Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

ŞİİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞİİR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Haziran 2019 Salı

BULUŞMA ~ Ahmet ERHAN

BULUŞMA

Hiçlik'te bulaşalım sevgilim, oturup konuşalım 
Dört yanımız dizboyu insan 
Yağmurdan bile usanalım 
Yağmurla sevişirken 

Bende inanmaların çağı geçti 
Sende sanki ilkbahar 
Bizimkisi karşıtların birliği 
Böyle sevgili olunur herhal 

Nihilist bir otobiyografi 
Buldum iç cebime astım 
Ben de bir kelimeyim ölümün dağarcığında 
Türkiye benim yurdum 

Hiçlik'te buluşalım, öpüşürken göz kırpalım 
Başağrısı çekelim üç gün üç gece 
Yalnızlığın sularını bulandıralım 
Görünmesin bir şey geride 

Ben ki boynumda süpürgeler taşırım 
Ardımdan gelenler ırgalamaz 
Hiçlik'te buluşalım ve konuşmayalım 
Dünyaya çarpan yürek onmaz 

Hızla yaşadım genç ölmedim 
Bir koşuymuş yaşam geç anladım 
Otuzu geçiyorken saate baktım 
Ben yanlız bir adamım tırnaklarım uzamaz 

Beni kimseler sevmez...
Ahmet ERHAN

5 Mayıs 2019 Pazar

BİR GÜN ÖLÜRÜM ~ Metin ALTIOK

BİR GÜN ÖLÜRÜM
 
Uzak, solgun çocukluğum;
Akşam alacası, kasaba,
Çatılarda kargalar,
Hüzünlü gençliğim;
Sabahçı kahveleri,
Umutsuz aşklar.
Bir anı tüneği şimdi
Yaşadığım geçmiş yıllar.

Ben derim ki;
Ömrüm, ömrüm!
Mumlar neden eriyip sönerler de
Tersine doğru yanmazlar
Uzayarak yeniden
Ve insan doğmak ister mi
Bir daha ölmek için?

Ölümü arayarak geçti
Bunca yılım.
Kötü annem
Beni komşunun oğlu kadar seven,
Yok olan babamdı belki
Ölüm tutkumu pekiştiren.

Elbet bir gün ölürüm.
Ömrüm, ömrüm
Ve yanan mum,
Kara bir fitil bırakan ardında.
Ne kadar benziyor birbirine.

Zifiri karanlık gece.
Mum bitti, yanmadı tersine.
Beyaz mürekkeple yazdım
Bu şiiri karanlığın üstüne.

Ben derim ki;
Geçip gider zaman.
Geri alınmaz bazı şeyler.

Ömrüm, ömrüm
Ve yanan mum biter.

Soğur cehennem bile!
Metin ALTIOK

ANLIKLAR ~ Şükrü ERBAŞ

ANLIKLAR
i
kimseleri istemiyorum
düşüncelerimde yola çıktığım vakit
gerçeğin beni bunalttığı günlerde
dilimden düşürmediğim bir şarkı gibi
sen ol sesimin konak yerlerinde
yeter…
ii
yüzün de olmasaydı
dünyayı yumuşatan o yaz bulutu gülüşün
günlerim neye benzerdi, ya ömrüm?
karanlık bir mahzende soluk bir resim
rutubet, toz ve küf kokuları içinde
eskir eskir eskirdi.
iii
insan kendini duymadığı bir günü
nereye kadar taşıyabilir
alın çizgisinin sıkıntı çukurunda
sesinde senin adın
ufkunda yüzün yoksa..
iv
bir salkım söğüde benzetiyorum seni
uzak, çok uzak kıyıları süsleyen
kendimi unutulmuş bir ırmağa
yalnızlığın ufuklarını bütünleyen
düşmüyor bür gün olsun
sularıma gölgen..
v
ılık bir esinti gibi incecik
süzülen bulutundan parmaklarının
öksüz bir boşluk kaldı avucumda
içinde ömrümün yaralı yılları
ve yeni yeni güzelleşmeye başlayan
ankara çırpınan..
vi
senin bana gelişin günler içinde
bir su serinliğidir olsa olsa
ince kırılışlarla güneşin altın kanatlarından
ağustos topraklarına dökülen
içtikçe susuzluğumu arttırır gülüşün.
vii
yanlış bir kapıyım ben
önünde yanılmış bir çocuğun durduğu
açılsam acılara değer kanatlarım
açılmasam
simsiyah bir mutsuzluktur duruşum
viii
sabah yüzündür, akşam yüzünü dönüşün
gece, bıraktığın boşluktur ardına
ve şiir
o ince hilaldir lacivert yalnızlıklarda
sarınıp süzgün ışığına
katlanmanın türküsünü söylediğin..
ix
“değişme” diyen sesin kaldı geride
terkedilmiş evlerde hayal gibi yankılanan
“sen böyle güzelsin…”
değişemezdim. değişmedim.
ömür sürüyor yine yırtarak yürek zarını
aykırı soruların o bildik seyrinde
küçücük bir incelikle ışıklanıp
düşerek gölgeler içinde
aldanışın içedönük o gücenik ülkesine.
x
seni koruyacağım sana bile sezdirmeden
gökyüzü gibi uzaktan ve beklentisiz
gereceğim yüreğimi üzerine.
– sevmek biraz da bu değil midir? –
ıslatmasa da sesini bir daha
bir isyan türküsü gibi sürdüreceğim yağmurunu
düşlere ömürler veren o duygu bulutunun…
Şükrü ERBAŞ

30 Nisan 2019 Salı

UNUTMAK YOK ~ Pablo Neruda

U N U T M A K  Y O K

Nerelerdeydin diye sorarsan
"Hep eskisi gibi", diyeceğim.

Toprağı örten taşlardan söz edeceğim,
sürdükçe kendini harcayan ırmaktan

Ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim,
gerilerde kalan denizi bilirim,
bir de ağlayan ablamı

Neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler,
neden günler yeni günleri izliyor?
Neden koyu bir gece birikiyor ağızda?

Neden ölüler?

Nereden geliyorsun diye sorarsan,
bölük pörçük kelimelerle konuşmak zorundayım,
ağzı zehir gibi yakan araçlarla,
çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla
ve avutamadığım yüreğimle.

Andaç değil yanımızda götürdüklerimiz,
unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil,
yaşlarla kaplı yüzler, boğazımıza yapışan eller
ve yapraklardan sıyrılan şey:
aşınmış bir günün karanlığı,
acıyı kanımızda tatmış bir günün

İşte menekşeler, işte kırlangıçlar,
bize sevinç veren ne varsa,
geçici ve küçük duyarlıkların yan yana göründüğü
süslü kartpostallarda.

Ama bu sınırın ötesine geçmeliyim,
dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu,
ne karşılık vereceğimi bilemem:

öyle çok ki ölüler,
ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler,
ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler,
ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller

ve öyle çok ki unutmak istediklerim.
P a b l o  N e r u d a

22 Mart 2019 Cuma

YAĞMUR ve FRANSIZCA ~ Haydar ERGÜLEN

YAĞMUR ve FRANSIZCA
1.
Eski arkadaşlıklar resimliydi
‘canım arkadaşıma cansız hatıra’
fotoğraflar siyah-beyaz, hatırası derindi
bir gözü tenhaydı Şahin’in bir gözü kalabalık
arkadaşı gibi gözü var mı insanın
nasıl olsa dünyaya aynı gözle bakacaktık
Ben senin tenha gözün olacaktım hem
tek başıma en kalabalık arkadaşın
yarım bir çocuk olarak beni
bu dünyaya erkenden bırakmasaydın
2.
İnsan arkadaşına benzer
ve iyidir benzemesi
arkadaşlığın da eski bir şehre
hele usul sesliyse şehir, trenler de
bölmemişse henüz arkadaşlığın sesini
Ben benzemenin iyi olduğu şehirlerden
yani benzediğim ne varsa eskiden
yavaş akan bir şehir, sakin kitaplar,
su aziz ve biz büyüdükçe yeşil
bir nehir, kuşları bile dalında yerli
bir şehirden birden kanatsız uçtum
kayıp ikizlerle dolu bir şehre düştüm
baktım herkes benzersizin peşinde
herkes kayıp arayan yok kendini
anladım beyhûdeymiş benzerimi aramak
eski arkadaşlıkların payına bir damla bile
gözyaşının düşmediği şehirde
3.
Biz iki çocuktuk, şimdi çok eski
isimler gibi hatırda dursa da dile gelmeyen
şiirler gibi kimse anlamayacaktı zaten
bizim birbirimizden ne anladığımızı
Biz iki çocuktuk ve kelimeler
yeniydi, dilimizi yakıyordu,
büyüktü, çocuk ruhumuzu dağlıyordu
sokaktan nereye kaçsak
filmlere, kitaplara, evlere
gözün suçu hızla ağırlaşıyordu
Biz iki çocuktuk, iki arkadaş
birbirimizden başka kahramanımız yoktu
gözlerimiz arkadaşlıkla dolu dolu
çıkıyorduk filmlerden, romanlardan da
sessizce yürüyorduk birbirimize çıkan
içimizdeki en uzun yolu
4.
Biz iki çocuktuk gülün gözünde
kim daha çok yağacak! Nefes nefese,
Fransızca karatahtada rouge et noir, pencerede
Türkçe bir bulut öyle mavi öyle saf
ikimizin de aklında gülden aferin almak
aferin çocuklar, aferin sevinçli bulut
böyle derdi Gazi Eğitim’den Gül hoca:
Dil bir buluttur, yağdıkça şiir olur…
Bu şiiri yazarsam sanki o bulutun gözlerinden
yaşlar boşanacak gibi mutluluk ve kederden
sanki, sanki diye bir mevsimmiş anılar
gibi diye bir günmüş çocuk ömrümüz
birbirine baka baka mavi iki bulutmuşuz da biz
çıkmazmış ikimizden mavi bir yağmur
ve mavi bir umutsuzluktan kararırmış hayatımızdaki gül
kararmış bir gül yağmurda heves bırakmaz
heves yarım kalırsa mavi de yarım
yağmur yarım kalırsa Fransızca da yarım
iki çocuktan hangi bahçeye kalsa gül yarım
yarım gülden kalan şiir başka gülde açılmaz
5.
“Kimsenin gözlerinde böyle bir kalp görmedim
aradım da bir daha kimsede o kadar
göz o kadar siyah ve öyle bordo
bir gül ki yarısı bile kelimeleri yakar
o kelimeler ki söylenmemiştir daha
ve şımartmamıştır bir şiiri henüz
çünkü ben bir buluttum öldüğümde
yağmur olacak kadar kelime yoktu elimde
yazda haylaz, güzde gazel, yolda avare
değildi bize benzerdi kelimelerimiz
aynı evdeydik sanki, kelimeler de annemiz
Dünya gurbetinden dönenler söylüyor şimdi
arkadaşım yağmur olmuş: unutulmamak ne iyi
ve ne güzel Türkçe gibi mavi bir şiir yazmak,
yağmurda bir gülü Fransızca hatırlamak
Il pleu sur la rose… sur la rose… rose…
İki bulut bir gül olduk hemen dağıldık
bulut öldü, gül karardı, yağmuru bıraktık
yapayalnız gurbete, bilmem bu zalimliği
yağmura nasıl yaptık: ona kaldı yarım
bıraktığımız her şeyden yarım hatıra,
yarım gül, yarım şiir ve yarım arkadaşlık…”
6.
Yağmur gibi Fransızca konuşacaktık
bulut gibi Türkçe ağlayacaktık
biz, iki çocuk kalacaktık, büyürsek
dokunur diye gözlerimiz o güle
Konuşmadık
ağlamadık
dokunmadık
biz, iki çocuk…
Kalmadık!
7.
Keşke burada olsaydın
keşke burada olsaydım

Haydar ERGÜLEN

5 Şubat 2019 Salı

GÖZDEKİ ZERRE ~ Sylvia PLATH


GÖZDEKİ ZERRE

Gün ışığı gibi masumca durup baktım
Atlardan bir tarlaya, boyunlar eğilmiş, yeleler rüzgârda,
Kuyruklar akmakta çınarların
Yeşil zeminine. Damların üzerinden
Kilisenin beyaz kulelerine çarpmakta güneş,
Tutarak atları, bulutları, yaprakları
Adamakıllı kök salmışlar, bir deryadaki kamışlar misali
Sola doğru yüzse bile hepsi.
O vakit kıymık uçup saplandı gözüme,
Batıp kararttı gözümü. Sıcak bir yağmurda
Biçimlerin eriyişini gördüm sonra:
Atlar eğilmişti değişken yeşile,
Çift hörgüçlü develer ya da ünikornlar gibi tuhaftılar,
Tek renkli bulanık kenarlarda otlamaktaydı,
Daha iyi bir zamandan kalma vahanın hayvanları.
Aşındırarak göz kapaklarımı, yanmaktadır küçük zerre:
Kendimin, atların ve filizlerin etrafında
Dönendiği o kırmızı cüruf.
Ne göz yaşları ne de göz banyolarının
Dindiren taşkını çıkarabilir bu parçayı:
Batıyor, ve bir haftayı buldu batıp durması:
Kabul ederim artık tenin kaşıntısını,
Kör olmaktır bunun sonu ve başı.
Düşlerim Ödipus olmayı.
Yataktan önceki, bıçaktan önceki,
Broş iğnesinden ve bu parantezlerde
Beni bağlayan merhemden önceki
Kendime geri dönmektir istediğim;
Atlar akıyor rüzgârda,
Bir mekân, bir zaman, çıkıp gitmiş akıldan.

Çeviren: İsmail Haydar Aksoy
[1959]
Sylvia PLATH

15 Ocak 2019 Salı

KADINLAR ~ Bejan MATUR

KADINLAR

Mavi dövmeleri
Ve bitmek bilmez yasların çürük izleriyle
Durup ateşe bakıyorlar.
Rüzgar estiğinde hepsi ürperiyor
Göğüsleri değiyor toprağa

Ellerinde yanan odunlar taşıyan kadınlar
Siyah kazanların pası çökmüş yaşlılığıyla
Dolaşıp duruyorlar.
Ateşin öfkesi kabardığında
Sesler artıyor.
Orada ateş hiç bitmiyor
Söndürmek bir bela

Göğüsleri pörsüyen kadınlar
Ellerinin korkunç inceliğiyle
Tutacakları odunların sertliğini düşünmekte
Ve susmaktalar.
Sustuklarında yaşları farkedilmiyor
Toprak kokuyor bağırdıklarında

Nereye yaslanacaklarını unuttuklarından
Gözlerini toprağa bırakıyorlar
Çünkü bulutlar gökte kalıcı değil
En içten
Toprağa veriyorlar kendilerini
Ve kokuyorlar arasıra
Bejan MATUR

VİYOLONSEL YALNIZLIĞI ~ Attilâ İLHAN

VİYOLONSEL YALNIZLIĞI

sonra çoğalıyorum tuz içerek
engerek korkuları arasında
isa'nın bilmem kaçıncı haftasında
baş baş istanbul'u büyüterek
sonra doktor sabiha siyaha en yakın
yenice paketinin arkasında
elleri cezayir savaşında
zehirini sağıyor karanlığın
sonra kış müthiş bir ivan akşamı
dostoyevskiy yaşamasında
çarın saltanat arabasında
eski nihilistlerin kanı

sonra hüzzam makamından bir beste ki
tıbbiyelilerin boğdurulduğu
abdulhamid sarayının uğursuzluğu
tüy kalemlerinin üstündeki
kaiser bıyıklarıyla ve genç osmanlılar
zilkade gözlüklerinde kar suyu
paris'te ahmed rıza grubu
boulevard des italiens'de orospular
sonra doktor sabiha iki miyop
bir yerde bırakmış doktorluğunu
harbiye nezaretinde tutuklu
ölümünü görüyor sinemaskop

karanlıkta çaktığım sonra o kibrit
meşveret gazetesini aydınlatıyor
uykularım kıvamsız çabuk dağılıyor
zincirini koparmış içimdeki it
sonra kürt mustafa divanharbında
ölüm gömleğimiz en padişah mor
bir kadın Cezayir'de ud çalıyor
işlek bilekleri kurtuluş komitasında
sonra doktor sabiha'nın ebonit ağızlığı
yaşamak oldum olasıya böyle zor
özgür olmadı mı insan yaşamıyor
boylu boyunca viyolonsel yalnızlığı
Attilâ İLHAN

14 Ocak 2019 Pazartesi

GÜLLER AĞLAR İÇİMDE ~ Ümit Yaşar OĞUZCAN

GÜLLER AĞLAR İÇİMDE


Ne zaman ayrılık saati gelse
En vazgeçilmez yerinde yaşamın
Duysak ayak seslerini akşamın
Ve sokaklardan el ayak çekilse
Bir ürpertiyle duyarım o zaman
Seni çağıran sesi uzaklardan


Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir gariplik çöker içime birden
Kalan tek anı gibi bir devirden
Durmadan çalınır o gamlı beste
Sanki bilir dem hazin öykümüzü
Bulutlar ağlar, kararır gökyüzü


Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir çaresizliğe anlatır gibi
Birden değişir gözlerinin rengi
Mavi solar, koyulaşır yeşilse
Sarınca ruhunu eski bir hüzün
Uçar gider pembeliği yüzünün


Ne zaman ayrılık saati gelse
Uzatsan özlemle dudaklarını
Tüm ağaçlar döker yapraklarını
Ne çiçek kalır ortada, ne bahçe
Sadece uğultusu o rüzgarın
Ve bir umut kırıntısı: Belki yarın


Ne zaman ayrılık saati gelse
Bir fırtına çıkmışcasına, büyük
İçimdeki güllerin boynu bükük
Bir zaman kalakalırım öylece
Neden sonra gittiğini anlarım
İçimde güller ağlar, ben ağlarım...
Ümit Yaşar OĞUZCAN

13 Ocak 2019 Pazar

AYSARI ÇİÇEKLERİ ~ Necati CUMALI

AYSARI ÇİÇEKLERİ

Aysarı çiçekleri
Bir gecede açtılar
Kar ağaçları
Eridiler bütün gün
Bense yattığım yerden
Kokularını duydum
Tavana vuran
Işıklarını gördüm
Boş yere sağa döndüm
Boş yere sola döndüm
Bilirim ne geldin
Ne geleceğin var
Aysarı çiçekleri
Kar ağaçları
Hepsi masal
Necati CUMALI

BUGÜN DEĞİL ~ Hermann HESSE

BUGÜN DEĞİL

Biliyorum bu vakitte bana
Ne söylemek istediğini –
Söyleme! Gör kararan zeminini
Küçük gölün ve telaşını dümdüz bulutların
İhtişamlı ve kapkara –
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.
Biliyorum bu vakitte
Zorlanıyor için ta derinden
Sormak zorunda olduklarından.
Sorma! Tereddüt etmekte
Dilinde üzüntü verici kelimeler-
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.
Ne söyleyeceksen yarın söyle-
Bilemeyiz ki, belki yarın
Çok kolay olur herşey,
Bugün hiçbir yüreğin kaldıramayacağı
Ve beni çok üzecek şey için-
Söyleme! Bu gece kötü bir gece.

Hermann HESSE

8 Ocak 2019 Salı

SEVERMİŞİM MEĞER ~ NAZIM HİKMET RAN


SEVERMİŞİM MEĞER

yıl 62 Mart 28
Prag - Berlin treninde pencerenin yanındayım
akşam oluyor
dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmişim meğer
akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer
toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen
ben sürmedim
Platonik biricik sevdam da buymuş meğer
meğer ırmağı severmişim
ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde
doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin
ister uzasın göz alabildiğine dümdüz
bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile
bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin
bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa
bilirim benden önce duyulmuş bu keder
benden sonra da duyulacak
benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere
benden sonra da söylenecek
gökyüzünü severmişim meğer
kapalı olsun açık olsun
Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe
hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ı
kulağıma sesler geliyor
gök kubbeden değil meydan yerinden
gardiyanlar birini dövüyor yine
ağaçları severmişim meğer
çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın
çıkarlar karşıma alçakgönüllü kiba
kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi
İzmir’in kavakları
dökülür yaprakları
bize de Çakıcı derler
yar fidan boylum
yakarız konakları
Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına
ucu işlemeli
yolları severmişim meğer
asfaltını da
Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e
asıl adı Göktepe ili
bir kapalı kutuda ikimiz
dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak
hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım
eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz
yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok
ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır
bunu bir kere daha yazd
çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi
önde körüklü kaat fen
belki böyle bir şey olmadı
….
çiçekler geldi aklıma her nedense
gelincikler kaktüsler fulyalar
İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı
ağzı acıbadem kokuyoryaşım on yedi
kolan vurdu yüreğim salıncak buluklara girdi çıktı
çiçekleri severmişim meğer
üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948
yıldızları hatırladım

severmişim meğer
gözümün önüne kar yağışı geliyor
ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de
meğer kar yağışını severmişim
güneşi severmişim meğer
şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile
güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar
ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın
meğer denizi severmişim
hem de nasıl
ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana
bulutları severmişim meğer
ister altlarında olayım ister üstlerinde
ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara
ayışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası
severmişim
yağmuru severmişim meğer
ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim
beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın
içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider
yağmuru severmişim meğer
ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde
yanında pencerenin
altıncı cıgaramı yaktığımdan mı
bir eski ölümdür benim için
Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
zifiri karanlıkta gidiyor tren
zifiri karanlığı severmişim meğer
kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften
kıvılcımları severmişim meğer
meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun
Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir
yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek

- 19 Nisan 1962 -
NAZIM HİKMET RAN

6 Ocak 2019 Pazar

YALNIZLIĞIN RUH ATLASI ~ Şükrü ERBAŞ

YALNIZLIĞIN RUH ATLASI

Benim gittiğim uzaklar değil, içimdeki sözlerdir.

Buğday tarlalarının uykusunu, yüksek seslerin kışını,
kırlangıçların akşamını geçti çocuk.
Gaz lâmbasından güneşler yapıyor düşen gövdesine.
Benim gittiğim o çocuğun kalbindeki gecedir.

Bir kadın yemenisini tutuyor inen tokada, bir kendinden
daracık odalarda. Gün iki kez bitmiş, gece bir daha siyah.
Çocuk üç büyük korkuyla büyük. Kadın değil de tokat parçalanıyor.
Benim gittiğim kadının yemenisindeki hayat bilgisidir.

Tebeşir tozları içinde bir belikli su, boğuk taşlarına yürüyor
kasabanın. Ağaçlar kirpiklerinde yapraklanıyor. Gökyüzü
bastığı yer. Ölüler bir daha bakıyor ardından hayatlarına.
Benim gittiğim, o suyun annesinde kuruyan göldür.

Trenler, gemiler, yıldızların aktığı yerler… Değil hiçbiri. Kim
alır da canına mühür yapar yenilginizi, ey briyantinli saçların
sinema koltukları… Sizden uzun yaşayacak ne kadar çırpınsanız,
çıkış kapılarında her zaman babalarınız. Benim gittiğim bütün
şarkıların ıslıkla söylendiği yaşlardır.

Yeşil seccadelerde tükenmiş tanrılar; bir camiden çıkıyorlar,
kalabalıktan öte… Bu kaçıncı duadır ey yalnızlık… Sonra uzun
geceler boyu şüphe. Sabah, güneş kerim, otlar rahim. Benim gittiğim,
günahın insanı büyüten gizidir.

Bu ağır oyaları bu hayal zamanlara sizler işlediniz. Işık ipliğinizdi,
iğne parmaklarnız. Kalbiniz taşranızdan büyüktü, erkendi. Sonra o
annenizden geçen yenilgi. Benim gittiğim, kızınızda sürecek hayıfdır.

Kasaba minibüslerinde uzun yollar gidilir. Bahçıvan gelinir esnaf gidilir.
Herkes kapısına yeni boncuklar asar. Cesaret de korku da bu ikircimdedir.
Benim gittiğim, çamaşır iplerine serilen gölgelerdir.

Benim gittiğim, yalnız yokluktan değil, varlıktan da devrim yapan inceliklerdir.
Ara sokaklardan geçerken suçlu; bir kadının ağzında açarken mahcup,
yeni şarkılar söylerken kederli; bilmediği diller önünde ezik; şiddete karşı mağrur…

Benim gittiğim, bilmediğim hayatlarda süren yalnızlığımdır.
Şükrü ERBAŞ

5 Ocak 2019 Cumartesi

YILDIZ SOYUNDAN BİR ÇİÇEK ~ Bejan MATUR

YILDIZ SOYUNDAN BİR ÇİÇEK

Yıkılmış şehrin sessizliğne
Çekilirken sen,
Kapanan kapıların ağırlığına,
Yıldız soyundan bir çiçek
Açıyor kalbimde.
İstemenin bilinci
Ve aşk
Giriyor kanıma
Duyuyor musun?
Nereye gidiyoruz biz
Hangi yüksekliğe
İnsan için başlayan hangi masala?
Ya kendi masalımız,
İç içe geçmiş karmaşasıyla
Çocuklukta kalan rüyamız?
Nereye gidiyoruz biz
Ülkemize mi?
Var mı sahiden?
Bejan MATUR

KIRLAŞTI SAÇLARIM ~ Ahmet OKTAY

KIRLAŞTI SAÇLARIM

Seviştik. Sonra sokuldum kokuna
su orguydun, efsaneni dinledim
“ayrılık günü bir gül getir bana”
diyen karlamış sesinle ürperdim.
Kırlaştılar; saçlarımı okşadın
şefkatle; ışıdı o solgun suret
bir ormanın ruhuydu parmakların
dağıldı sesimdeki şikayet.
Ayrılık bilemem ne zaman gelir
sen bir okul defteri getir bana
çünkü sadece yazmak tesellidir
çektiğimiz acıya bu dünyada.
Kırlaştı saçlarım, yakınmıyorum
ölüme yargılı insan doğumda
yeraltı mı daha korkunç bilmiyorum
Dünya mı? yaşadım yaşadığımca..
Sen de erken dolarsa vade eğer
ne olur “beyaz bir gül at” ardımdan
bomboş sokağa; dağılsın her keder.
Ahmet OKTAY

SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN (1, 2, 3, 4, 5, 6, 7) Edip CANSEVER

SENİHA'NIN GÜNLÜĞÜNDEN
- 1 -
Gözlerimden uçtum -bırakıp eski gövdemi-
Aynanın önünde durdum
-Kenarları saydam yapraklı aynanın-
Omuzları açık giysimi giydim -siyah-
Topaz kolyemi taktım
Göğsümün ortasına bir gül yerleştirdim
Acı, apacı bir gül
Dışarı çıktım
Muhassen’e uğradım -çağırdı demin-
Firuze ve turuncu deniz kabuğu alaşımı Muhassen’e
Yedi lamba, yedi güvercin saçlarında
Ve eşyalarında bir başkalık: ‘çabuk-güzel’
Her şey ‘acele-sıcak’, ‘acele-yerli yerinde’
Her şey, ama her şey
Bir düğün öncesi gibi
Uzun bir deniz yolculuğu sonrası
Bir yerden bir yere taşınma
Yitirilmiş duygulara bir göz atma yaklaşımı belki
Rüyamda da görmüştüm dün gece
Yedi gelin, yedi güveyi
Serpantinler, konfetiler içinde
Ağzımda bir sakız çiğneme kımıltısı
Şuramda duymadığım bir duyma
Bir elimi kalçama koyuyorum
Kimim ben?
Seniha!
Çağırmadım ki ‘kendimi
Sordum, o kadar
Ben kendimi kendime sunuyorum, o kadar
Bu işe çok uygunum, o kadar
Toprağına karışmış bir çiftçi gibi
Bir gün: yüzü olmayan bir erkek
Bir gün: yanmış süt kokulu bir oğlan
Gözkapaklarımı indiriyorum
Lacivert bir jaluziyi indirir gibi
Kendimi kendime sunuyorum -ben Seniha-
Bunu hep böyle yapıyorum.
Bugün de böyle yaptım
Önce bir sigara yaktım, usul usul giyindim
Bluzumdaki bir iki kırışığı çektim düzelttim
Perdeleri açtım
Pencereyi de açtım -açık bıraktım-
Merdivenleri indim -çok yavaş indim-
Kimseye rastlamadım
Dışarı çıktım: işte ilkbahar!
Yürüdüm yürüdüm
Ben ki herkesin bilmediği
Birtakım şeyler yapan biriydim
Böylece çok göründüm
Nedense öyle sandım
Yüzler silindi, olmayan yüzler
Sis, duman, pus gibi yüzler
İnce bir çubukla sigarasını içen Muhassen
Yitti, yitiverdi hepsi
Fırlattım göğsümdeki gülü havaya
Pembe pembe bakındı boşluk
Selamladı beni
Hayır, mutsuzum.
Evet mutluyum
Bir mutluluk yokmu her çelişkide
-Var! Varsa niçin? –
Yedi lamba bir arada
Bir arada yedi güvercin
Muhassen
Bir anlamda ‘çabuk-güzel’
Bir bakıma ‘çabuk-çirkin’
Anlıyorum
Ben sadece armesıyım o katedralin
Dünya ise çalmaya hazır
Koskocaman bir org gibidir
Ama çalmadan
Katedralin avlusuna düşüp
Düşüp de parçalanan
Bir org gibi..
-Sevişmek!
Kimse kimsenin olmasın-
Ah bu nisan yağmurları
Hüznünü kaybetmiş çocuklar gibi şaşkın
Yağıp bitiyor
Bitsin
Çok tenha bir kahvedeyim
-Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa-
Neden buruk bir özlemdir anılar
Ve özlem olarak kalacaktır da
Hayır!
Seniha!
Evet, çağırıyorum seni
Şimdiye ve sonraya
Bir başka yanıt:
Yok o da.
Sadece bir özlemim ben.

- 2 -
Bir ruh mu bu kadın —Cemile—
Nereye değdirsem ellerimi
Masaya, perdeye, konsola
Onunkine değmiş oluyor biraz
İnatla çekiyorum. Ellerimi çoğu kez
Gizlemem bundan.
Tren istasyonlarına gidiyor —nedense—
Bir başına oturuyor parklarda
—Cemalle bazan—
En çok da akşamüstleri
Bilmem ki bu gizemli saatlerde ne buluyor
Dolaştığı yerleri mi süslüyor
Doğayla, kentle süsleniyor mu yoksa
Birini mi bekliyor —kimbilir—
Kendiyle değil, sadece duruşuyla
—Vakitsiz çiçek açmış bir nar ağacı
Bulanık günün içinde—
Ve ağır ağır, bir ibre gibi
Tam kendine dönüyor ki
Eve koşuyor acele
Odasına kapanıyor
Yazıyor yazıyor yazıyor
Kitliyor çekmecesine yazdıklarını
Telaşla çıkıyor odasından
Cemile, diyorum, derdemez
Yüzüme bakmadan rakısını dolduruyor
Ester’se bir ucunda salonun
Bakıyor bakıyor bakıyor bize
Cemile’ye
O kadar bakıyor,ki
Sanki yazdıklarını okuyor
Saat on yedilerde böyle oluyor.
Masa ortüsündeki kırmızı lekeyi
Yıllardır silemedim
—Şarap lekesi? belki
Değişti rengi artık—
Anımsıyorum
Kimin vurduğunu o tavşanı
Bembeyaz bir kayanın dibinde
Ve bembeyaz bulutlar vardı gökte
(Ölen her canlının son sesi
Bir yaşam dolusu sesten
Daha çok akılda kalıyor)
İşte bu onun sesi
Elinde bir tüfek, utkuyla bağırıyor
İzmir’de, Karşıyaka’da
Saat on yedilerde
Olursa bir de böyle oluyor.
Fransız okulunda bir öğle sonrası
Bütün yüzlerde bir öğle sonrası
Şiirler okuyorum Rimbaud’dan
«Bir akşam kucağıma oturttum güzelliği
Acı buldum onu, sövüp saydım.»
Anımsayamıyorum gerisini
—Kaç yıl mı geçti?—
Elimi tutmuştu o oğlan
Gözleri griyle karışık mavi
Yüzünde güneşle parlayan çiller
—Kaç yıl mı geçti?—
Gelip çatlıydı o düğün günü
Pera-Palas’ta bir akşam
Akşamın en ince köşeleri
Kimler yoktu ki —o zamanlar çok kalabalıktık—
Bir fotoğrafta tam on yedi kişi
Fotoğraflar..
(Yaslamış bir ağaca omuzunu
Ben
Birlikte bir gülü tutuyoruz
Onunla ben
Bir vapur güvertesinde, denize bakıyor
Ben
Bir otel kapısındayım, izmir’de
Ben.)
Zamanlar geçtikçe neden
Mutluluk mahzunluk oluyor fotoğraflarda
Acaba
Keder mi, acı mı, hüzün mü dünyanın rengi
Mahzunluk mu yoksa yaşam
Ve doğruyu söyleyen yalnız
O mu, Rilke mi
Ölümünü içinde taşıyan.
Aşk mı yok ettiydi kocamı
—Ah, aşkların çocuk bahçesi
Neden ömrün çok kısa—
Oysa
Başlamak ne kadar güçtür, ne kadar incelikli
Sürdürmek, sadece sürdürmek
Öylesine kolay:
Hiçbir şey olmamış gibi
Kalp atışları, saat zembereği
Yıllar yıllar yıllar
Çözülmemiş bir bıkıntıyla birlikte
Kalıcı bir gülümseme yapıp da sevgisizliği..
Ek: bugün pazartesi, belki de pazartesi.

- 3 -
‘Evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Üstüme kar yağıyor. Kalbimin
Atışlarında eriyor kar
Üşümüyorum, üşümek elimde değil
Hiçbir şey elimde değil
Sevmek istiyorum, sevemiyorum
Çarpıyor birbirine kalbimin kapıları
Gülmek istiyorum, gülemiyorum
Öne geçiyor acılarımın çizgileri
Vermek istiyorum, veremiyorum
Geri çekiyor beni tenimin güçlü dokusu
Konuşmak istiyorum, konuşamıyorum
Kapanıyor büsbütün dudaklarım
—Demiştim, pembe bir çizgi olsun
Düğün çağrımızda o gün—
‘Evler’den birindeyim, dışarda kar yağıyor
Aynada kar yağıyor parıltılarla
Abajuru yakıyorum: sarı kar
—Üç parmakla bira bardağını
Hafifçe tutan elim—
Dudağımı boyuyorum: pembe kar
Cemal’i düşünüyorum: acı kar
Ester’i düşünüyorum: kar duruyor
Cemile?
Kar yağmadı sanki. Kar
Duygulara göre bir yağıp bir duruyor
—Demiştim o gün, o gece
Ve sonraları
Kan karda kaldı—
Kurtuluş’ta kar yağıyor—ne zaman yağsa—
Şöyle bir koltuğa çökerdim eskiden
Bacak bacak üstüne atardım
Hemen bir sigara yakmak gelirdi içimden
(Oysa şimdi yataktan yere değen bacaklarımın
buruşuk bir etekliğe sarınıp da tozlu bir
halıya basması biçimindedir her günkü
oturmam kalkmam
Ve içime doğru yürüyen bir ağrı duyarım ne zaman
kırmızı bir elmayı .soysam
Ve şimdi
Her yengi, her yenilgi
Her tutarsızlık, her ikilem
Güzelliğimi doldurur benim
İstesem de eskiyemem
Ve artık
Çok sesli bir müziğimdir ki ben
Tek zevki duyarken gövdemde
Kendimi kendime sunarken.)
‘Evler’den birindeyim, bir org sesi bu
Yağdıkça yağan kardan
Çoktan eskimiş olmalı, diyorum katedralim
Ya da çökmüş olmalı çoktan
(Aşağıdan çağırıyorlar, usul usul iniyorum
merdivenleri, basarak çiçekli karların üstüne,
rengarenk. Karşımda cüce bir kadınla kambur
bir kadın ayaklarının altından gülüyorlar bana.
Gülüyorum ben de yağan kara ve çöken katedrale
ve onlara. Söyleşiyoruz ayaklarımızın altından
Ve
Geldikleri gibi gidiyorlar, hiçbir iz bırakmadan,
hiçbir iz bırakmadan, hiçbir iz bırakmadan.)
Giyinip dışarı çıkıyorum hemen
Ben bu ‘evler’e sığamam.

- 4 -
‘Ve ölüm bahçesini buldu’
Oteller imzamdır benim
—Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!—
Şimdi bir otelin apacı sevinciyim.
Ey bardak taşıyanlar, kış ustaları
Sonbaharda ne yaparsınız
Ben ne yaparım
Kendime başka biriymiş gibi bakmaktan
Arta kalan bir çift gözü de
Kimbilir nerde bıraktım.
Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
Göğsümden bir düğme daha çözdüm
Saçlarımı taradım
Yüzümdeki beni koyulaştırdım
Pudra süründüm biraz —hayır, iğrenmiyorum artık-
Kırıştı göz kenarlarım çoktan
Çantamı açtım kapadım —neler yoktu ki—
Bir ayna
Bir katedral fotoğrafı —renkli—
Sonbahardan da büyük
Boş bir tabut deseni
Anahtarsız bir anahtarlık
Adresler —hepsini yırttım attım—
Bir şiir kitabı Nerval’den
—Ölünce tanrının
Bir ikinci yaşamım
Yaşamayı uman Nerval’den—
Telefonu açtım —bilmem ki neden—
Rastgele çevirdim: iğrenç bir kadın sesi
Tanrım!
Hemen kapadım.
Ah güzel yaşam! sevgilim ölüm!
Ben yalnız ikinize hayranım
Bilin ki gitmiyorum ‘başka evler’e artık
O günden bugüne hiç çağrıl

- 5 -
İşte
Gördün
Demek ki böyle
Pencere pervazını —kirli çok—
Boyası dökülmüş yer yer
Lekeler lekeler lekeler
İşte, gördün, demek ki böyle
Koruklar sarkmış her yandan
Donuk, tozla kaplı koruklar
Ve lacivert bir görülmeyle
Ve
Limanın insan kokulu gürültüsüyle
İşte
Gördün
Demek ki böyle.
Gördün, görüverdin hemen
Demir arabayı rayların üstünde
Ve tahta bacaklı adamı —güneşe bakan—
Bakışlarında bir zamandışılık —öyle—
Gördün
Demir arabayı
Rayların üstünde
Ve tahta bacaklı adamı
Gürdün, görüverdin hemen.
Duydun
Duydun ki o boşluk sendin. Katedral
Ayrıca bir boşluktu senin içinde
Senin senin senin
Hayır!
Dudaklarını büzme
Ayaklarını —evet— daya oraya
Oraya oraya
Tezgaha: koy dirseğini —koydun mu—
İyi tut bardağını —iyi tut—
Bir iki kez döndür avucunda
Seniha!
Gördün mü bak
Buğulu bir hiçliktir, değil mi
Aynada titreşen bardak
Ve her şey
Değil mi, budur
Bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak.
Üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya
Şuraya şuraya şuraya
Kalbindeki buruk pembelik
Bundan
İşittin işitmedin —ne çıkar—
Konuşur gibi onlar satıcısıyla.
İki kişi durmuş köşede —tam köşede
Düzenli bir biçimde konuşuyorlar
Sen dişlerini vuruyorsun birbirine
Titreyerek yalnızlıktan
—Sanki İstinye’yi dönünce
Porselenler yapıştıran bir ermeni var-
Kuşlar kuşların yanına, yapraklar
Yaprakların yanına
Hiçbir şey yalnız kalmıyor
İnsandan başka dünyada
Seniha!
Duymuyorsun sen kendini
Başıboş bir müzik gibisin kırlarda,
Gün kendini yiyor —gün bile—
Üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan
Kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor
Çıngırak
Gün erkek oldu Seniha
Denizden çıktıktan sonra
Giyinmek kadar güzel
Gün erkek oldu
Gün senin oldu Seniha
Upuzun gözlerin ki —lacivert—
Örtüldü akşamın asmalarıyla
Unutma, yaşamından iyisin
Yaşamın senden iyi
Kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin.

- 6 -
— Kapının arkasında ne var
— Hiç!, hiçliğin adı
— Kapının arkasında ne var
— Kapının arkasında mı? tanrı
— Kapının arkasında ne var, kapının
— Bilmem ki ne var arkasında kapının
— Kapının arkasında ne var
— Bir bahçe, bir su kovası, içi boş
— Kapının arkasında..
— İncil
— Kapının arkasında ne var
— Bir tepe, boşaltılmış onun da içi
— Kapının arkasında ne var
— Bir duvar, tuğlasız, unutmuş dülger malasını
— Kapının arkasında ne var
— Havası kaçmış bir deniz yatağı
— Kapının arkasında ne var
— Bir çift kadın ayakkabısı —siyah—
— Kapının arkasında..
— Sökülmüş bir laterna, kutusu kalmış
— Kapının arkasında ne var
— Kurumuş böcek kabuklan, suyu çekilmiş bir deniz
— Kapının arkasında..
— Bir kuru kafa
— Kapının arkasında ne var
— Kapının arkasında mı? hiç!.
Belli belirsiz bir şarkı.
Odamdan çıktım
Koridoru geçtim —kimseler yoktu—
Merdivenleri indim —kimseye rastlamadım—
(Muhassen’den son kez çıkarken
Kimseye rastlamadım)
Bara baktım —kimseler yoktu—
Bir kadeh aldım, konyak doldurdum
Kadehi iki parmağım arasında tuttum tuttum
Kısarak gözlerimi kendime baktım
Otel, Ben, Konyak —neden olmasın—
Tanrı – İsa – Ruhülkudüs, dedim
Ben böyle dedim, acaba
Kimlerin avuntusuydum.
Dünyaya bir kere daha baktım cam kapının ardından
Dünyanın kokusunu duydum
Kendi kokumu?
Elbette duydum
Geçmeyen bir kokuydu —yaşlılık kokusu mu—
Çıkardım çantamdan Chanel’imi
Biraz süründüm.
Dedim ki, bugün de bitti gündüzüm
Otel, Ben, Konyak
Tanrı-İsa-Ruhülkudüs
Vahşetin son öyküsüyüm
Belki ilk öyküsüyüm
Işığımı söndürdüm: beyaz karanlık.

- 7 -
Özür dilerim dünya
Ben bu otelden çıkamam
İmza: Seniha
Edip CANSEVER

24 Aralık 2018 Pazartesi

İNCİ ~ Bejan MATUR

İNCİ
Bir inci saflığıyla
Bekledim çukurumda
Beyaz bir taş olmalıydı uykum.
Beklesem olurdu zamanla.
Göğsümde gezinen ağır el
Kal dedi.
Beklemek kaderidir incinin
Olmak kaderi
Kal çukurunda.
Karanlık içimi kemirmeden
Çıkmalıydın
Hoyrat olmayan bir tenin dokunuşuyla.
Göğsümdeki ağır elin
Gölgesiyle uyandım.
Porselen ceylanın bakışı,
Memelilerin o çok titrek yol boyunca
Mavi ayakları.
Değişti yok aslında bir şeyin.
Kalbim, uzun siyah giysili adamların
Bakışlarıyla dondu o taş köprünün ortasında.
İnsan babasını hatırladığında ağlarsa
Olur tarih.
Kökleri kurur
Belki ondan.
Dağlara gidelim biz en iyisi
Bağıralım.
Belki eski bir sesle hatırlarız geçmişi
O koca şehrin yerinde şimdi
Sadece bir kar kuyusu var.
Ve kurtlanır kar diyorlar
Kurtlanır kar.
Olmuyor böyle
Daha doğurmadığım bir çocuk var
Ve şunun şurasında kaç yılım yaşayacak
Ölümler görecek
Aşı k olacak.
Bejan MATUR

20 Aralık 2018 Perşembe

KADININ AKŞAM DUASI ~ Sennur SEZER

KADININ AKŞAM DUASI
Durmadan dağılır oda
Küflü bir ıslaklık dolaplarda
- Aşkı düşün aşkı, dayan -
Işıldayan sabun köpüğü
- Öyle yakınımda ki seçilmiyor
Yaşamanın çizgileri
Saçlarıma değmeden geçiyor
Camlarda kalıyor izi
- Bir çayevinde olmalı şimdi
Şiirler okumalı akşam serinliğinde
Uzaktan uzağa toprak kokusu -
Bulaşık kalsın
Soğudu su, yağlar dondu
Çorba pişmeli
- Yüreğine akşamla çökeni
Sokaklar uzaklaştıramaz
Uyanırsın yanında yabancı biri
Aşkı kimseler kurtaramaz
Öyle yakınımda ki seçilmiyor
Yaşamanın çizgileri
Sennur SEZER

19 Aralık 2018 Çarşamba

ERTELEME ~ Fernando PESSOA

ERTELEME
Öbür gün, evet, yalnızca öbür gün...
Yarın öbür günü düşünmeye başlayacağım,
Belki her şey olup bitecek; ama bugün değil...
Hayır, bugün değil; bugün yapamam.
Öznel nesnelliğimin şaşırtıcı inadı,
Gerçek yaşamımın uykusu, araya girmesi,
Sezinlemesi, bitimsiz bezginlik-
Bütün dünyam bir tramvaya yetişme çabası-
Öyle bir ruh o...
Yalnızca öbür gün...
Bugün hazırlanmak istiyorum...
Hazırlanmak istiyorum kendi yarınım için, öbür günü düşünmek için...
Sonucu belirleyecek olan bu.
Halihazırda planlarım var, ama hayır, bugün planlama yok...
Yarın planl yapma günüdür.
Yarın dünyayı fethetmeye masama oturacağım;
Ama ancak öbür gün fethedeceğim dünyayı...
Ağladığımı hissediyorum,
Apansız ağladığımı hissediyorum, derinden içime doğru...
Bugün ne olup bittiğini bilmeyin, bu bir giz, söyleyemem.
Yalnızca öbür gün...
Çocukken her hafta Pazar günü sirki beni eğlendirirdi.
Bugün bütün eğlencem çocukluğumdaki tüm hafta süren Pazar günü sirki...
Öbür gün, bambaşka biri olacağım,
Yaşamım zaferle taçlanacak,
Zekamın bütün gerçek nitelikleri, iyi öğrenimim, uğraşım-
Hepsi toplanacak bir araya herkese duyurmalı ...
Ama herkese sunulan boşa gidecek yarın...
Bugün uyumak istiyorum, gerçek nüshayı yarın yapacağım...
Bugün için, hangi gösteri yineleyecek çocukluğumu bana?
Yarın bir bilet satın alabilirsem,
Gerçek gösteri öbür gün çünkü...
Daha önce değil...
Öbür gün göstereceğim halkın karşısında yarınki kendimi
Öbür gün bugün ben olmadığım görülecek sonunda.
Yalnızca öbür gün...
Sokak köpeği gibi uykuluyum.
Gerçekten uykum var.
Yarın size her şeyi söyleyeceğim, ya da öbür gün...
Evet, belki de yalnızca öbür gün..
Adım adım...
Evet, adım adım..
Fernando PESSOA