Görsel: Charles Lucien Léandre (Fransa, 1862-1934)
SENİ ÜMİTSİZCE SEVMEYE KIZMA
Burası
bir dünya… Burası kalabalık bir meyhane. Burada erkekler hep çoğunlukta.
Umutsuzluk da öyle…
Birileri
camları kırıyor. Dışarı bakıyor bir adam. Sokağa, geceye bakıyor… Öldüğüne bir
türlü inanmak istemediği sevgilisine bakar gibi bakıyor hayata… Öyle bir
bakıyor ki, sevmeye hak kazanmak için bile savaşmak gerekiyor, gecikince insan
ömür boyu ölü bir sevgiliyi kollarında taşımaya mecbur kalıyor, der gibi
bakıyor…
Bir
kadın kucağına gelen kedinin tüylerinde arıyor kaybettiği sevginin büyüsünü…
Karşı köşedeki eski duvara vuran sarı ışığı seyrediyor iki adam. Sanki suçlu,
sanki yasak bir sevişme yaşıyorlarmış gibi mahçup, ama yine de hiç konuşmadan
seyrediyorlar duvardaki o sarı ışığı.
Bu
gece bana gelmeni istiyorum, ya da sana gelmeyi, ama telefonun hep meşgul.
Böyle anlarda hep tasavvufa sarılırım ben. Sabrın yüceliğine…
Telefonun
meşgul çalarken eski duvardaki sarı ışığı seyreden adamlara bakıyorum bir
taraftan… Lodos rüzgarları vuruyor o sarı ışığa. Tenteler uçuşuyor. Biliyorum,
boşuna bekliyorum bu telefonun önünde, burada, bu dünyada; ama olsun, yine de
ümitsizce seviyorum seni…
Umudum
olsaydı, inansaydım bu hayata, insana ve sana, önünde tükenmek isterdim, önünde
veda ederdim bütün bildiklerime, herkesin bilip tanıdığı kendime.
Ben
okullarda okurken, yine de hep böyleydim. Sevmezdim herkesin yaptığı şeyi.
Sevmezdim müsamereleri. Çabucak biten, sınırları çizilmiş zavallı piknik
gezilerini. Gökyüzünün mavisine bakıp terlerdim hep, kapana kısılmış gibi
terlerdim.
Oysa
görüp göreceğimiz en güzel yerdi dünya; ama bu dünyanın geçerli yasalarına göre
en büyük suçtu bunun farkına varmak, okullarda ve her yerde… Sadece bu bile
yetmişti zaten hasta biri olmama… Yetti bu zaten, sıradışı ve güvenilmez biri
sayılmama…
Beni
hasta, beni sıradışı, beni güvenilmez kılan bu yanım yüzünden tatmadığım acı
kalmadı, tatmadığım kuşku ve belirsizlik…
Bir
gökyüzüne bakıyordum, bir hayata, bir de insanlara… Dikkatim hep dağınıktı bu
yüzden… Böyle olmaması gerekir, bu hayat yanlış diyordum acemi sesimle, çocuk
sesimle… Yaşadıklarımı anlıyordum ama tecrübe dedikleri o şey oluşmuyordu bir
türlü bende… Etrafımdakiler öyle dikkatli ve öyle öfkesizdiler ki, onca yıl
boşuna yaşadığımı hissettiriyorlardı sanki bana… Konuşmak soyunmaktı benim
için. Sılaya dönmek istemekti. Ne denli çok sıla hasreti çektiğimi
hissettirmekti konuşmak.
Oysa
sılama kavuşmak ister gibi konuştukça umut kesiliyordu benden. Hatta utanç
vericiydi göründüğü gibi olması bir insanın. İnsanın ve hayatın
değişebileceğine inanmak aptallık derecesinde ayıptı burada ve her yerde…
Anladım
bunu, anladım. Kendim olduğum ve yaşadıkça tecrübe edinmediğim, onca yıl
boyunca kendimi dünyanın soğuk gölgelerinin arkasına gizlemediğim için üşüdüm
hep ve hiç olmadık zamanlarda utandırıldım; utandırıldım tecrübesiz kendimden…
İşte
bu yüzden yıllarca kendimi sevmem için birine muhtaç oldum ben hep. Kendimi
sevmem, hayata yeni bir başlangıç yapabilmem için hep birini kendimden çok
sevmem, bu yüzden ona ümitsizce bağlanmam ve onun bana acı çektirmesi
gerekiyordu, birine eksilmeden tutku duymam için de onun beni üzmesi
gerekiyordu.
Öyle
çok utandırmışlar, beni benimle öyle çok karşı karşıya bırakmışlardı ki, benim
kendimi sevmem için beni benden kopartan, yolumu şaşırtan, sılamı unutturan,
bana anlamsızca acı çektiren birine bağlanmam gerekiyordu…
İşte
böylesin sen de… Beni benden koparttın. Asıl gitmem gereken yeri, sılamı
unutturdun bana. Belki de en çok bu yüzden bağlandım sana. Yıllardır
yanıbaşımda derinleşen boşluğumdan, kasvetli geçmişimden, kapana kısılmış gibi
geçen döküntü günlerimden kurtardığın için bağlandım en çok sana…
Evet,
ölecek kadar acı çekiyorum şu an. Ama bir taraftan bu acının ne denli anlamsız
ve boşuna olduğunu biliyorum. Ve yine de engel olamıyorum bu acıya… Belki de
engel olmak istemiyorum.
Bu
boşluktan beni kurtardığın için her şeyi yapma hakkını tanıdın kendine. Bana da
seni tanımanın, seni anlamanın o büyük yolculuğu, o büyük gizemi düştü… Kendimi
unuttum, senin peşine düştüm.
Bir
gece aramızda nasılsa bir suskunluk olmuştu.
Ne
gördüysen gözlerimde, ne duyduysan suskunluğumda, seni kıskanıyorum, demiştin
bana, hatırlıyor musun? Saflığımı kıskanmıştın, ne tuhaf; sana duyduğum aşkı
kıskandığını söylemiştin… Beni kendinden kıskanmıştın.
Çünkü,
hani bireydin ya sen. Kimseye ait olamazdın ya. Bedenin ve ruhun yalnızca sana
aitti; hem Tanrı da yoktu gökyüzünde ve vaktin de çok azalmıştı ya…
Hiç
düşündün mü peki, bir kez olsun düşündün mü, neden bu kadar doyumsuz ve aceleci
olduğunu.
Eminim
düşünmüşsündür. İsteklerinin sınırı olmadığını, kendini arzularının ve
hazlarının rüzgarlarına niye bıraktığını düşünmüşsündür…
Biliyor
musun, benim için bunların zerrece önemi yok! Kiminle istersen yat. İster
kadın, ister erkek… İstediğinle seviş. Özgürlük bir tek geceleri, yatağında ve
sadece sabaha kadar tanınıyor sana, bunu benden daha iyi biliyorsun.
İstediğin
kadar seviş. Ve beni de arzuladığın zaman ara sadece… Ama bana bir kez olsun
gerçekten anlat, neden bu kadar aceleci ve doyumsuzsun.
Neden
böyle olduğunu ben çok iyi biliyorum aslında, ama sen anlat, senden duymak
istiyorum…
Bazen,
gecenin bir yarısı kalkıp bana geldiğine göre, sen de benim seni ümitsizce
sevmeme bağlısın aslında.
Vazgeçemediğin
tek şey bu belki de bende… Hayatındaki tek sahici şey…
Her
şey sevişmek değildir, her şey ten değildir… Çünkü bir yanın hazzın ve
arzuların peşinde koşarken, bir yanın giderek derinleşen o boşlukla savaşıyor…
Senin aşk dediğin o boşluğu kapatmak, mümkünse unutmak istemek değildir,
biliyor olmalısın…
Bak,
bunu en çok da kendime söylüyorum. Bir gün arzuların ve hazların dinerse,
anlatmak isterim sana neden en çok boşluğumuzdan kaçmak için aşık olmak
istediğimizi…
Hatırla
ne olur, hatırla, kimden ve neden kaçtığını hatırla… Kendimizden, yanı
başımızda büyüyen boşluklardan kaçtığımız sürece gidecek bir yer yok aslında,
anla…
Ve
bu yüzden bana hiçbir şey ifade etmiyor, sen benim için fazla iyisin demen,
hiçbir şey ifade etmiyor bana.
Ne
olur yıllardır beni benimle karşı karşıya getiren, beni benden kopartan
insanların diliyle konuşma…
Beni
senden ayıran tek bir şey var oysa… Tek bir şey: Benim seni ümitsizce sevmem…
Senin benim tarafımdan ümitsizce sevilmen… Bunun dışında birbirimize öyle çok
benziyoruz ki, git gidebildiğin, kaç kaçabildiğin kadar…
Git,
benden uzaklara git… Unut bütün değerlerini, değersiz ol. Hiç bir değerin
olmasın. İster kadın, ister erkek önüne gelenle yat… Ne yaparsan yap, farkında
olmadığını sanırken bile ele vereceksin yine. En güvenmediğin insanların
yanında, belki de en çok onların yanında ağzından kaçıracaksın gerçekten seni
ele verecek olan şeyleri.
Doyumsuzluğunun
peşinde koştuğun anlarda, belki de en çok bu anlarda çarmıha gerilmek
isteyeceksin… Biliyor musun, benim hiç bir değerim yok, derken bile, bir başına
kaldığında, seni senden kurtaran kimse kalmayınca yanında, dünyanın bütün
günahlarını üstüne almak isteyeceksin.
Tanıyorum
seni. Tanıdığım için de kaçıyorsun benden, kaçtığın için de ümitsizce seviyorum
seni ben…
Çünkü
ben, seni sana hatırlatıyorum. Kendimden önce seni boşluğuna çağırıyorum. Bu
dünya, bu hayat böyle olmasaydı, en çok beni severdin biliyorum; ve şimdi en
çok bununla avunuyorum…
Seni
ümitsizce sevdiğim için ne olur kızma, ne olur gücenme bana… Bunu çok istedim.
Benim yerimde sen de olabilirdin…
Kıskanırdım
seni en fazla, ama kızmazdım, anlardım, hak verirdim, gücenmezdim…
Sürekli
mağdur üretiyor bu hayat, sürekli yoksul, sürekli köle…
Her
şeye sinmiş bu derin haksızlık, bu uçurum yasası. Biri efendi öbürü köle
olmazsa aşk bile olmuyor bu hayatta… Ne olur kızma bana…Git kiminle istersen
seviş, ne yaparsan yap; geceler senin, kimi arzularsan arzula, ister sevmediğin
insanların bile seni sevmelerini bekle, durmadan onaylanmayı bekle onlardan;
isterse durmadan derinleşsin o boşluğun; biliyor musun ümitsizce sevdiğim için
seni, daha iyi anladım bu hayatı ben.
Bu
imkansız aşk bana insanları ve hayatı daha iyi tanıttı… Bu ümitsiz aşk senin
aslında ne denli yalnız ve ne kadar çaresiz olduğunu gösterdi bana…
Bu
yüzden kabullendim işte; seni efendi yapan, seni değerlerinden kopartan,
etrafındaki onca insana rağmen seni yapayalnız kılan bu aşkın kölesi olmayı
kabullendim… Bana düşen de bu… Değiştirmek isterdim bu hayatı, ama
değiştiremiyorum, gücüm yetmiyor…
Seni
ümitsizce sevmeme kızma, kızma ne olur…
Cezmi ERSÖZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder