Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

26 Temmuz 2017 Çarşamba

KİM BİLİR - Ümit Yaşar OĞUZCAN


Fotoğraf

KİM BİLİR
Şehirlerden, insanlardan uzakta bir evimiz olsun isterdim. Bir penceresinden bakınca uçsuz bucaksız deniz görünmeliydi. Alabildiğine vahşi ve çılgın bir deniz. Kimi gün açılıp açılıp kapımıza kadar gelmeliydi dalgalar. Tuzlu köpükler saçlarımızı ıslatmalıydı. Geceleri denizin uğultusu kulaklarımızdan hiç eksilmemeliydi. 
Serin bir rüzgar esmeliydi ansızın, iliklerimize kadar üşümeliydik. Ocakta yanan odunların parıltısında gözlerinin en açık rengini görmeliydim. Alevlerin aksi yüzüne vurmalıydı, öptükçe yanmalıydı dudaklarım. Sonra odunlar sönmeliydi kırmızılığında sevmeliydim seni sabaha kadar... Pencereden giren günün ilk ışığı bizi uyanık bulmalıydı. Uykusuzluğumuzun farkına varmadan yeni bir günün ilk saatlerini yudum yudum içmeliydik. Sonra güneş biraz yükseldiği zaman uykuların en güzeli, en dayanılmazı çökmeliydi gözlerimize. Belli belirsiz bir uykunun içinde nefes alışını bile duymalıydım. Uyanır uyanmaz deniz kıyısına inmeliydik. Mutluluğumuzu kumlarla köpükler seyretmeliydi yalnız.
Denizden usanınca el ele yakınımızdaki ormana gitmeliydik. Koyu yeşil gölgeler kararıncaya kadar vahşi çiçekler toplamalıydık seninle. Orada her ağacın gövdesine bir mısra yazmalıydım senin için. Böylece mevsimler geçmeliydi. Rüzgardan başkası çalmamalıydı kapımızı. Ve biz bütün bu yalan dünyadan, ikiyüzlü insanlardan uzakta; bugüne kadar kimsenin tatmadığı hazları tatmalı, kimsenin varamayacağı bir yere varmalıydık.
Kim bilir diyorum. Kim bilir belki de bir gün bunların hepsi gerçek olacak... Deniz kıyısındaki küçük ev, yakınımızdaki orman, elimizde yetiştirdiğimiz çiçekler ve geceler, o upuzun mutluluk dolu geceler. Ocakta alev alev yanan odunlar, alevlerin yüzündeki emsalsiz aksi ve durmadan aşka çağıran gözlerin... Kim bilir belki de asıl gerçek bu! Yaşantımız yalan olan. Bu sensiz geçen günler, bu dayanılmaz özlem belki de sonsuz bir beraberliğe hazırlıyor bizi. Belki dünyaya gelmedik henüz. Belki çoktan sona erdi yaşantımız. Belki hiç birbirimizi görmedik, tanımadık. Ayrı değil, beraberiz belki.
Yaşıyorsam; gelecek günlerin seni getireceğine inandığım içindir. Bütün bu çaresizliklerin ortasında en güzel zamanları ve kendimi sana hazırlıyorum Mihriban. Oraya bir gün varacak mıyız dersin? Kim bilir?

Fotoğraf
Ümit Yaşar OĞUZCAN

AĞIL - Che GUEVARA

Fotoğraf
AĞIL
Yaşayan bir şey kalmış taşlarında
ey yeşil şafakların kız kardeşi.
Gerçek mezarları şaşırtır
ellerinin sessizliği.
Rengarenk gözlüklerin türlü keyfiyle
sorumsuz kazma yaralar kalbini
ve yabancı turistin savurduğu aptalca "oh"
çarpar yüzüne gücendiren hakareti.
Ama canlı bir şey vardır.
Kütüklerden bir kucaklayış sunar orman sana
köklerini tırmalamaktayken merhamet.
Koca bir celep gösterir övendireyi
taht uğruna zaptettiği tapınakların orda,
ve sen ölmüyorsun hala.
Hangi güçtür seni ayakta tutan
yüzyılların ötesinden
gençlikte olduğu gibi canlı ve kıpır kıpır?
Hangi tanrı üfler gün sonunda
hayati soluğunu mezar taşlarında?
Tropiklerin tatlı güneşinden midir?
Sormalı niye Chichen-Itza'da olmaz? diye.
Ormanların neşeli öpücüğü
ya da kuşların nağmeli şarkısından mıdır?
Ve niye Quirigua'da daha derindir uykusu?
Dağların sarp kayalıkları arasında çarparak
çınlayan kaynağın yankısından mıdır?
İnkalar öldü, ne dersek diyelim.
Fotoğraf
Che GUEVARA

Çeviren : Adnan ÖZER - Vilma Kuyumcuyan

25 Temmuz 2017 Salı

Nihat BEHRAM - SÜRGÜN

Fotoğraf
SÜRGÜN

Uyandırın anamı
Söyleyin gidiyorum
Yolumu gözlemesin
Dönemem belki geri

Arkadaşlarım duysun
Kardeşim bunu bilsin
Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri

Babama haber salın
Çiçekler onda kalsın
Sulasın günaşırı
Dönemem belki geri

Korulara söyleyin
Dağlara asmalara
Baygın çocukluğumun
Çınladığı kırlara

Söyleyin gidiyorum
Dönemem belki geri
Gelsinler anılarım
Uğurlasınlar beni

Sadece sevdiğime
Söylemeyin duymasın
O kadar körpe ki kalbi
Bilmiyor yitirmeyi
Söylemeyin bu akşam
Sevdiğim ağlamasın
Fotoğraf
Nihat BEHRAM

SADECE BİRKAÇ SAATLİĞİNE - Ariel DORFMAN

Fotoğraf
SADECE BİRKAÇ SAATLİĞİNE
Oğlum
Geçen yılın
8 Mayısından beri kayıp
Sadece birkaç saatliğine aldılar
Söylediklerine göre
Sadece olağan sorgulamalar için..

Araba gittikten sonra
O plakasız araba
Hiçbir şey oğrenemedik
Onun hakkında.

Ama şimdi durum değişti
Duyduk ki bir arkadaştan
Yeni çıkan birinden
Beş ay sonra
İşkence ediyorlarmış ona
“Villa Grimaldi”de
Eylül’ün sonunda
Sorguya çekiyorlarmış
Bir zamanlar Grimaldi’lerin olan
O kırmızı evde
Söylediklerine göre sesinden,
Çığlıklarından tanımışlar onu
Öyle diyorlar.

Kuzum söyleyin bana
Ne günlerde yaşıyoruz
Bu ne biçim dünya
Nasıl bir ülke ?

Soruyorum size
Nasıl oluyor da
Bir babanın
En büyük sevinci
Bir ananın en büyük sevinci
Onların
Onların hâlâ işkence ettiklerini
Öğrenmek oluyor
Oğullarına?

Demek ki hâlâ yaşıyor
Beş ay sonra
Ve en büyük umudumuz
Gelecek yıl sekiz ay sonra

Ona hâlâ işkence edildiğini düşünmek
Kim bilir belki de sağdır yaşıyordur
Ölmemiştir diyebilmek.
Fotoğraf
Ariel Dorfman

Güllerin Ağladığı Saat - Ümit Yaşar OĞUZCAN

Fotoğraf

GÜLLERİN AĞLADIĞI SAAT

Güllerin ağladığı bir saat vardır hani 
Büyür o saatte yalnızlığı bahçelerin 
Düşer korkusu kalbe yaklaşan gecelerin 
Bir dev uzatır gökten o çirkin ellerini

Güllerin ağladığı bir saat vardır hani 
Her şey o saatlerde merhametsiz ve soğuk 
Gitgide uzaklaşır batan güneşle sesin 
Bir bakarım ki benden en uzak çizgidesin

Başlar geceye doğru upuzun bir yolculuk 
Her şey o saatlerde merhametsiz ve soğuk 
Yüzünü hatırlatır gökyüzüde ne varsa 
Gözlerin bu saatte kopkoyu elemlidir 
Dudakların kim bilir şimdi nasıl nemlidir

Ellerin öyle yanar ufuk nasıl yanarsa 
Yüzünü hatırlatır gökyüzünde ne varsa 
Bir çıngırak sesidir uzaklarda kaybolan 
Umulmadık bir anda bitiverir şarkılar 
Kapanır yüzümüze o mermer kapılar

Özlemler ateş şimdi anılar duman duman 
Bir çıngırak sesidir uzaklarda kaybolan 
Ak köpükler kararır deniz görünmez olur 
Çağırır yaşamaya bizi tek-tük ışıklar

Böylece üstümüze çöker de karanlıklar 
Camlar, bir bir kapanır, odalar, evler uyur 
Ak köpükler kararır deniz görünmez olur

Güllerin ağladığı bir saat vardır hani 
Cıvıl cıvıl bahçelerden el-ayak çekilir 
Yapraklar düşünceli, dallar hüzün kesilir 
Her akşam uzaklara alır götürür seni 
Güllerin ağladığı bir saat vardır hani.
Fotoğraf
Ümit Yaşar OĞUZCAN

Tehlikeli Oyunlar - Oğuz ATAY

Fotoğraf
"Haklısınız albayım." Oturdu. "Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim de sevmeye hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. Gecekondum da oturur, anlaşılmayı beklerim. Fakat albayım, adresimi bilmeden beni nasıl bulup anlayacaklar? Sorarım size: Nasıl? Kim bilecek benim insanlardan kaçtığımı? Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum. Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor."

Pablo NERUDA "Kuşlar Sanatı"

Fotoğraf
UÇUŞ..

Siper edip elimi
yükseklerdeki uçuşu izliyorum :
gökyüzünün onuru, kuş
kat ediyor
saydamlığı, günü kirletmeden.

Yol alıyor batıya, yükselerek
yavaştan çıplak maviye doğru :
bütün gökyüzü kulesi onun
ve dünya onun devinimiyle temizleniyor.

Yabanıl kuş
kan arıyorsa da boşluğun gülünde,
bir oku andırıyor,
bir çiçeği uçup giden ,
kanatları ışıkta
havayla kaynaşıyor, saflıkla.

Ey tüyler, yönelmiş giden
ne ağaçlara, ne çimenliğe, ne dövüşe
ne gaddar toprağa
ne de terli işliklere,
ama fethetmeye
saydam meyveyi!

Selamlıyorum gök dansını
martıların, yağmurkuşlarının
kardan kostümlerini giymiş ,
sürekli davet almış gibi
katılıyorum
onların hızına, dinginliğine
karın durmasına ve telaşına.

Uçan ne varsa içimde, apaçık görünüyor
şu kanatların gezgin eşitliğinde.

Ey, eşlik eden rüzgar
siyah akbabanın sisteki demir uçuşuna!
Islık çalan rüzgar, kahramanı
ve onun ölümcül palasını yerinden eden:
bir zırh gibi korursun
haşin uçuşun dokunuşunu
yinelersin gökyüzünde gözdağını onun
her şey yeniden mavi oluncaya dek.

Bir okun uçuşu
her kırlangıcın görevi,
bülbülün sonatıyla uçuşu
papağanın ve gösterişli giysisinin!

Aynada uçuşan sinekkuşları,
karıştırıyor kırmızı zümrütleri
ve sarsıyor keklik
çiyler arasında uçarak
yeşil ruhunu nanenin.

Ben ki öğrendim uçmayı her uçuşuyla
o saf öğretmenlerin
ormanda, denizde, sarp geçitlerde,
kumdaki sırtımda,
rüyalarda,
kaldım burada, bağlanmış
köklere,
manyetik anaya, toprağa ,
aldatıp kendimi ve uçarak
yalnızca içimden,
tek başıma, karanlıkta.

Ölür bitki, gömülür yeniden,
toprağa döner insanın ayakları,
yalnızca kanatlar kaçar ölümden.

Kristal bir küredir dünya,
uçmazsa insan yitirir yolunu:
saydamlığı kavrayamaz.

Bu yüzden açıklıyorum
kuşatılmamış berraklığı,
ben ki kuşlardan öğrendim
tutkulu umudu
kesinliği ve gerçeğin uçuşunu.
Fotoğraf
Pablo NERUDA
"Kuşlar Sanatı"
çeviri: Erdal Alova