Fotoğraf: by Özay Özmen
KUNDAK
Boyun eğmiş olarak
ya da suskun, silik, uzlaşmış
çekip gitmek istemem bu karanlık alemden..
Alınmamış öcün duygusu bu,
sorulmamış hesabın,
gecesinde gündüzünde dişler durur insanı...
işte yine o duygunun
kefenden daha soğuk örtüsü altındayım..
Ölmek istemem açıkçası
O örtüyü yırtmadan ...
Yaşarken, içimdeki ateşi saçarak yaşamalıyım.
Doğduğu gün tutunduğu ışığı
kıran, çelmeleyen tuzaklar karşısında
insanı ancak kavgası yatıştırır,
sıyrılıp canında sınanmış acılardan
karanlığa karşı söndürmeden taşımak içindeki ateşi...
Korkak da yılgın gibi kirlidir benim için ...
Ne teslim ne ihanet,
ne zulüm ne kölelik ...
Başkaldırmış olanın mirascısıyım ...
Binlerce sızının bağrında bilediğim bu çığlık
tutuşmak için sabırsızlanan
yaşama sevincinin sesidir ...
Aydınlığın özlemi solumalı sesimden kendi sesini ...
İnsanı kulu kılan her şeyin kundakçısıyım ...
Öcüm var, sorulacak hesabım.
Kolu olan savursun ne bulursa üstüne,
benzin, fitil, çivilenmiş kutular,
hayatı karartanların ...
Geçtiğim her sokakta,
manşetinde aldığım her gazetenin
zorbalık ve sinişin,
talan ve yoksulluğun yankılandığı
bir dünyanın can çekişen bakışları var ..
Başka çare kalmadı,
ne bulursam üstüne bu karanlık alemin
savuracağım...
Avuçlarımda çıralar, kıvılcımlar... yüreğim,
barut, dinamit, zehir ...
Kanım böyle ısıtmalı gövdemi,
atacaksa böyle atmalı nabzım ...
Böyle direndim ayrılık günlerinde,
sevdiklerimle böyle kucaklaşmalıyım ...
Durulmayı özleyen ırmaklar için,
filizin şarkısıyla dokuduğu dallarda
yuvaları dağıtılmış sakalar,
kahır dolu bakışlar, ağıtlar için,
süzgün gözleri için yoncaları kurutulmuş tayların,
korkutulmuş gülüşler, küskün anışlar için,
sevda için, aşk için yaşamalıyım ...
Dorukların rüzgarından köz alıp, yalanın inadına,
mazluma zincirle, kırbaçla saldıranların inadına,
yavruları diyar diyar göçer olmuş analar için,
başağı yağmalanmış tarlalar,
deşilmiş, mayınlanmış çayırlar için,
kanlı pusuların, talanın inadına, yangınlar başlamalı.
Nankörün, hilekarın, arsızın kuşattığı değil,
üzülen, seven, acıyan, insanların savunduğu
bir dünyamız olmalı ..
Başka çare yok, yangınlar başlamalı ardı ardına ..
Zalim, saklanacak karanlık bulamamalı ...
Öyle ki, gökyüzü bile çıldırsın sevincinden
alev alev kanatlanan yangınlar karşısında
bir ucundan bir ucuna ufkun, sancılanıp,
yıldırımlarla dünyayı alkışlasın.
Sabahı sabah gibi solumak istiyorum,
güveni güven, merakı merak,
güzü güz, baharı bahar olarak ..
Dokunup koklamak istiyorum büyüdüğüm şehrimi,
gençlik günlerimi şarkılar söyleyerek aramak ..
Çocuğum dönüşümden kaygılı gözlerle bakmasın istiyorum
giderken arkamdan, bu beni kahrediyor ..
Babamın bir ömür boyu yüreğinde koruduğu incelik
yaralanmamalı,
aldatılsam da aldatmayacağım, ona sözüm var,
bu borcu ödemeden nasıl yaşarım?
Yoksul da olsalar, onurlu insanlar doldursun sokakları..
Aşkın da ayrılığın da içten yankılanan
sahici şarkıları duyulsun ...
Bölüşmek isteğinin tomurcuğuna uzanamasın kimse
koparmak için ..
Yanılmak korkunç olmasın,
ürkmesin birbirinden insanlar.
Yangınlar başlamalı başka çare yok ...
Düşlerimi karartacak kadar koyulaşan bu karanlık
dağılmalı ..
Durmalı ekrandaki o yılışık uluma,
o çürüyüş, o şımarık saltanat,
azdıkça yaygınlaşan kabalık, kalpazanlık,
o sahte kahkahalar ..
Kanlı dişleri tırnaklarıyla
aşımızda, düşümüzde yuvalanan
seçkinler sürüsü efendiler, çetebaşları
ve onların el pençe kapıkulları,
şen şakrak soytarıları kadar
köleliğin prangası o sessizlik de
kül olup ufalanmalı.
Kolu olan ne bulursa savurmalı üstüne
bu karanlık alemin,
mazot, moloz, ateşlenmiş paçavra,
katran, zift, cam kırıkları...
Alçaklık kimsenin yanına kar kalmamalı ..
Hırsız ki işini hüner sayacak kadar pervasız,
katil ki katlettikçe katmerleşiyor,
yağması şımartıyor yağmalayanı,
nasıl başka çare aranır?
Ey dünyanın sahibi,
onu sen buldun, söndürme elindeki ateşi,
tutuştur ufkunu karartan kara perdeyi,
kaderini değiştir!
Nihat BEHRAM