Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

31 Mayıs 2018 Perşembe

ÖMRÜMÜ BÖYLE UZATIYORUM ~ Şükrü ERBAŞ


ÖMRÜMÜ BÖYLE UZATIYORUM

Ağaçları suluyorum durmadan
Işığın ve rüzgârın peşinde
Uzun yürüyüşlere çıkıyorum
Yerimi çocuklara veriyorum
Parklarda ve otobüslerde
Çocukları büyüklerden çok seviyorum
Bir genç kızın halka halka gülüşü
Duvar diplerinde soluklanan ihtiyar
Aynı hazzı veriyor aynı yalınlıkla
Gökyüzünü biçimleyen bulutlar.
Eğiliyorum toprak, eğiliyorum sular
Bir kıyısız zamana kanat vuruyor
Üzerimden uçan bütün kuşlar.
Dört mevsim bire indi uzaya uzaya
İyimser, geniş, dingin ve turuncu.
Kimseleri kıskanmıyorum artık
Kimselere gücenmiyorum
Gerilerde kaldı, çok gerilerde
Hayatın yüreğime verdiği acı
Işıklı vitrinlerin gövdemdeki kırbacı.
Yeni bir gülümseme edindim yüzüme
Bozkır sabrında ve tenime yakışan.
İnsanların çevremde açtığı yalnızlığı
Yine onlarla doldurmak için
Güneşle birlikte çıkıp yataklardan
Ay ışığı ile dönüyorum evlere
Azalan ömrümü böyle uzatıyorum.
Şükrü ERBAŞ

21 Mayıs 2018 Pazartesi

AŞKLAR İÇİNDE ~ Edip CANSEVER

AŞKLAR İÇİNDE

Denizin en az yeri bir köpüğü başlatıyor 
Yürüyorum kumların çakılların yanı sıra 
Yüreğimde bir sancı keskin bir akasya kokusundan 
Avuçlarımda bir yanma 
Büyüyen bir ürpertiyim sanki, kayıp gidiyorum üstünde sabahın 
Oldu olacak 
Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize 
Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden 
Bir çocuğun gülüşü gibi 
Aşkların, nice aşkların ayrılık günü gibi 
Bir sokağın ucunda kaybolup solan 
Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde 
Korularda yoğun bir erguvan sisi. 

Hisarlı balıkçı ağlarını ayıklıyor 
Ağları pembeden hüzne giden 
Dip sularında mercanlar gibi koyulaşan 
Kirpiksiz gözleri böyle daha güzel 
Çil basmış yüzünü bütün 
Parmakları capcanlı, pavuryalar gibi 
Merhaba, desem bir kucak balık atacak önüme 
Biliyorum atacak 
Böyledir memleketimin yoksul halkı 
Bir onlarda rastladım bu cömertliğe 
İstavritler kıpır kıpır dibinde sandalının 
Balık dedin mi, oynamaz gözleri hiçbirinin, tertemiz bir resim gibi 
bakarlar insana 
Günlerce bakarlar, bıraksan yıllarca bakarlar belki 
Gözlerin gibi senin, yıllardır unutamadığım 
Ve bu yüzden olacak düşünmedim şimdiye kadar bir balığın ölebileceğini. 

Hızar sesleri geliyor yakından, güneşin döndüğünü görüyorum 
Çınar yapraklarının arasında yeşil yeşil 
Yeşille sarı birlikte dönüyor 
Denize düşüyorlar kırıla kırıla 
Bir örtü oluyor düşündüğüm her şey denizin ve asfalt yolun üstünde 
Gözyaşları bir örtü, onurla cesaret bir örtü 
Senin upuzun gövden -kapkara saçlarınla- 
Daha da uzun şimdi bir örtü olarak 
Denizin kıvrımlarında aşka hazırlanıyor 
Göğe düğmeler gibi yapışmış kirazların altında 
Yıllar var ki unuttuğumu sanırdım bu örtüyü ben 
Sevgiyi bilmezdin de ondan, sevişmeyi bilirdin yalnızca 
Birtakım sözler de bilirdin, niye saklamalı, en ustalıklı sözlerdi onlar 

Ama bak 
Kaybolup giderdi her biri, karşılaştılar mı bir yerde şiirle 
Aslına bakarsan en güzel aldanmaları yaşadık seninle biz 
Hatırlıyorum da öyle. 

Tepelerde otlar yakmışlar, kuzular dolaşıyor dumanların arasında 
Bir kızla oğlan geçiyor, birbirilerine iyice sarılmışlar 
Kızın ağzında ince bir dal parçası
Dalın ucunda bir tomurcuk, ağzıyla dudaklarıyla beslemiş sanki onu 
Öylesine bilmek istiyorum ki ne konuştuklarını, ama duymaktan 
korkuyorum gene de 
Söyle, en son nerde görmüştüm seni 
Böyle dumanlar vardı gözlerinde, boynunda bir de 
Şimdi gene var 
Bileklerinde, bileklerinin renginde 
Dudaklarında, dudaklarının 
Gözlerinin dolar gibi olması renginde ve 
Yorgunsan bir kıyı kahvesinde dinlenirken ki 
Üşüdüğün, başını omzuma koyduğun, sonra el ele 
Bir aşkı yaşamak, bir aşkın bilinmesinden bambaşka değil miydi 
Ve bu ikisini ayıran duman, yani bir aşkı bizim yapan 
Bu dumanların hepsi gibi varsın şimdi de 
Acele etme yoksun belki 
Ben her şeyin bir bir yok olmasına o kadar alıştım ki 
Ve her şeyin bir bir var olmasına o kadar alışacağım ki 
Bilirsin neler için çarpmıyor bir yürek. 

Küçüksu çayırını şantiye yapmışlar 
İşçiler beton döküyor, demir eğiyor, zift kaynatıyor 
Vakit öğleyi geçti çoktan, yemeklerini yemiş olmalılar 
Coca-Cola’ya doğrayıp ekmeklerini 
İşçilerimiz, yarını kuracak olan işçilerimiz 
Ben görür müyüm bilmem, ama kuracaklar mutlaka 
Coşkuyla çakacaklar her çiviyi, türkülerle dökecekler betonu 
Ve onlar 
Onlar, diyorum sadece 
Bir yolculukta karşılıklı konuşan adamların 
Parmak uçlarındaki sigaralar gibi şaşkın 
Bilmeden ne yapacaklarını 
Anlayacaklar ne kadar güçsüz 
Ne kadar zavallı olduklarını 
Vakit öğleyi geçti çoktan. 

Bir tanker geçiyor şimdi de tam akıntının ortasından 
Baştanbaşa gül rengi 
Kimseler görünmüyor içinde 
Neden görünmüyor, bilmiyorum 
Yolcu uçaklarına, yük kamyonlarına, fabrikalara petrol taşıyor 
Tanklara, savaş gemilerine, roketlere de 
Yılların, yüzyılların 
Bitmeyen vahşetini ateşlemek için 
Sanki bu yüzden kimseler görünmüyor ortalıkta, utançlarından 
Utancı bilerek yaşamak korkunç 
Daha korkuncu da var: utancı bilerekten yaşatmak 
Gördük hepsini işte, daha da görüyoruz. 

Pembeye dönük bir aydınlık, yağıyor usul usul 
Bir poyraz çıktı hafiften, kuzeye çevrildi teknelerin burnu 
Ve güneş kaydıkça kayıyor batıya doğru, birazdan kan kırmızı bir gök 
buğulanacak 
Birazdan kan kırmızı bir akşam yağmuru da dökülebilir 
Neler olabilir birazdan 
Bir uçak geçiyor yaldızdan bir iz bırakarak 
İçindeki mutlu yüzleri düşünüyorum 
Bir hüzün basıyor gene, ne kadar istemesem de 
Çabuk geçiyor 
Nerede okumuştum, hatırlamıyorum şimdi, biri mi anlatmıştı yoksa 
Mahpusunu kıskanan bir gardiyanı 
Ve düşün sevgilim, mahpusunu kıskanan bir gardiyan düşün 
Ne kadar acı bunlar 
Kıskanıyorlar hepimizi ve kıskanacaklar 
Güç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak 
Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir 
Birazdan akşam olacak sevgilim 
Bütün heybetiyle akşam olacak 
Sevgilim, diyorum, oysa kimsecikler yok yanımda 
Bilmiyorum kime sevgilim dediğimi 
Bildiğim bir şey varsa 
O kadar yeni bir anlamda söylüyorum ki bu kelimeyi 
Unutup birden zamanı ve yeri 
Onunla bir günü kutluyorum coşarak 
Onunla bir günü kutluyoruz sanki.
Edip CANSEVER

11 Mayıs 2018 Cuma

BÖYLEYDİ ESKİDEN - Vladimir MAYAKOVSKİ

BÖYLEYDİ ESKİDEN

İnsanoğlu aşkı doğduğunda getirir,
ama iş güç,
para pul
ve buna benzer bir sürü şey,
kurutur gönlünüzün verimli toprağını.
Yüreğin üstünde beden giysisi vardır,
bedenin üstünde de gömlek.
Ama iş bu kadarla kalmaz
adamın biri –
bir salak! –
bu gömleğe kol kapağı takmış,
göğüs kısmını da kolalamıştır.
İnsanoğlu yaşlandıkça fikir değiştirir
Kadın süslenir.
Müller eğitimine başlar erkek.
Ama çok geç.
Deri kırışıklıklarla dolmuştur.
Aşk çiçeği açar,
açar,
ve solar.
Ben de bol bol getirdim aşk verisini.
ama insanlar,
daha küçücük yaştan başlayarak
çalışmaya göre koşullanır.
Bense –
Rion kıyısında koşar
sürterdim
hiçbir şeye aldırmadan.
Kızardı anacığım:
“Ah korkunç haylaz, ah!” diyerek.
Kırbaç gibi şaklatırdı kemerini babam.
Bense
cebimde üç düzmece ruble
üçkağıt oynamaya giderdim erlerle.
Ne sırtımda bir gömlek
ne ayağımda bir pabuç.
Kutaissi Fırınında kavurur,
ya da güneşe verirdim sırtımı
ve işkembemi,
içim bulanana dek.
Kendinden geçerdi güneş:
“Üst üste konmuş üç elma gibi mübarek!”
bu oğlanda var besbelli –
altı okka bir yürek.
Ve hınzır, anasını belliyor bu yüreğin

Baksana a canım,
nasıl oluyor da sığdırıyor beni
ırmakları
ve uzayıp giden kayalıkları,
o kuş kadar yüreğe?
Vladimir MAYAKOVSKİ

10 Mayıs 2018 Perşembe

YAŞANMAMIŞ HATIRALAR - Ümit yaşar OĞUZCAN

YAŞANMAMIŞ HATIRALAR
I
Yaşanmamış hatıralar bilirim
Büyülü sonbahar akşamlarında
Bulutlar üstünde su kenarında
Yalnız hayal edilen hatıralar
İşte; en ürpertici nağmelerle
Bizim şarkımızı söyliyen rüzgar
Sen dudağında gülümsemelerle
Ben gözyaşlarımla, bu alemdeyim
Fakat yine bizbize, başbaşayız
Duymasan düşünmesen de; unutma
Bir daha bu anı yaşayamayız.

II
Görülmemiş manzaralar bilirim
Karda, kışta, belki de ilkbaharda
Hür denizlerde, kuytu ormanlarda
Sadece hissedilen manzaralar
Bak. Dinle, neler anlatıyor yağmur
Üşüyorum üşüyorum beni sar
Karanlık başladı, gitme ne olur
İnan değişen manzaralar değil
Kilometreler ayıramadı bizi
Fakat bir gün gelir de birleştirir
Beyaz bir güvercin kanadı bizi

III
Söylenilmemiş mısralar bilirim
Hüzün dolu yağmurlu gecelerde
Alev çalgıların sustuğu yerde
Yalnız, yalnız düşünülen mısralar
Bilinen şeyler huzur içinde
Bilmenin bilinmez bir korkusu var
Bak bütün rüyalarım nur içinde
Çünkü, bugün havasını kokladığın
Denizaşırı bir diyar bilirim
Ve o diyarda seninle beraber
Yaşanmamış hatıralar bilirim
Ümit yaşar OĞUZCAN

9 Mayıs 2018 Çarşamba

OLMAK - Andre BRETON

OLMAK

Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu. Kanadı yok
umutsuzluğun, akşam vakti deniz kıyısında bir taraçada,
toplanmış bir sofrada kalayım demiyor. Umutsuzluk bu, o bir
sürü olayların dönüşü değil bu, tıpkı akşam karanlığında bir
karıktan öbürüne giden tohumlar gibi. Bir taşın üstündeki
yosun ya da su bardağı değil o. Kardan elenmiş bir gemi o, ya
da düşen kuşlara benzetebilirsiniz, ama kanlarının en küçük
bir kalınlığı yok. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.
Başa takılan süslerle çevrilmiş küçük bir şey o. Umutsuzluk o.
Kopçası bulunamayan inci gerdanlık, bir ipe gelmez, böyle bir
şey işte umutsuzluk. Gerisinden, ondan hiç söz etmeyelim.
Başlamışsak bitiremeyiz umutsuzluğu. Saat dört sularında
avizeden umutsuzlanırım ben, gece yarısına doğru da
yelpazeden umudumu keserim, tutukluların cigaralarından
umutsuzlanırım. Büyük çizgileriyle tanıyorum umutsuzluğu.
Yüreği yoktur umutsuzluğun, el umutsuzlukta hep soluk
soluğa kalır, umutsuzlukta kalır öyle aynalar, bize asla ölüp
ölmediklerini söyleyemezler. Beni büyüleyen umutsuzluğu
gördüm ben. Yıldızların türkü söyledikleri vakit gökyüzünde
uçan bu mavi sineği seviyorum. Şaşılacak, o uzun dolu
tanelerine benzeyen umutsuzluğu, o kendini beğenmiş o öfke
küpü umutsuzluğu büyük çizgileriyle tanıyorum. Her gün
herkesler gibi kalkıyorum, kollarımı çiçekli bir kâğıda
uzatıyorum, hiçbir şeycikler hatırlamıyorum, ama hep
umutsuzluğun yardımıyla o geceden koparılmış güzelim
ağaçları görüyorum. Odanın havası davul tokmakları gibi
güzel. Zaman içinde zaman bu. Büyük çizgileriyle tanıyorum
umutsuzluğu. Bana bir sırık uzatan perdenin rüzgârı gibi o.
Böylesi bir umutsuzluk akla gelir mi! Yangın var! Ah yine
geliyorlar... İmdat! İşte merdivenlere düştüler... Ve o gazete
ilanları, o kanal boyunca ışıklı reklamlar. Kum yığını, git, pis
kum yığını! Büyük çizgileriyle önemli değil umutsuzluk. Bir
orman yapmaya giden angarya ağaçlar, bir gün daha yapmaya
giden bir yıldız angaryası, ömrümü uzatan bir angarya günleri daha.
Andre BRETON

8 Mayıs 2018 Salı

YAPRAK TEKRARI - Haydar ERGÜLEN

YAPRAK TEKRARI

güz, resimlerde bir yaprak tekrarı hala

özlendiği odalarda açmayan nergis
ateşi mırıldanıyor kovulduğu bahçede,
şehrin yeni yağmuru yangınlardan habersiz

belleğin uzak anılarıyla veda;
büyük kalbine rüzgarlar çağıran çocukluğun
yoksul bir gülü övgüyle taşımasına

sen, yüzüne yurt arayan yolcunun güzelliği
gözlerinde bir gülümseme hazırlığı, derin
unutuluşların gövdesinde uyanmış

incesin, bir yaraya sarmak istemem seni
sen kendine küsersen belki ben de küserim
Haydar ERGÜLEN

GÜNEŞİN ALTINDA MUTLULUK VAR Ahmet ERHAN

GÜNEŞİN ALTINDA MUTLULUK VAR

Bir işçinin, elinde ekmekle evine döndüğü
o yerdir mutluluk
Akşamüstü, çocukları cıvıldayıp dururken
Derin bir iç çekiş, tatlı bir yorgunluk
Ve yüzüne yayılan gülümseme birden...

Mutluluk, kelebek olup uçmasıdır ipek böceğinin
Irmağın denize kavuşturmasının bir adı olmalı
Mutluluk, beşikte uyuyan ilk çocuğuna bakmasıdır
bir annenin
Duyarak memelerine dolan sütün çılgınlığını.

Mutluluk, bir acının bilincine varıp da onu dönüştürmektir
Yaşamın sonsuzluğunda karar kılan bir umuda
Sevgilinin boynuna dokunduğunda duyulan ürpertidir
Öpülen ilk dudak, içilen ilk sigaradır belki
Denizden yükselen kokudur sabah karanlığında
Kabullenmektir yani yaşamı, acısı ve sevinciyle
aynı boyutta
Yalnızca yaşamaktır belki de kimbilir...

Ne yerdedir, ne göktedir o - değil mi Abidin?
Mutluluğun resmini yaptın mı bilmem
Ama ben onun şiirini yazmak isterim...
Ahmet ERHAN