Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

Yılmaz ODABAŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yılmaz ODABAŞI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Ağustos 2018 Pazartesi

HAYAT GÜL KOKULU BİR SAĞANAK YİNE ~ Yılmaz ODABAŞI

HAYAT GÜL KOKULU BİR SAĞANAK YİNE

gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı
ne varsa uçurumlar eşiğinde
hüzünlerle yalpalayan ne varsa
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine
birşeyler anlatmak istiyor hayat
ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına
gün batıyor
gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım
unutuyorum sevgilim suretini
durgunluğun "niçin" di unutuyorum
gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma
umurumda değil ne yağmur ne ayaz
ne de kerpiç kokusu havada
unutuyorum/sabaha/kadar/ gün batıyor
sonra bir akasyayı okşuyor gözlerim
geciken sabahlara koşuyor kuşlar
gözlerimin önünde
ve hayat gül kokulu bir sağanak yine
Yılmaz ODABAŞI

2 Nisan 2018 Pazartesi

GÖZLERİN GÖKYÜZÜNDE BİR DOLUNAY - Yılmaz ODABAŞI

GÖZLERİN GÖKYÜZÜNDE BİR DOLUNAY

diyelim ki sessiz gecede poyraz
sis çökmüş o heybetli dağlara
yurdun da kar altında, gözlerin gök-
yüzünde bir dolunay

diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini
seslere çarpmış sesin
ama ulaşmamış nefesin

diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik
bu hayat seni bir oyuncak sanıyor

diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak
yasak, yarın yasak, düş yasak sana

diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında
bir çay bile ısmarlamıyor hayat!

diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık
sis çökmüş güvendiğin dağlara...

kederli bir süvari ol
orda! sen orda
bırakma atını mahmuzlamaktan

bıkma bu puştlar panayırında
berrak nehirler aramaktan!

yaslı bir kışa rehin düşse de günler
kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt
o tomurcuk düşlerin yağmuruyla ıslansın

(o tomurcuklar ki bahçedir bir gün insanlığa güllerden
hep ilenç mi?
sevinçler de devşirmeli bu ayaz mevsimlerden!)

çünkü her insan bir limandır baş ucunda tekneler
çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın

kimi kesik, kanıyor şah damarından
kimi bozgunda yetim dervişan
kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan

(yamalı yerlerinde
kanıyor hayat
tutunduğun yerlerinden
soluyor hayat...)

bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın
salıver düşlerini ateşlere abansın!

tutunduğun yerlerinden solarken hayat
bıkma atını mahmuzlamaktan

bıkma sendeki insan için
derin uçurumlar arşınlamaktan...

yaslı bir kışa rehin düşse de günler
bir gün rüzgar esecektir suların serinliğinden
bir gün kırlangıçlar da geçecektir göğün genişliğinden

yaslı bir kışa rehin düşse de günler kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt
o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın

çünkü senin de bir ütopyan varsa,
i n s a n s ı n...
Yılmaz ODABAŞI

8 Şubat 2018 Perşembe

SANA YAĞMUR DİYORUM ~ Yılmaz ODABAŞI

SANA YAĞMUR DİYORUM

(gidersen hani sığınaklarım?
eksilir, zarar kalırım
kalırım!
yeni günün tenine dağılır yaralarım
sana yağmur diyorum…)

uzun boylu umuttun
tadında unutuldun
nerde büyük uçurumların
kış suların, yaz uykuların?

sana yağmur diyorum ıslaklığım bundan
yağ da ıslanalım, ama uslanmayalım
uslanmayalım!

gün, vursun yükünü gecenin hırkasına
yol, vursun sesini uzaklığın pasına
sesime kibrit çaksan tutuşacağım
sargısızım,
çoğalırım;
çoğaldıkça arsızım
sana yağmur diyorum…
en haklı aşk,
alkışsız sürebilendir
ve en haklı kavganın öznesi
ölmemek için dövüşürken de ölebilendir…

o an
işte o an
ey bizi ayrı takvimlere düşüren zaman
yere bir bahar dalı düşmüş gibi mi olur
sıradağlar mı tutuşur bağrının orta yerinde?

yeter
kan sıçratmayın sabahın seherine
boğulursunuz
boğulursunuz!
Yılmaz ODABAŞI

3 Ocak 2018 Çarşamba

ÇALINMIŞ BİR MAHŞER İÇİN AHVAL ~ Yılmaz ODABAŞI

ÇALINMIŞ BİR MAHŞER İÇİN AHVAL

" Ben Afrika'da kanat çırpan bir kelebeğin Kuzey Amerika'da yarattığı kasırgayı istiyorum… Ben kaos istiyorum! "

sefil bitler hala uzayın boşluğunda yaşıyor ve içimde bir abdal ağlarken ufuklar 
caddesinde ufuksuz adam, sesine bir küfür katmış sokaklara saçıyor... arada 
üşümüş gözlerle, pörsümüş göğüslere bakıyor; üşümüş gözler üşüyor, üşümeye 
bakıyor... 
için içimde gerilen hayat ,turuncu laleler ve ıssız insanlık, artık sıcak sözcüklerden 
utanacak kadar d(üşüyor)! günler, yeni günlere yenilgiler saçıyor... bu yüzden 
ellerim durmadan uzaklara kaçıyor, gözlerim hep dağlara bakıyor. ben kentlerde rehinken 
firar ellerim! ellerim üç beş nöbetinde bir askerle kanyak çekiyor, gözlerim yorgun bir 
gerillayla ufka bakıyor... aklımda Diyarbakırlı bir kızın uzak ve sıcak gözleri, havada 
kar, gökyüzü aydınlığında bir çingene cüreti; yollarda aç köpekler, çatılarda ürkek 
kuşlar üşüyor...bütün yaslı hayatların ansızın bir sonbahar geçiyor... 

içimde bir sonbahar kırık dökük vagonlar gibi...poyrazım sinmiş, yağmurum dinmiş 
ve düşlerim darmadağın erken göçen kuşlar gibi. 

hey kuşlar, daha dün kağıttan uçaklar, gemiler yapan çocukluğum hangi cehennemin dibine kaçıyor? kaçıyor! kaçtıkça daha çok görüyorum: ölülerin kanında, günlerin 
meşru kıvamında illegal karmaşalar büyüyor... 

bir şeyler büyüdükçe sicilim bozuluyor, şiirim deliriyor ve yurdumun toz duman 
yollarında külhan kasaba şoförleri küfrederek, yarışarak gaza basıyor... bir dağ 
Bingöl'de oturmuş sessizce öbürüne bakıyor... yamacına bir çoban çömelmiş de 
yalnızlığına bir ateş yakıyor ve uzak bir istasyonda bir kaçak, bomboş bir 
şimendiferde kurşunlanıp düşüyor! 
insanlar küçüldükçe ölüm büyüyor ve herkes seçmediği yasalarla ölüyor... 

herkes ölüyor ve caddelerden bayat bir proletarya geçiyor; baka baka 
eskittiğimiz, acıttığımız çağda bir Guernica; Guernica ağlıyor... 

belki bu yüzden içimde çığlık çığlığa bir sonbahar acıyor 
içimde bir sonbahar kışların kapısında yaprak döküyor... 

bayat bir proletarya caddelerden, anılardan esneyerek geçiyor...oysa evvel zaman 
takvimlerinde umuda gülümseyen sapsarı dişleriyle devrimdi onlar, gelecektiler! çıkıp 
o sanrılardan hepsi bir yere gelecektiler. 

şimdi Çankırı, Malatya yollarında, Moskova'da, Prag'da evlerinin camlarındaki ışıklı 
buğular arkasında eski türkü gözleri... akıp geçmiş çabuk nehirler gibi. 
eski türkü; şanlı proletarya ve müttefikleri(!) 
proletarya ve şanlı müttefikleri, hala o alaturka çoşkularla kol kola aynı soluk 
Günlerin daracık evlerinde aynı bordurlarıyla, aynı avratlarıyla oturuyorlar ve dünyaya 
çalınmış bir mahşer gibi bakıp, hala yeni yıllara aynı dişlerle gülümsüyorlar... 

birde tedavülden kalkmış genç ömrümüz; okyanusların unuttuğu kumsallar kadar 
yanılmış, yanmış ve yalnız ömrümüz;' narodnikler, troçki, finans kapital, oligarşi(!)ve benim proletaryam: şimdi şiddet ekranlarında Hülya Avşarın kocaman göğüsleri... 

Kırıkkale ,Tekirdağ yollarında eski halkım eski bir düşün devrimi gibi; halkım, hala 
bir devrim düşü gibi toprak ve insan kokuyor... 

belki bu yüzden içimde çığlık çığlığa bir sonbahar acıyor 
içimde bir sonbahar kışların kapısında yaprak döküyor... 

bir sonbahar: 
o şimendiferde vurulan kaçağın yüzündeki korkular 
kadar ölümlere acemi. bir sonbahar: 
dallarında darmadağın savrulan yaprakların eceli... 

hey sonbahar ,işte büyük aşklar , büyük düşler düşler büyük ölüyor! 
büyük aşklar , büyük düşler buruşuk çamaşırlar gibi yıllara seriliyor... uzaklıklar 
gidiliyor, yakınlıklar biliniyor ve hep aynı tahakkümün özneleri ,onları palyaço yapıp 
tarihin çöplüğünde gülüyor...gülüyor! 

-artık kül oğlu kül'sün sen ; zül'sün zül 
bu sözlerin üstüne bir çay geliyor; evet ,çay bile içiliyor bu sözlerin üstüne ve 
belleğimden uğultularla, saralı imgelerle geçen bitmemiş bir şiir Ankara'nın ortasında 
mola veriyor. 
aklımda hep self servis ömrüm... aklımda piç bir devrimin büyük 
pankartları, çalınmış alanları, kirletilmiş anıları... aklımda hep vaat eden o bıçkın 
şarkıları... aklımda kahraman yeminler, yenilmiş militanlar ve aklımda Diyarbakırlı bir 
kızın uzak ve sıcak gözleri; hep uzak, ve sıcak kalacak gözleri... 

belki bu yüzden içimde bir sonbahar acıyor; öyle acıyor ki acılar acısız 
kalıyor; mevsimler üstüme devriliyor; mevsimler üstüme devriliyor kışlar kış'sız 
kalıyor! devrimler öksüz, kalemim safsız kalıyor! 

bizi zaman yeniyor aşklarım aşksız kalıyor... 

bir sonbahar: açların mahkumların ve orospuların büyük yenişmişlikleri kadar eski. 
bir Guarnica acıttığımız eski çağın enkazında ağlıyor; ötede ter ve sidik kokan 
barlarda eski yoldaşlar: 

-heyy sesimize biraz daha alkol katalım 
kaparosu ödenmiş yitik bir devrim 
ve bütün şaraplar için şarap açalım! 
diyor... Beyoğlu, Sakarya, kordon barlarında eski devrimcilerden caddelere simsiyah 
bir hüzün sızıyor... 
caddelere simsiyah yenilgiler sızıyor...ben burada kurşuni bir göğe bakarak, 
Diyarbakırlı bir kızın sıcak ve uzak gözlerine akarak, Varto'da Niksar'da kederlerini 
gözyaşlarınla öpen çocuklar için ağlıyor ve bağrıyorum: 

-bu oyunda bütün replikler yalan 

derken her yeri yasalar, namlular ,dublörler kuşatıyor! içimin sokaklarında evden 
kaçmış çocuklar üşüyorlar...bir kemanın tiz sesinde günler sıtmalı, günler titreyerek 
geçiyor... Kızılay'da bir ayyaş ,nöbeti yanlış bir gündüzden devralmış gecenin 
duvarlarına işiyor...kasaba hapishanelerinde mahkumlar aksırıyor, tütün kokuyor, esrar 
çekiyor... pavyonlarda bir Gülnihal, akarsız sesiyle bir şarkı okuyor rast makamında.. 
ve yurdumun toz duman yollarında yanık bir bozlak... 
sesim mi? 
ulaşmıyor ağladığım dağlara 
tütünün var mı dosttum ? 
bir poyrazdan geliyorum da... 

yurdumun toz duman yollarında işçiler harç karıyor yükselen yapılarda; yük 
abanmış bedene, can ölesiye tutunmuş tene :işçiler harç karıyor yükselen yapılarda. 

yurdumun toz duman yollarında analar erişte kesiyor sofralarda 'bu gün bizde 
yarın komşuda sıra. 
yurdumun toz duman yollarında mahkumlar marş söylüyor 
ranzalarda; hasret, kırık kanatlar gibi çöarepıpo düşüyor mazgallara 
Buyurdu mu toz duman yollarında memurlar evrak yazıyor, dülgerler ağaç kesiyor 
şairler şiir yazıyor, halim yurduma benziyor ...halim yurduma benziyor... 

yurdumun toz duman yollarında, batık gemileri unutulmuş kumsallarında büyük 
toprakların, büyük betonların kıyılarında babalar hevesle çocuk ekiyor yarınlara... 
bir Guarnica aynalarda ağlarken, yarınsız yarınlar bizim ;bu kışlar ,bu kanlar ,bu ölü 
kırlangıçlar bizim... 

(içimdeki sonbahar kışların kapısında can çekişerek ölüyor) 

sonbahar öldü 
her yüz bir anı bırakıp gitti 
alkışlar methiyeler ,dostluklar bitti... 

bilsem size bağrımı açar mıydım hiç 
bu deniz benim olsaydı batar mıydım hiç 

sonbahar öldü 
devrimin yok evin yok sevgilim 
ormanım yok dalım yok yeşilim 
bir poyrazdan geliyorum; tütünüm yok gülüm yok 
gökyüzü öldü... şahdamarım zonkluyor 

şimdi yüzde yüz yalnız 
İki kere ikinin dört ettiği kadar mağlubum 
sabıkalıdır şiirim de şairi kadar 

sonbahar bile öldü...ömrümde çalınmış mahşerler var, havada kar...önümde 
gül demetleri, arkamda hançerler var! 

sonbahar öldü...feodal figüranlıklar için karnemi aldım ve hiç kopya çekmedim 
hayat oyununda sınıfta kaldım! eğrildim...artık eğrildim doğruluktan! 

sonbahar öldü... kapattım dili geçmiş zamanlara açılan kapılarımı; artık 
yolumda sadece kar var ve kirlendi alnımın aklığı bahçem tarumar! 
(o inkar eski inkar...) 

yeni bir söz 
eski bir gözle 
 anlatılmaz! 
bir meneviş olmalı sözler 
kesilip atılırken çiğnenmiş bahçelerde ağrıyan 
karanfiller 
ağrılarda söz olmalı 
ve sözlerimiz yeni çağı kuşatmalıdır! 

varsın yeni bir söz için eski bir göz ölsün 
ölsün gecelerin ilmeğine suç ortağı çakallar 
zamanın tortusunda kurutulan anılar 
büzüşen yalnızlıklar 
ve ihanete doymayan ihanet ölsün! 

ben ise her denizde yeni bir liman için ölürüm 
her deniz yeni limanlarla tükenir, ölür 
geride 
martılar 
çığlıklarla 
yeniden 
yeniden hırçın sulara gömülür... 
 
denizler kalabalıktır 
akarsular ise yalnız, sefil durulur 
ve titreyen eski çağlarda beyhude şafaklar ölür! 
yeni bir söz için eski bir göz ölür 
eski bir göz tanıdık rüzgarlara savurur küllerini 
ben bir okyanusa adamışsam sesimi 
bütün limanlar ölür! 

sonbahar öldü 
biz gençliğimizle hiçbir yere varamadık 
üşüdük 
hep üşüdük 
de birlikte hala ayrılmadık 

oysa nereye gidersem 
yanıma önce kendimi aldım 
nereden dönersem 
biraz dağınık kaldım 

kıyılara vura vura hayatın 
yosun tuttu düşlerim 
aynaları kullanarak eskittim 
eskidi gülüşlerim... 

ben ömrümün rahlesinde yanlış yüzlerle aşındım baktım, çıldırdım işte isyana 
ve inkara böyle taşındım! 

ama bu eski inkar 
bu sözler 
bu yüzler eksik 
ve eski 

ve eski gülü sula, kanı yıka, toprağı öp, yolu geç; ağıtı, ölümü geç suları, şarapları, salkatanatları… vardığın yerlerde cüzzamlı çağ 
göreceksin! zemherilerde öğüttükçe şarkılarını, kendini yeniden, yeniden 
keşfedeceksin! 

eski sonbahar öldü 
şimdi yeni bir kışı'ım 
bakarak uzaklara 
verilmiş sözüm 
kalmışım tuzaklara... 

düşerken tuzaklara 
haydi, sokağa fırla 
yağmura bakam ,geçer 
aldırma! 

bir mezar kaz 
üşüyen yalnızlığa 
bir mezar 
eskimiş ayrılığa... 

ağarken uzaklara 
geç yağmuru, ihaneti, külü geç! 
her şeyi aş 
ölüme ulaş 
ölüme dalaş 

artık kaçtığın yer kaçamadığın yerdir! 

sonbahar öldü...son kez söylendi o eski sözler 
şimdi dağlardan kopup tepeme çöken şu ürkek bulut 
ve Erzincan'ın saçakları buz tutmuş dar, matemli evleri 
bana nal seslerine özlemimi anlatır 
devrilip giden ölü yılları anımsatır 
ölü yıllar bana neler...neler anlatır 
kalbimde bir Vivaldi, bir sızı kalır... 

oysa ben o balçıklarda izler bıraktım 
yeni yağmurlarda, yollarda esamem okunmuyor 
ki her yeni güz için yeni şarap açtım 
yeni şarapların güzleri anılara uymuyor 

yeni şarapların güzleri anılara uymuyor 
yalnızlığım kuytularda soluyor, ah ,soluyor! 

demek hep yanlış kadınlar için atmışım zarlarımı 
ama atmışım! 
ve hep yanlış yollara oynamışım ömrümün bütün kumarlarını... 

yenilgiler kapımı ayaz mevsimini çaldı 
kalbimde bir Vivaldi,bir sızı kalır... 

artık bu sözlerde olacağım...bu sözleri yazdığım yerlerde kalacağım ve bütün 
yaslı hayatları toplayarak kışların ortasına; yaslanarak aşklarımın yasına, anıların 
buğusunu öperek yazacağım… buğusunu öperek yazacağım...
Yılmaz ODABAŞI
"Aşk Tek Kişiliktir"

16 Aralık 2017 Cumartesi

SÖZÜN DURUYOR ~ Yılmaz ODABAŞI

SÖZÜN DURUYOR

~~Gözlerinden ömrüme giden bir yol olmalı…

Yalnızlığın gözlerinden belli.
Baktığın her yerde hüzün duruyor.
Bir esrik zamandı vurdun kapıyı gittin.
Kalbimin kıyısında yüzün duruyor.

Bir gün herkesin şarkısı susar.
Yine yağmurlara gömülür sokaklar.

Bir gün herkesin sevgisi susar.
Sararıp dökülür koca hayatlar…

Yalnızlığın gözlerinden belli.
Dokunduğun her yerde izin duruyor.
Bir eski zamandı kırdın kalbimi gittin.
Unutma dönersen,
terk ettiğin yerde sözün duruyor.

Terk ettiğin yerde
sözün duruyor…
Yılmaz ODABAŞI
"Bana Yasak Sözler Söyle"

15 Aralık 2017 Cuma

HERKES ÖLÜR ÖLÜMÜNÜ ~ Yılmaz ODABAŞI

HERKES ÖLÜR ÖLÜMÜNÜ

“Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.”
~ C. Pavese ~

I
Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar.
Aynalar her gün bir başka yalan söyler
ve kalınır geride çizilmiş hayatlardan,
geride yağmurlardan ve çığlıklardan.

H e r k e s  ç i z e r  b o ş l u ğ u n u…

II
Her aşk başlarken pembe,
ayrılıkta rengi siyah yalnızlığın…

Herkes arar pembesini.
Oysa kendinden ötesi yoktur;
kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…

III
Herkes sever doğumunu;
kim sever ölümünü?

Herkes sever doğrusunu;
kim sever yanlışını?

Herkes susar ayıbını.
H e r k e s  s u s a r  a y ı b ı n ı…

IV
Herkes bilir gitmesini.
Bir zaman öğrenirsin
gideni sırtından öpmesini

H e r k e s  y a ş a r  h a s r e t i n i…

V
Herkes geçer gençliğini
Herkes…Buğusunda anıların
yitirir kekliğini…

VI
Herkes yaşamakla suçlu,
aşkıyla hükümlüdür;
herkes doğarken ölümlüdür…

Herkes ölür ölümünü;
göğe salıp düşlerini,
salıp tenini, nefesini
bırakır ceketini.

H e r k e s  b ı r a k a c a k t ı r  c e k e t i n i…
Yılmaz ODABAŞI

25 Ekim 2017 Çarşamba

Kendine Benim İçin Bir Gül Ver - Yılmaz ODABAŞI

(Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir;
sesi ses, sessizliği sensizlik bilir.)

Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut!
Çok ağrımış kendinin, siyah
ve ayaz kendinin.
Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver…

Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş,
teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş;
dağlar için, sular için bana bir gül ver.
Bir gül ver söküldüğüm günler için
-ve önce kendinin ellerinden tut.-

Kendimin ellerinden tutunca,
içimden nehirler gibi akmak geliyor;
yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor.
Geberesiye içip salaş meyhanelerde,
buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor.

Tutunca kendimin ellerinden,
pusulasız gemilerde yatmak;
yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda
sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor.

Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden,
ömrümün içinden akmak geliyor…

(Sessizlik sensizliği ezbere bilir;
sensizlik her şeyi bilir…)

Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
ellerinden tut;
sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin
ellerinden…

Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş,
günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş;
dağlar için, sular için bana bir gül ver.
Avuttuğum düşler için bana bir gül.
Bir
gül
pusulasız gemiler, sökülmüş günler için…

(Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım;
sen kendinin ellerinden tut
ve kendine benim için bir gül ver.)

Kendine
bir
gül(ü) ver
Yılmaz ODABAŞI

24 Ekim 2017 Salı

GİTME - Yılmaz ODABAŞI

Fotoğraf
GİTME

Gitme
Gözlerini sil ve bu sevda kadar koyu bir çay tutuştur ellerime.
Yok, gitme!
Gitme, sen gidince sevmek yüreğimde düğümleniyor,
Özlemeyi yutkunuyorum;
Sonra pencerene ürkek kuşlar konuyor
Şu gök var ya şu gök, birden üstüme çöküyor,
Yok.. gitme!
Gitme aç göğsünü ısınıp kalayım öyle...

Fotoğraf
Yılmaz ODABAŞI