YALNIZLIKLAR
25.
Yalnızlık aşklarda gezer çoğu kez;
aşklar ki,
yüzyıllardır vazgeçemediğimiz bir ölüm türüdür
ve yasaların
geleneklerin
ve törelerin
ve sakız sakız alışkanlıklarla
yasakların hüküm sürdüğü yerlerde doğarlar.
Bu yüzden, her aşkın gerisinde
bir kuraklık vardır
ve her aşk
büyüler kendini kendi başkaldırısıyla.
Sonra aşkın,
çırılçıplak kalan
ya da kendini öyle hisseden bir ben’i
biz’le örtmek gibi ( ki, biz ben’in en kalın örtüsüdür)
gizli bir görevi vardır.
Aşklar ki – ah aşklar,
yalnızlığımız kadardır.
26.
İster içinden bakılsın ister dışından,
bütün pencereler birer yalnızlıktır
ev denen yalnızlığın yüzünde.
Çatılara üşüşen antenlere bakmayın, yalnızlıktır;
camları titreten şu müzik, şu perdeler
ve omzunuza çarpıp geçen şu bıyık,
şu bira kasaları sonra, şu mikrofondaki ses,
şu gülüş, şu öpüşme ve bütün alışverişler yalnızlıktır.
Gece, gündüz sizinle gezer; yalnızlık.
Gündüz, gece sizinle gezer; yalnızlık.
27.
Ben sensizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde.
Alevin cürmüydü kum düşü;
bir elma hangi nakışa yakışırsa oradaydı yaprağın ölümü
ve her pusula kendini gösteriyordu önce, her bıçak kendine batıyordu
ve gerçekler öyle yalandı ki o yıllarda, böcekler bile her şeye inanıyordu;
otlar ve taşlar bile, her şeye ..
Oysa her zamanki gibi her şey dönüp dolaşıp insanda ölüyordu.
Renklerin çağrışımları bu denli gürültülü değilse de kendileri vardı.
Sesler vardı, gözlerimizi oyan görüntüler vardı.
Hatta, anlamlar gene o eski huylarıyla her şeyi örtünüyorlardı.
Yokluğu örtünüyorlardı sözgelimi, renkleri, sesleri, biçimleri,
derinlikleri ve güzellikleri ve çirkinlikleri örtünüyorlardı.
Seni, beni sonra; senden benden oluşan kargaşayı,
sonra görme yetimizi ve daha neyi, neyi ...
Yani okyanus okyanus yorganlar didikli yorduk
durup dinlenmeden anlamak için küçücük bir iğneyi.
Ve anlamı güzellik damarından yakalamak gibi
bir alışkanlığı sürdürüyordu insanlar.
Çiçek gibi kızlar vardı yeryüzünde bu yüzden,
çiçek gibi sofralar, evler, bahçeler, parklar ve dudaklar vardı.
Bozkırın kendini tekrarlayan dikensi yalnızlığı bile
çiçek gibi çizilebiliyordu sözgelimi,
balıklar ve kokarcalar ve alçak mı alçak suratlar
çiçek gibi çizilebiliyordu.
Güzellik en meşru takıntıydı bir bakıma
ve nedense çiçek denen ota takılıp kalmıştı.
Oysa o yıllarda, Baklan'da ve her yerde,
diyelim gün ortasında ya da gece ya da seherde
her çiçek insandan kaça bildiği kadar çiçekti.
Şarkıları ne hicazdı, ne nihavent ve düğün
bilmiyorlardı henüz, ölüm bilmiyorlardı.
Tören kelimesi sızmamıştı kokularına,
keder ve sevinç sızmamıştı.
Hatta, cam dibi yalnızlıklarının demirbaşı da değildiler.
Bir yalnızlıktı onlar evcilleşmeden önce,
şimdi yapayalnızdırlar ellerimizde.
Hasan Ali TOPTAŞ