluyla değil ama
basbaya, sahici postacı.
Renkli kalemlerle çizilirdi bin türlü resim
hep aynı postacının, Nâzımın resmi,
Jül Vernin romanlarıyla coğrafya kitaplarına.
İşte, köpeklerin çektiği kızağı
sürüyorum buzun üzerinde,
Işıldıyor kuzey şafağı
konserve kutularıyla posta
paketlerinde.

Bering boğazını geçiyorum.
Yahut işte bozkırda gölgesinde ağır bulutların
asker mektubu dağıtıp ayran içiyorum.
Yahut da büyük şehrin uğultulu asfaltındayım,
çantamda yazıları yalnız müjdelerin
yalnız umutların.
Yahut çölde, yıldızların altındayım.
Bir küçük kız ateşler içinde hasta.
Kapı çalınıyor gece yarısı:

-posta!
Küçük kızın gözleri açıldı mavi mavi.
Babası yarın akşam dönüyor hapislikten.
O karda kıyamette bendim bulan o evi,
komşu kıza bendim telegrafı getiren.

Çocukken postacı olmak isterdim.
Oysaki, Türkiyemde postacılık zor sanattır.
Telegraflarda envai türlü acı
mektuplarda satır satır keder taşır
o güzelim memlekette postacı.

Çocukken postacı olmak isterdim.
Muradıma, Macaristan'da erdim, ellisinde.
Çantamda bahar,
Çantamda Tuna'nın pırıltısıyla
kuş cıvıltısıyla,
taze çimen kokusuyla dolu mektuplar.
Moskova'ya Budapeşte'den,
çocukların çocuklara mektupları.

Çantamda cennet...
Bir zarfın üzeri:
"Memet,
Nâzım Hikmet'in oğlu,
Türkiye"
       diye yazılı.
Moskova'da mektupları birer birer
kendim dağıtırım adreslerine.
Yalnız Memedin mektubunu götüremem yerine.
hattâ yollıyamam.

Nâzım'ın oğlu,
haramiler kesmiş yolu,
mektubunu vermezler.
Nazım Hikmet Ran

21 Ocak 2018 Pazar

SON OTOBÜS ~ Nazım Hikmet Ran

SON OTOBÜS 
Gece yarısı. Son otobüs.
Biletçi kesti bileti.
Beni ne bir kara haber bekliyor evde, 
ne rakı ziyafeti.
Beni ayrılık bekliyor.
Yürüyorum ayrılığa korkusuz ve kedersiz.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telâşsız, rahat
seyredebiliyorum artık.
Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği,
elimi sıkarken sapladığı bıçak.
Nafile, artık kışkırtamıyor beni düşman.
Geçtim putların ormanından
baltalayarak
ne de kolay yıkılıyorlardı.
Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri,
çoğu katkısız çıktı çok şükür.
Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı,
ne böylesine hür.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Dünyayı telaşsız, rahat seyredebiliyorum artık.
Bakınıyorum başımı kaldırıp işten,
karşıma çıkıveriyor geçmişten
bir söz
bir konu
bir el işareti.

Söz dostça
koku güzel,
el eden sevgilim.
Kederlendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti.
Hâtıralardan şikayetçi değilim.
Hiçbir şeyden şikayetim yok zaten,
yüreğimin durup dinlenmeden
kocaman bir diş gibi ağrımasından bile.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık.
Artık ne kibrî nâzırın, ne katibin şakşağı.
Tas tas ışık döküyorum başımdan aşağı,
güneşe bakabiliyorum gözüm kamaşmadan.
Ve belki, ne yazık,
hattâ en güzel yalan
beni kandıramıyor artık.
Artık söz sarhoş edemiyor beni,
ne başkasınınki, ne kendiminki.

İşte böyle gülüm,
iyice yaklaştı bana ölüm.
Dünya, her zamankinden güzel, dünya.
Dünya, iç çamaşırlarım, elbisemdi,
başladım soyunmağa.
Bir tiren penceresiydim,
bir istasyonum şimdi.
Evin içerisiydim,
şimdi kapısıyım kilitsiz.
Bir kat daha seviyorum konukları.
Ve sıcak her zamankisinden sarı,
kar her zamankinden temiz.
Nazım Hikmet Ran

22 Aralık 2017 Cuma

DÖRT GÜVERCİN - Nazım Hikmet Ran

DÖRT GÜVERCİN

Geldi dört güvercin
Suda yıkanmak için.
Su mahpusane yalağındaydı
Ve güneş
Güvercinlerin
Gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.
Girdi dört güvercin
Yıkanmak için
Suyun içine.
Ve kederli toprakta dört insan
Baktı dört güvercine.
Güvercinler hep beraber
Güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında
uçabilirler.
Durdurmaz onları demir ve duvar.
Güvercinlerin yumuşak kanatları var.
Ve kanatlar
Şimdi burda, şimdi damın üzerinde.
İnsanların kanatları yok
İnsanların kanatları yüreklerinde. 

Dört güvercin
Güneşe varmak için
Yıkandı, uçtu sudan... 

İstanbul Tevkifhanesi / 1938
Nazım Hikmet Ran

18 Aralık 2017 Pazartesi

BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN ~ Nazım Hikmet Ran

BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN

Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden 
gölgem gibi demiyorum 
çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da 
Ellerim ayaklarım gibi de değil 
uykudayken yitirirsin elini ayağını 
ben hasreti uykuda da yitirmiyordum 
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden 
açlıktı, susuzluktu demiyorum 
sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil 
giderilmesi imkânsız bir şey 
ne sevinç ne keder 
şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz 
içimdeydi dışımdaydı 
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden 
zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan 
hasretten gayrı
Nazım Hikmet Ran

14 Aralık 2017 Perşembe

SENİ SEVİYORUM - NAZIM HİKMET RAN

SENİ SEVİYORUM

Çömeldim, bakıyorum toprağa.
Otlara bakıyorum, böceklere bakıyorum.
Mavi mavi çiçek açmış dallara bakıyorum,
Sen bahar toprağı gibisin sevgilim
sana bakıyorum
Sırtüstü uzandım görüyorum gökyüzünü,
Ağacın dallarını görüyorum.
Sen, bahar mevsiminde gökyüzü gibisin sevgilim
seni görüyorum

Gece kırda ateş yaktım, ateşe dokunuyorum
Suya dokunuyorum,
Kumaşa dokunuyorum,
Gümüşe dokunuyorum,
Sen yıldızların altında yakılan ateş gibisin sevgilim
sana dokunuyorum

İnsanların içindeyim seviyorum insanları
Hareketi seviyorum
Düşünceyi seviyorum
Kavgamı seviyorum
Sen kavgamın içinde bir insansın sevgilim,
SENİ SEVİYORUM.

NAZIM HİKMET RAN

Grup Yorum 
İnsanların İçindeyim Seviyorum İnsanları
https://youtu.be/_QG00irEejU

12 Aralık 2017 Salı

KIŞ GECELERİNDE - Nazım Hikmet Ran

Fotoğraf
KIŞ GECELERİNDE

Çiçekler dağılmış, yapraklar sarı;
Bulutlar gözleri yaşarmış geldi.
Dumanlar bürüdü yeşil dağları,
Bahara doymadan yine, kış geldi.

Sabahtan beridir ince bir yağmur
Yağıyor, soğuk bir sisle karışık.
Kafesler kapanmış, sokaklar çamur,
Dışarda ne bir ses, ne de bir ışık.

Ruhumun karanlık düşüncesinin
Doğacak bir nura var ihtiyacı.
Allahım, bu uzun kış gecesinin
Koynunda kimsesiz kalana acı !
Nazım Hikmet Ran

18 Ekim 2017 Çarşamba

MERHABA ÇOCUKLAR - Nazım Hikmet Ran

Fotoğraf
MERHABA ÇOCUKLAR

Nâzım, ne mutlu sana 
cân ü gönülden, 
ferah ve emin, 
«Merhaba,» diyebildin. 
Sene 940. 
Aylardan temmuz. 
Ayın ilk perşembesi günlerden. 
Saat : 9. 

Mektuplarınıza böyle mufassal tarih atın. 
Öyle bir dünyada yaşıyoruz 
ki en kalın kitaptan çok yazısı var : 
ayın, günün ve saatın. 

Merhaba, çocuklar. 

Bir geniş 
bir büyük «Merhaba» demek, 
sonra bitirmeden sözümü 
yüzünüze bakıp gülerek 
— kurnaz ve bahtiyar — 
kırpmak gözümü... 

Biz ne mükemmel dostlarız ki 
kelimesiz ve yazısız 
anlaşırız... 

Merhaba, çocuklar, 
merhaba cümleten... 
Fotoğraf
Nazım Hikmet Ran

27 Temmuz 2017 Perşembe

Günler - Nazım Hikmet Ran


Fotoğraf
GÜNLER
geçip gitmiş günler gelin
rakı için sarhoş olun
ıslıkla bir şeyler çalın
geberiyorum kederden.

ilerdeki güzel günler
beni görmeyecek onlar
bari selam yollasınlar
geberiyorum kederden.

başladığım bugünkü gün
yarıda kalabilirsin,
geceye varmadan yahut
Nazım Hikmet Ran

23 Temmuz 2017 Pazar

YARIDA KALAN BİR BAHAR YAZISI - Nazım Hikmet Ran


 Fotoğraf
   Vurdu kalın parmaklar
   yazı makinamın dişlerine.
   Kâğıtta her harfi majiskülle dizilmiş
                               üç kelime var ;
   BAHAR
      BAHAR
           BAHAR...
   Ve ben şair musahhih
   ve ben hergün
   iki liraya
            2.000 kötü satır okumaya
                                 mecbur olan adam,
   ve ben
       neden
           bahar geldi de hâlâ
             muşambası kopuk
             kara bir koltuk
                gibi oturmaktayım?
   Kasketini kendi kendine giydi kafam,
                 fırladım matbaadan
                                    sokaktayım .
   Yüzümde mürettiphanenin
                          kurşunlu kiri,
   cebimde 75 kuruşum var.
                     HAVADA BAHAR...

   Berberlerde pudralanıyor
                     Babıâli paryasının
                                sarı
                            yanakları .
   Ve güneşli aynalar gibi yanıyor
          kitapçı camekânlarında
                üç renkli kitap kapakları .
   Fakat benim
   bu caddede yaşıyan,
   kapısında ismimi taşıyan
   bir formalık "ALFABE"m bile yok!
   Adam sen de ne çıkar!
   Başım dönmüyor geri,
   yüzümde mürettiphanenin
                              kurşunlu kiri
   cebimde 75 kuruşum var .
                     HAVADA BAHAR...
Fotoğraf 
   Bu yazı yarıda kaldı.
   Yağmur yağdı satırları sel aldı .
   Halbuki ben neler yazacaktım neler...
   3.000 sayfalık 3 cildinin üstünde
                          aç oturan muharrir
   bakmıyacaktı da camına kebapçının,
   tombul esmer kızını Ermeni kitapçının
   ışıklı gözleri ile taşlıyacaktı...
   Deniz kokmaya başlayacaktı .
   Terli kızıl bir kısrak gibi
                       şahlanacaktı bahar,
   ve ben onun çıplak sırtına atlar
                                       atlamaz
                                 sürecektim sulara.
   Sonra
     her adımda peşimden gelecekti
                                yazı makinam .
   Ona diyecektim :
                      - Etme anam
                           beni bırak bir saat rahat...

   Sonra,
   saçları düşmeye başlayan başım
                             haykıracaktı uzaklara :
                                           ÂŞIKIM...
 Fotoğraf
   27 benim yaşım
   onun yaşı 17 .
   Kör şeytan
   topal şeytan
   kör topal şeytan
   gel bu kızı sev,dedi,
                   diyecektim;
                        diyemedim,
                             derim yine!
   Ama yağmurmuş
             yağıyormuş,
   yazdığım satırları sel almışş
   cebimde 25 kuruşum kalmışş
                                           ne çıkar...
   Bahar geldi bahar geldi bahar
                          bahar geldi ulan !
   Tomurcuklandı içimde kan! !
 Fotoğraf
Nazım Hikmet Ran