Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

İlhan BERK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İlhan BERK etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

9 Haziran 2021 Çarşamba

İlhan Berk / Deniz Eskisi [ AŞKLAR İÇİNDE BİR KENTİN HERHANGİ BİR KENTİN ]

AŞKLAR İÇİNDE BİR KENTİN

HERHANGİ BİR KENTİ

I

Benim yüzüm bir bayram telâşıdır

Küller ve biraz da deniz artıklarıyla


Ben ki çocuklarla büyüdüm ve

(Bu yüzden uzundur ya biraz kollarım)


Bir denizde bir akşam gittim ölümü

Yosunlar rüzgârlar gözleriyle balıkların


Hâlâ saçlarıma takılmış bulurum

Bir balığın pullarını ve tuzu


Şimdi bir yolu yürüyoruz ya seninle

Birden üçüncü sınıf bir lokantadayız işte


Bir kadın senin ağzınla gülüyor ve

Ne mutlu ne mutsuz.


…………………… Nedir mi mutluluk diyorsun

Bir eylülü gitmek belki de böyle

(Eylül ki en kanayan aydır tarihte)


Ve birden o adam gösterisine başlıyor

Yırtılan sesiyle.

…………………… Sanki sarı beyaz kara

Sanki bütün ırklar birlikte bağırıyorlar

Ve sanki insanlığın hali.


…………………… Ve soruyorum kendi kendime

Lokantalar neden insanlığın haline benzer


Böyle bir dünyadayız işte yürüyoruz yürüyoruz


Ağzımdan diyordum daha çok ağzımdan öp beni

İnsan yaşarken bilmez yaşadığını.


II


Böyle çıktık sonra akşama akşam dediğimize

Bir denize bir denizin birdenbireliğine


Ben aklımdan ağaçlıklı ağaçlıksız yolları geçiyorum

Bir çocuğun yüzünde sanki bir öğle sonuyum


Tam neredeydi şimdi bir türlü çıkaramıyorum

Bir sokak unutmuş sokaklığını gidiyordu


Belki bir resimde yaşamaktan sıkılıp çıkmış geliyordu

Belki de Dul Bayan Suzan Adoni’nin ayininden dönüyordu


Diyordum herhalde bu ikisinden biri olmalı

Bir sokak da çünkü her zaman kendinde değildir


Susuyoruz ve

Sanki dergilerde kalmayı seçmiş şiirler gibiyiz


Hem gün gelir şiirler de eskir biliyorsun

Kalır ama bir yerlerde bir eylülün eylül olduğu


Ben ki dikkatli bir su gibi yaşadım

Seninle ve küllerle.


III


İlk kar Toroslara yağdı diyor bir ses

Yağmış gibi anafor gözlerine


Oturdum sonra gözlerini düşündüm gözlerini buldum orda

Bir deniz gibi uzandım içlerine


Çakıllardan en harlı ateşler yaktım bıraktım

Kaldım öylece uzun çayırında saçlarının


Dedim ki hatırla hatırlamaktır zaman

Bütün dillerde.

………………………… Yüzün de odur

Yüzün ki bir ormanın sayısız en sık yerinde

Bir akşamın akşam olduğudur bende


Hem bak tarih de kabarmış bir anıdır

Zaman da. Çarşı gül ağzında


Geçtik denizi öylece indik sonra geceye

Geçmiş gibi bir göğü bir baştan bir başa


İlhan Berk / Deniz Eskisi

15 Nisan 2018 Pazar

YAŞADIKÇA - İlhan BERK

YAŞADIKÇA

Yaşamalıyız mutlaka
Büyümesi için peşin çocukların
Bin bir keyifle akan suyun
Hatta çiçekteki ağacın hatırına

Bir şey var ki biz dünyadakiler için
Boyuna üzülmesi
Boyuna dayanması düşüyor
Yaşadıkça altın yüreğinin

Bu pırıl pırıl dünyayı
Bizimle yaşar her şey sonsuz bir sevinç içinde
Bizimle hiç şüphesiz
Alabalıklar, dereotları

Hiçbirşey daha güzel değildir herhalde
Dünyada hiçbir şey
Bizim ona baktığımız
Duyduğumuz kadar yüreğimizde

Mutlaka yaşamalıyız
en çok da rüzgârda bir ağaç gibi hür
En çok keder içinde
En çok yaşamasını istediğimiz
İlhan BERK

22 Mart 2018 Perşembe

SENİN AŞKIN KIRMIZI MIDIR ~ İlhan BERK


SENİN AŞKIN KIRMIZI MIDIR

Senin aşkın kırmızı mıdır
(Aşk, o duvar saati)
Yeniden derinden anladım artık
Senin aşkın kırmızı

Senin yüzün gece midir
(Yüzün, o küçük su yolları)
Bütün renkler ezberimde de söylüyorum
Senin yüzün gece

Senin sesin akşamüstleri mi
(Sesin, o deniz kıyısı)
Bütün sesleri yaşadım da biliyorum
Senin sesin akşamüstleri

Senin gözlerin Göl Saatleri mi
Gözlerin o Dünyanın En Güzel Arabistanı
Bütün kitap adlarını düşündüm
Senin gözlerin Göl Saatleri
 
İlhan BERK

4 Ocak 2018 Perşembe

HALİKARNASSOS (I-II-III-IV-V-VI) İlhan BERK "Bir Yeryüzü Tanığı"

HALİKARNASSOS

I
Hava patladı. Demek gök boşandı Kaplankaya'da. Ve bir kolu
Koyun. Boşanmış göğü kaldırıyorum tutup iki ucundan.

Beyaz her şey. Beyaz beyaz beyaz. Beyaz olan
Şeye çıkıyor yüzüm. Ve sessizce dolaşıyorum bir kaleyi

Burçları, mazgalları, kuleleri: Suyun
Ellenip ayaklandığı ve bir çocuk kılığında dolaştığı

Ve girip çıktığı sokaklara - ki biraz kireç, biraz
Tuzdur ve devrilmiş bir süt şişesi hüznüyle durur -

Oylukdağı'na çeviriyorum gözlerimi
Yenileyip duran kendini ve değişen

Değişmekmiş gibi ölümün uzun uzun yazılan adı
Bir dağın hayatında, bir dağın durgun sıkılgan.

Uzayıp gidiyor bir yol bir çarşı ve çıkmıyor
Bir evin imbata açılan penceresi. Bir balkon.

"Kasımdayız ve birden soğudu havalar," diyor bir adam
Ve avucuna dolduruyor havayı ve bırakmıyor

Kaşlarını düşüre düşüre çıkıyor sonra dalgakıranı
Ve tükürüyor durmadan ve duvar gibi yüzü. Duvar

Gibi bir papalık arması önünde duruyor gözleri
Bir papalık arması, yılanlı kuleli, uzun, haçlı

Ve ölüm yalnızlığını bırakmış sade ve çekip gitmiş
Yani yazmamış adını ve rengini. Beyaz öyle.

Bakıyoruz birlikte çekip giden ölüme. Ve kentlerden konuşuyoruz
İçini otlar bürümüş kentlerden ve kuşlardan.

Hiç yeri yokken sen giriyorsun sonra hiç yeri
Yokken ellerini tutuyorum ya da bir su arkını

Ve nedense bir Moğol'un yüzünü anımsatıyor yüzün
Durup dururken. Ve çıkıyor ellerime.

"Girit'te sabah erken olur," diyor sonra. Doğduğu
Girit'te. Ve Girit'teymiş gibi buruyor bıyıklarını.

Sevdiği kadınları anlatır gibi anlatıyor sonra da
Gördüğü kentleri. Ve hiç ayırmıyor denizden gözlerini

Ve ellerini. Bir sokağa çeviriyoruz neden sonra yüzümüzü
Bir eve belki. Uzun karısının ellerini uzun uzun

Yıkadığı
Ve ihtiyarlığının şöyle ucundan tuttuğu.

Birden bir alana çıkıyoruz ve galiba hiç konuşmuyoruz
Bir alana uzayan ve taşlık. Taşlık bir yolda

Bakıp kalıyorum ardından nedense işte
Sonra yeniden kente çeviriyorum gözlerimi.

II
Bir ağzın içi gibi kent. Ve sarı tütünden elleri
Ve dişleri. Bir yol uzun uzun dönüyor uzakta. Dönüp
Mindos kapılarına çıkıyor, eski Halikarnassos'a. Eski Halikarnas-
        sos'u
Dolaşıyoruz seninle. Lelegler'i ve İskender'i. Çok güzel olan ve
        çok
Şarap içmeyen İskender'i - ki çok yıkanır çok dinlenir
Diye geçer kral günlüklerinde - Ve yüzü Fırat'ın rengini alan
Ölümünde. -
Lelegler'i ve İskender'i işte. Benim esmer diye düşündüğüm
Lelegler'i ve bir yıkıntıyı. Şimdi
Bir ölümün taş ve kemik kılığına girdiği ve dolaştığı bizimle
Bizim bir düzlük diye bildiğimiz ölümü
Ve yürüdüğümüz.

İşte uzun boylu uzun bıyıklı Karya Satrapı. Ve taştan
Taştan bir yalnızlıkla geriye taramış saçlarını
Ve halkını. Artık uzun olan halkını
Ve şimdi yavaş yavaş çıkan bizimle bir dağın böğürlerini
Yazıcı dükkanlarını, surlarını
Bir köpek ve bir kadın iskeletini
Ve bir yağ kandilini kendi  hayatını kendinin yavaş yavaş işlediği
Ve durduğu.

Geçiyoruz işte yeniden bulur kurar gibi bir kenti
Lav altında ve soğuk.
Senin bir ağacın büyümesini seyreder gibi baktığın ölüm
İlk Akdeniz halkı gibi kısa boylu burda.
Ve ölü düşüyor kuşlar ve bir papirüs tomarı
Bir sakız testisi sonra korkunç uzun boynu.

Böyle bulduk yere batmış kenti
Ve bir Bizans maltızını
Ellerine çıkan
                     ve kalan.

III
İndim sonra denize okşadım durdum derisini suyun
Okudum suyu, susan suyu.
Biliyorum çok uzak değil doğduğum kent denize
Ama hep bir kara adamı gibi düşündüm kendimi
Onun için uzatmadım saçlarımı ve bıyıklarımı
Belki fakir büyüdüğümdendir belki özlediğimden denizi
Ama bilirim karayı ve suyu. Büyük karayı
Ve suyu. Ben ki
Aynı aşkla bakmışımdır bir porsukla
Bir fokun gözlerine
(onun için mi acaba esmerim ve uzun boyum)
Gördüm otları hayvanları gördüm de yüzümü tuttum
Gördüm ormanları ve cebimde gibi dolaştım gökle
Sordum sonra sordum durdum doğayı kendi kendime
Sordum da öğrendim kendimi
Büyüyüşünü yaprağın
Düşen suyu.
İnceledim tepeden tırnağa otu
Diri kökü. Çalıştım karanlık dokusuna
Döl yolunu buldum. Gittim geldim toprakta
Diri. Kokuları saptadım. Geçtim ağaçlara
Yeni ağaçlara. Yeni otlara. Azgın
Sularını akıttım. Sevincini
Gördüm birbirine girmiş iki dalın.
Geçtim sonra ölü bir köke
Geçer gibi bir ölüme.
Sevdim usumu
Anlayacağınız çıkanla çıktım düşenle düştüm
Böyle yavaş yavaş büyüttü kara beni.

Böyle dedim yıkık bir ayazmanın duvarına dayayıp sırtımı
Ama güldü durdu deniz.

IV
Göktepe'den bakıyorum Halikarnassos'a. Ağmış
Rüzgarlar, demirler, yelkenler ve hurda bir tekne.

Deniz görmeyen bir evde
Uzun uzun camları siliyor bir kadın

Siler gibi kendini (ki eski diller eğirir)
Ve sayılarla yaşar gibi geldiği evleri).

Eski balıkçılar eski sular kokuyor mendirek
Eski haritalar, yağ ve kırık bir çıpa ve.

Çekilmiş deniz. Çekilmiş denizi dinliyorum
Ve ölü sirenleri biraz da. Ki

Küldür cesetleri dağılan ve kalan evlerde
Gecikmiş bir öğle sonu biraz da.

Bağırıyor bir tereci terelerini ve yüzünü
Sülüklerini bir sülükçü ve şişelerini.

Ve tuz, yaban inciri kokuyor sokaklar
Ve bir uzak yol kaptanı akan gözünü

(Şimdi yalnız geceleri çıkan
ve ayaklarıyla gören işini).

Ve rotasını iskeleye çeviriyor bir ses
Ve çocuklar çocuklar çocuklar çocuklar.

Göktepe'den bakıyorum Halikarnassos'a
Çekilen denizde çocukların gözleri.

V
Böylece vardık varacağımız yere ensende toplayıp saçlarını
Ve topuzunu.

Güneşle başladı gün bir gözü ikiye böler gibi usturayla
Kendi halinde bir gözü
Ne bakan ne bakmayan.
Ve avlusunu yıkadı durdu bir kadın
Balıklarını temizledi oturdu sonra denize karşı
Başında tokalar ve yığıla firkete
Ve korkunç harnup kokusuna bıraktı kendini.
Vurgun yemiş gibi döndü neden sonra yeniden önündeki denize
Çözüp saçlarını ve ağzını. Büyük ağzını.
Dikip kıyıda ağ yamayan bir balıkçıya gözlerini
Girit'ten getirdiği uzun kuru elleriyle
Saran kendi kıydığı tütünüyle cıgarasını

Ve kendini.

O zaman gidip oturdum ben de aralarına
Konuştuk denizi.

Ve uzun uzun sustuk sonra üçümüz de
Yakındık ne de olsa üçümüz de ölüme

Onlar için bir yer değiştirmekti ölüm
İki heceli bir sözcük benim için.

(oturup yazdım ölümün gözlerini
kımıltısız ve durağan)

Sonra çıktık gittik. Eskidik.

Sonra gelip düştü güneş.

VI
Ağacı çöpü otuyla uyandı yarımada. İndi kalktı.
Çizdi durdu kendini
baktım Değirmen burnu yalçın ve dağlıktı
ve daha şişman daha kemikliydi eski coğrafyada. Ve
        sevendi otlarını balıklarını daha.
Ovaya batmıştı İnceburun 
Kırılmıştı Gökova.
Gittim geldim usumda suyla
Hayıtla.
Hanlarda yıkadı yüzünü çocuklar baktım
Gök buruştu durdu
Bir tirandil kendini çekti kalafata
(Asık suratlı buruş buruş yüzü)
Açıldı sonra baktım.
Uzun uzun yazdı adını Pazardağı ve Kızılburun
Döndü yerine.

Nane kekik koktu dağ.
Bir su üstü karagözü kayboldu Bozburun'da. Çataladaları'na
        çıktı
Dinledi geçtiği yeri.
Denizin yüzü karıştı
Kapadı büklerini
Toplandı.
Yürüdü kara. Kapı önlerinde oturan kadınların yanına gelip
        durdu.
Hışımla geçti bir kırlangıç, küçüldü durdu uzakta
Ağını attı bir adam baktım
Çekti iple sonra ihtiyarlığını.
Güneşe serdi süngülerini hızlı hızlı bir süngerci
Ve bağırdı hafif kalkık bıyıklarına.
Baktım köylerini uyandırdı yarımada
Teknelerini indirdi
Düzdü ırıplarını, gırgırını
Balığa çıktı baktım.
İlhan BERK
"Bir Yeryüzü Tanığı"

12 Aralık 2017 Salı

BAŞ SAĞLIĞI - İlhan BERK




Fotoğraf
BAŞ SAĞLIĞI
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Acılar unutulduktan sonra
Dönmeliyim.

Ölümlerin karşısında şaşırıyorum
Ne desem ki
Düşünüyorum.

Kalanları ağlıyor gidenin
Benim gözlerim kuru
Herkes bana bakıyor, biliyorum
İçlerinden geçenleri.

Baş sağlığı dilemek
Garibime gidiyor
Ölen öldü, sen yaşa
Küçültmeye benziyor.

Beni böyle kitaplar mı yaptı ne
Kâğıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben
Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum.

Ben canavar ruhlu muyum
Bir ölü evinde tek söz söylemeden
Put gibi duruyorum.

Kimseler anlamaz derdimi
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Bir yakınım öldümü.
İlhan BERK

9 Aralık 2017 Cumartesi

YÜZ.. - İlhan BERK

YÜZ..

Biliyor musun sen bir şiirde ilk satırsın ilk sözcük 
Beyaz bir gül 
Beyaz bir gül ne kadar beyaz olursa o kadar 
Ne kadar suysa bir su 
O kadar 

Ben en yakın yüzüm yüzüne 
Uyandığın sabaha, yatağına 
Birden bulup birden yitirdiğin bir şey olur ya,ona 
Bir dağ okulunda ilk derslere giren çocuklara 
İlk coğrafyacılara 
İlk harflerine bir alfabenin. 

Yüzün ki korkular verir bana ne zaman yüzümü tutsam yüzüne 
Ben ki ölüme hiç eğilmedim hiç girmedi sözlüğüme 
Belki sokağa ilk çıkan bir çocuktur ölüm 
Belki senin bazen topuz yaptığın saçın 
Bir yaban çiçeği ya da ve daha ilk geliyordur dünyaya 
Bir demet maydanozu koparıp bırakmak belki de. 

Dedim ya hiç bilmiyorum arabı belki de benim sık sık çıkarıp 
Baktığım bir fotoğrafın 
Bıyıkları hep yüzüne düşen bir adama çektirdiğim 
Bir suya bakarken 
Bir suya 
Duru mu duru ve daha sessiz ölümün kendinden. 

Ben ki seninle aştım yasları 
Koydum çağıma adımı.Bir burukluğu 
yüzün gibi.
İlhan BERK