ÇALINMIŞ BİR
MAHŞER İÇİN AHVAL
" Ben Afrika'da kanat çırpan bir kelebeğin Kuzey
Amerika'da yarattığı kasırgayı istiyorum… Ben kaos istiyorum! "
sefil
bitler hala uzayın boşluğunda yaşıyor ve içimde bir abdal ağlarken ufuklar
caddesinde
ufuksuz adam, sesine bir küfür katmış sokaklara saçıyor... arada
üşümüş
gözlerle, pörsümüş göğüslere bakıyor; üşümüş gözler üşüyor, üşümeye
bakıyor...
için
içimde gerilen hayat ,turuncu laleler ve ıssız insanlık, artık sıcak
sözcüklerden
utanacak
kadar d(üşüyor)! günler, yeni günlere yenilgiler saçıyor... bu yüzden
ellerim
durmadan uzaklara kaçıyor, gözlerim hep dağlara bakıyor. ben kentlerde rehinken
firar
ellerim! ellerim üç beş nöbetinde bir askerle kanyak çekiyor, gözlerim yorgun
bir
gerillayla
ufka bakıyor... aklımda Diyarbakırlı bir kızın uzak ve sıcak gözleri, havada
kar,
gökyüzü aydınlığında bir çingene cüreti; yollarda aç köpekler, çatılarda ürkek
kuşlar
üşüyor...bütün yaslı hayatların ansızın bir sonbahar geçiyor...
içimde
bir sonbahar kırık dökük vagonlar gibi...poyrazım sinmiş, yağmurum dinmiş
ve
düşlerim darmadağın erken göçen kuşlar gibi.
hey
kuşlar, daha dün kağıttan uçaklar, gemiler yapan çocukluğum hangi cehennemin
dibine kaçıyor? kaçıyor! kaçtıkça daha çok görüyorum: ölülerin kanında,
günlerin
meşru
kıvamında illegal karmaşalar büyüyor...
bir
şeyler büyüdükçe sicilim bozuluyor, şiirim deliriyor ve yurdumun toz duman
yollarında
külhan kasaba şoförleri küfrederek, yarışarak gaza basıyor... bir dağ
Bingöl'de
oturmuş sessizce öbürüne bakıyor... yamacına bir çoban çömelmiş de
yalnızlığına
bir ateş yakıyor ve uzak bir istasyonda bir kaçak, bomboş bir
şimendiferde
kurşunlanıp düşüyor!
insanlar
küçüldükçe ölüm büyüyor ve herkes seçmediği yasalarla ölüyor...
herkes
ölüyor ve caddelerden bayat bir proletarya geçiyor; baka baka
eskittiğimiz,
acıttığımız çağda bir Guernica; Guernica ağlıyor...
belki
bu yüzden içimde çığlık çığlığa bir sonbahar acıyor
içimde
bir sonbahar kışların kapısında yaprak döküyor...
bayat
bir proletarya caddelerden, anılardan esneyerek geçiyor...oysa evvel zaman
takvimlerinde
umuda gülümseyen sapsarı dişleriyle devrimdi onlar, gelecektiler! çıkıp
o
sanrılardan hepsi bir yere gelecektiler.
şimdi
Çankırı, Malatya yollarında, Moskova'da, Prag'da evlerinin camlarındaki ışıklı
buğular
arkasında eski türkü gözleri... akıp geçmiş çabuk nehirler gibi.
eski
türkü; şanlı proletarya ve müttefikleri(!)
proletarya
ve şanlı müttefikleri, hala o alaturka çoşkularla kol kola aynı soluk
Günlerin
daracık evlerinde aynı bordurlarıyla, aynı avratlarıyla oturuyorlar ve dünyaya
çalınmış
bir mahşer gibi bakıp, hala yeni yıllara aynı dişlerle gülümsüyorlar...
birde
tedavülden kalkmış genç ömrümüz; okyanusların unuttuğu kumsallar kadar
yanılmış,
yanmış ve yalnız ömrümüz;' narodnikler, troçki, finans kapital, oligarşi(!)ve
benim proletaryam: şimdi şiddet ekranlarında Hülya Avşarın kocaman göğüsleri...
Kırıkkale
,Tekirdağ yollarında eski halkım eski bir düşün devrimi gibi; halkım, hala
bir
devrim düşü gibi toprak ve insan kokuyor...
belki
bu yüzden içimde çığlık çığlığa bir sonbahar acıyor
içimde
bir sonbahar kışların kapısında yaprak döküyor...
bir
sonbahar:
o
şimendiferde vurulan kaçağın yüzündeki korkular
kadar
ölümlere acemi. bir sonbahar:
dallarında
darmadağın savrulan yaprakların eceli...
hey
sonbahar ,işte büyük aşklar , büyük düşler düşler büyük ölüyor!
büyük
aşklar , büyük düşler buruşuk çamaşırlar gibi yıllara seriliyor... uzaklıklar
gidiliyor,
yakınlıklar biliniyor ve hep aynı tahakkümün özneleri ,onları palyaço yapıp
tarihin
çöplüğünde gülüyor...gülüyor!
-artık
kül oğlu kül'sün sen ; zül'sün zül
bu
sözlerin üstüne bir çay geliyor; evet ,çay bile içiliyor bu sözlerin üstüne ve
belleğimden
uğultularla, saralı imgelerle geçen bitmemiş bir şiir Ankara'nın ortasında
mola
veriyor.
aklımda
hep self servis ömrüm... aklımda piç bir devrimin büyük
pankartları,
çalınmış alanları, kirletilmiş anıları... aklımda hep vaat eden o bıçkın
şarkıları...
aklımda kahraman yeminler, yenilmiş militanlar ve aklımda Diyarbakırlı bir
kızın
uzak ve sıcak gözleri; hep uzak, ve sıcak kalacak gözleri...
belki
bu yüzden içimde bir sonbahar acıyor; öyle acıyor ki acılar acısız
kalıyor;
mevsimler üstüme devriliyor; mevsimler üstüme devriliyor kışlar kış'sız
kalıyor!
devrimler öksüz, kalemim safsız kalıyor!
bizi
zaman yeniyor aşklarım aşksız kalıyor...
bir
sonbahar: açların mahkumların ve orospuların büyük yenişmişlikleri kadar eski.
bir
Guarnica acıttığımız eski çağın enkazında ağlıyor; ötede ter ve sidik kokan
barlarda
eski yoldaşlar:
-heyy
sesimize biraz daha alkol katalım
kaparosu ödenmiş yitik bir devrim
ve
bütün şaraplar için şarap açalım!
diyor...
Beyoğlu, Sakarya, kordon barlarında eski devrimcilerden caddelere simsiyah
bir
hüzün sızıyor...
caddelere
simsiyah yenilgiler sızıyor...ben burada kurşuni bir göğe bakarak,
Diyarbakırlı
bir kızın sıcak ve uzak gözlerine akarak, Varto'da Niksar'da kederlerini
gözyaşlarınla öpen çocuklar için ağlıyor ve bağrıyorum:
-bu
oyunda bütün replikler yalan
derken
her yeri yasalar, namlular ,dublörler kuşatıyor! içimin sokaklarında evden
kaçmış
çocuklar üşüyorlar...bir kemanın tiz sesinde günler sıtmalı, günler titreyerek
geçiyor...
Kızılay'da bir ayyaş ,nöbeti yanlış bir gündüzden devralmış gecenin
duvarlarına
işiyor...kasaba hapishanelerinde mahkumlar aksırıyor, tütün kokuyor, esrar
çekiyor...
pavyonlarda bir Gülnihal, akarsız sesiyle bir şarkı okuyor rast makamında..
ve
yurdumun toz duman yollarında yanık bir bozlak...
sesim
mi?
ulaşmıyor
ağladığım dağlara
tütünün
var mı dosttum ?
bir
poyrazdan geliyorum da...
yurdumun
toz duman yollarında işçiler harç karıyor yükselen yapılarda; yük
abanmış
bedene, can ölesiye tutunmuş tene :işçiler harç karıyor yükselen yapılarda.
yurdumun
toz duman yollarında analar erişte kesiyor sofralarda 'bu gün bizde
yarın
komşuda sıra.
yurdumun
toz duman yollarında mahkumlar marş söylüyor
ranzalarda;
hasret, kırık kanatlar gibi çöarepıpo düşüyor mazgallara
Buyurdu
mu toz duman yollarında memurlar evrak yazıyor, dülgerler ağaç kesiyor
şairler
şiir yazıyor, halim yurduma benziyor ...halim yurduma benziyor...
yurdumun
toz duman yollarında, batık gemileri unutulmuş kumsallarında büyük
toprakların,
büyük betonların kıyılarında babalar hevesle çocuk ekiyor yarınlara...
bir
Guarnica aynalarda ağlarken, yarınsız yarınlar bizim ;bu kışlar ,bu kanlar ,bu
ölü
kırlangıçlar
bizim...
(içimdeki
sonbahar kışların kapısında can çekişerek ölüyor)
sonbahar
öldü
her
yüz bir anı bırakıp gitti
alkışlar
methiyeler ,dostluklar bitti...
bilsem
size bağrımı açar mıydım hiç
bu
deniz benim olsaydı batar mıydım hiç
sonbahar
öldü
devrimin
yok evin yok sevgilim
ormanım
yok dalım yok yeşilim
bir
poyrazdan geliyorum; tütünüm yok gülüm yok
gökyüzü
öldü... şahdamarım zonkluyor
şimdi
yüzde yüz yalnız
İki
kere ikinin dört ettiği kadar mağlubum
sabıkalıdır
şiirim de şairi kadar
sonbahar
bile öldü...ömrümde çalınmış mahşerler var, havada kar...önümde
gül
demetleri, arkamda hançerler var!
sonbahar
öldü...feodal figüranlıklar için karnemi aldım ve hiç kopya çekmedim
hayat
oyununda sınıfta kaldım! eğrildim...artık eğrildim doğruluktan!
sonbahar
öldü... kapattım dili geçmiş zamanlara açılan kapılarımı; artık
yolumda
sadece kar var ve kirlendi alnımın aklığı bahçem tarumar!
(o
inkar eski inkar...)
yeni
bir söz
eski
bir gözle
anlatılmaz!
bir
meneviş olmalı sözler
kesilip
atılırken çiğnenmiş bahçelerde ağrıyan
karanfiller
ağrılarda
söz olmalı
ve
sözlerimiz yeni çağı kuşatmalıdır!
varsın
yeni bir söz için eski bir göz ölsün
ölsün
gecelerin ilmeğine suç ortağı çakallar
zamanın
tortusunda kurutulan anılar
büzüşen
yalnızlıklar
ve
ihanete doymayan ihanet ölsün!
ben
ise her denizde yeni bir liman için ölürüm
her
deniz yeni limanlarla tükenir, ölür
geride
martılar
çığlıklarla
yeniden
yeniden
hırçın sulara gömülür...
denizler
kalabalıktır
akarsular
ise yalnız, sefil durulur
ve
titreyen eski çağlarda beyhude şafaklar ölür!
yeni
bir söz için eski bir göz ölür
eski
bir göz tanıdık rüzgarlara savurur küllerini
ben
bir okyanusa adamışsam sesimi
bütün
limanlar ölür!
sonbahar
öldü
biz
gençliğimizle hiçbir yere varamadık
üşüdük
hep
üşüdük
de
birlikte hala ayrılmadık
oysa
nereye gidersem
yanıma
önce kendimi aldım
nereden
dönersem
biraz
dağınık kaldım
kıyılara
vura vura hayatın
yosun
tuttu düşlerim
aynaları
kullanarak eskittim
eskidi
gülüşlerim...
ben
ömrümün rahlesinde yanlış yüzlerle aşındım baktım, çıldırdım işte isyana
ve
inkara böyle taşındım!
ama bu
eski inkar
bu
sözler
bu
yüzler eksik
ve
eski
ve
eski gülü sula, kanı yıka, toprağı öp, yolu geç; ağıtı, ölümü geç suları, şarapları, salkatanatları… vardığın
yerlerde cüzzamlı çağ
göreceksin!
zemherilerde öğüttükçe şarkılarını, kendini yeniden, yeniden
keşfedeceksin!
eski
sonbahar öldü
şimdi
yeni bir kışı'ım
bakarak
uzaklara
verilmiş
sözüm
kalmışım
tuzaklara...
düşerken
tuzaklara
haydi,
sokağa fırla
yağmura
bakam ,geçer
aldırma!
bir
mezar kaz
üşüyen
yalnızlığa
bir
mezar
eskimiş
ayrılığa...
ağarken
uzaklara
geç
yağmuru, ihaneti, külü geç!
her
şeyi aş
ölüme
ulaş
ölüme
dalaş
artık
kaçtığın yer kaçamadığın yerdir!
sonbahar
öldü...son kez söylendi o eski sözler
şimdi
dağlardan kopup tepeme çöken şu ürkek bulut
ve
Erzincan'ın saçakları buz tutmuş dar, matemli evleri
bana
nal seslerine özlemimi anlatır
devrilip
giden ölü yılları anımsatır
ölü
yıllar bana neler...neler anlatır
kalbimde
bir Vivaldi, bir sızı kalır...
oysa
ben o balçıklarda izler bıraktım
yeni
yağmurlarda, yollarda esamem okunmuyor
ki her
yeni güz için yeni şarap açtım
yeni
şarapların güzleri anılara uymuyor
yeni
şarapların güzleri anılara uymuyor
yalnızlığım
kuytularda soluyor, ah ,soluyor!
demek
hep yanlış kadınlar için atmışım zarlarımı
ama
atmışım!
ve hep
yanlış yollara oynamışım ömrümün bütün kumarlarını...
yenilgiler
kapımı ayaz mevsimini çaldı
kalbimde
bir Vivaldi,bir sızı kalır...
artık
bu sözlerde olacağım...bu sözleri yazdığım yerlerde kalacağım ve bütün
yaslı
hayatları toplayarak kışların ortasına; yaslanarak aşklarımın yasına, anıların
buğusunu öperek
yazacağım… buğusunu öperek yazacağım...
Yılmaz ODABAŞI
"Aşk Tek Kişiliktir"