Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

25 Haziran 2021 Cuma

Altay Öktem / Yalnızlık Cinayettir

Arthur Beecher Carles / Silence, 1908


Yalnızlık Cinayettir


kendime kuytu bir ölüm arıyorum yalnızca kendime

düşlerime sokak kedilerinin gözleri giriyor, korkuyorum

boynunu kendi bileğine dolayıp asılan bir adam

kanını sulandırılmamış alkole banan

sokak satıcıları epey bilir bunu yalnızlık cinayettir


yalnızlık cinayettir bütün notalarda, bütün dillerde

bütün hecelerde, “a” sesinde, re minörde, mors alfabesinde

yalnızlık cinayettir kendi tükürüğüyle

ıslanan bedenlerde eski bir kokudur, yalnızca budur


ıslak paspas kokusudur, gece morudur

bileği tahriş olmuş bir kadının dinmeyen korkusudur

ansızın yakalanmasıdır bir kuşun kapana

trenin gecikmesidir istasyona yalnızlık cinayettir


sevişirken kramp girmesidir, ölürken birdenbire

sıçramaktır başka bir zamana, kadeh tutarken

elinin titremesidir, sesinin duyulmasıdır susarken

karnına saplanan bıçağı sevmektir yalnızlık cinayettir


cinnettir


kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok iyi biliyorsun bunu

düşlerime kalabalık bir cadde giriyor. korkuyorum

saçlarını sırtından sallandıran kadınlar kadar

uzayıp gitmesi kadar bir aşkın telaşla

yanlışlıkla, su katılmamış bir sevişmenin ardından

ters yakılması kadar sigaranın, benim kadar

yani ellerim kadar, bedenim kadar, düşüncelerim

sırlarım, kaçışlarım kadar saçmadır yalnızlık cinayettir


cennettir


kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok görüyorsun bunu

bütün delillerimi yaktım, beni ötelere götürecek

yollardan zaten uzaktım

her kadına yeni, bir zevk, her kadına

yeni kurulmuş tuzaktım bütün delillerimi yaktım

sonrası yok. sonrası çok gizli bir fotoğrafın arabı

yüzümüz siyah ve anlamsız, dışımız beyaz ve derin

sanki bir diktatör anıtı, kan akıtan bir nehir

işlenmemiş suçlarımız sanki yalnızlık cinayettir


cennettir

cinnettir

cinayettir.


zaman doldu

artık gidiyorum arkama bile bakmadan

arkaya bakmak çok eski huyudur

bazı çirkin adamların

zaman doldu

artık gizlemiyorum kendimi çok kadınla seviştim çoğu buluttu

basbayağı buluttu bildiğimiz buluttu dağılıp gidiyordu ben çoğalttıkça

bir akşam usulca girdim kanıma

kendim karar verdim hep kendim karar verdim

yanlış da olsa sevdim pişman değilim, neden olayım?

bir akşam; üç gün üç gece poker oynamıştım

ne güzel. üç gün üç gece yeterince

içmiştik demek ki onar şişe, belki on beş

yirmi belki de.

abdullah, ah dostum, sevdiğim, çalı yüzlüm abdullah

kaç kurşun sıktı üstüme

yeterince içmiştik. vuramadı

vurdu, ben anlamadım belki de

belki de yavaş yavaş devam ediyorum ölmeye.

Altay Öktem

A. Hicri İzgören / Bir Ömür Yetmez

Bir Ömür Yetmez


Bahtı teninden yanık bir serencamdı

Bir ömrün bana giydirdikleri

Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin

Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı

Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim


Ardımsıra kurallar devriyeler gezerdi

Başım üç numara traş trahomlu gözlerim

Babamın ters-yüz ceketi gibiydi hayat

Acısı bol bir ağıt gibi dururdu bedenimde

Ya da sokaklarıma dar gelirdi.


Parçalanmış bir aynada büyüttüm kendi kendimi

Kurşun eritilirdi başımda okunmuş sular içerdim

Boynumdaki muskaya havaleydi bütün hâllerim


Hem takdir hem tekdirlik bir mektepliydim on beşimde

Yağmurlar ve şarkılar kardeş gibiydi

Şarapla tanıştığım rüzgâra bulaştığım bir takvimdi

Hepsi bir şiirin eskizleriydi belki

Sonraki yaralarıma sargı bezleri


Ten çıra olmamıştı yazgım henüz bakirdi

Giz yüzle tanıştı sonra boynunu sıktı muska

Bir tren yolculuğunda bozdum bekâretini


Sonrası âhir zaman kahır mevsimi

Yenildiğim yıllardı kapılar kilitliydi

Rüzgârsız kaldım dilim paslandı otuzumda

Tezgahlarda boylu boyunca ertelendim yarına

Gözlerinin düsturuyla kırdım gecenin çemberini

Kaç arkadaş daha silindi kütüğünden

Notalara söz oldular şiirlerle kutsandı isimleri


Kırk kere bozmuştum tövbemi kırkıma geldiğimde

Sığınacak bir dergâhım da yoktu üstelik

Biraz daha büyütmüştüm yaramı

Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri

Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir

Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri

Kutlu bir mirastır elbet

Bir ömür yetmez anladım

Yazmak için bütün sen’leri


A. Hicri İzgören

Heinrich Heine / LORELEI

🎨 Ivan Ayvazovski 


LORELEI

Bilmem ki ne mana vermeli?

Beni böyle mahzun eden 

Eski efsanelerden biri,

Çıkmaz oldu düşüncemden.


Hava serin, kararmak üzeredir;

Ren nehri akmakta sakin sakin;

Parıldayan dağın zirvesidir 

Işığında akşam güneşinin.


Dilber peri kızı çıkmış oturmuş 

Tepeye, üstünde bütün ziyneti, güzelliği;

Altın başına ışıklar düşmüş;

Tarıyor altın örgülerini.


Bir yandan altın tarakla taranırken 

Bir yandan da şarkı söylüyor 

Şarkının cana can katan, alıp götüren 

Bir ahengi var ki dayanılmıyor.


Kayıkçı, içinde küçük bir kayığın;

Amansız bir acı sarmış içini;

Farkında değil yaklaşan kayalıkların 

Tepeden ayıramıyor gözlerini.


Derler ki gömülür dalgalara 

Sonunda kayıkçı da tekne de 

Ve bunu şarkılarıyla 

Lorelei yaptı gene.


Heinrich Heine (1797-1856)

Türkçesi: Dora Güney-Necati Cumalı

23 Haziran 2021 Çarşamba

Friedrich Hölderlin / YURT

 
İvan Ayvazovski / Gece Karadeniz, 1876

YURT

Şendir dönüşü gemicinin yuvaya sakin akıntının üstünde,
Uzak adalardan, bereketli olmuşsa hasadı;
Öyle dönerdim ben de yurda, toplayabilseydim 
İyilikleri acılar kadar.

Siz sevgi kıyılar, beni yetiştiren bir zamanlar,
Dindirirmisiniz acılarını sevginin, vaat edermisiniz 
Siz gençliğimin ormanları, geldiğimde 
Huzuru yeniden bana?

Serin dere kıyısına, dalgaların oyunlarını,
Akıntının yanma, kayan gemileri gördüğüm,
Varırım hemen şimdi ve sararsınız beni,
Ki sarmalanmış gibi sağala yüreğim,

Siz sadıklar! Ama bilirim, bilirim,
Çabuk sağalmaz bu sevgi acım benim,
Söylemez hiçbir umut şarkısı bu, avunan
Ölümlülerin söylediği gibi gönülden bana.

Çünkü onlar, bize göksel ateşi ödünç verenler,
Tanrılar, kutsal toprağı da bağışlar bize.
Kalsın bu öyleyse. Bir oğlu gibiyim ben 
Yeryüzünün: Sevmek için yaratılmış, acı çekmek için.
Friedrich Hölderlin (1770-1843)
Türkçesi: Oruç Aruoba

Antonio Jacinto / MONANGAMBA


MONANGAMBA (*4)


Bu koca çiftlikte ekinleri yağmur değil 

alın terim sular

Bu koca çiftlikte olgun kahve 

kırmızı kiraz var

kanım damla damla besledi özsularını.

Kahve kavuracak 

ezilip, öğütülecek 

kararacak, kararacak; ırgatın kara 

rengini alacak 

Irgatın kara rengini!


Şakıyan kuşlara sor

tasasız, kıvrılıp akan ırmaklara

ve içerden içerden esen rüzgâra:

kim kalkar erkenden? kim yollanır tarlaya?

Kim taşır ağanın tahterevanım (*5) uzun yollarda?

Ürünü devşiren kimdir, parasını alan kim?

Kim yaşar kokmuş mısır, kokmuş balık ve aşağılanmayla 

paçavralar için 50 anglores(*6) gündelikle 

ya kim yer sopayı karşı çıkınca?

Kim?

Kim büyütür darıyı 

ve çiçeklendirir portakal bahçelerini?

-Kim ?


Ağaya, otomobiller, araçlar makineler, 

metresler ve bir sürü zenci tutması için 

parayı kim sağlar? 

kim zenginleştirir beyaz adamı 

kim şişirir göbeğini ve cüzdanını?

-Kim ?


ve şakıyan kuşlar 

tasasız akan ırmaklar 

ve içerden esen rüzgâr 

yanıtlayacaklar:


Gamba kopuklarımı 

(— Monangämbeeeee...)


Ah! bırakın hurma ağaçlarına tırmanayım hiç olmazsa 

bırakın çekeyim , çekeyim hurma şarabını 

sarhoşluğumda boğulup, UNUTAYIM 

— Gamba kopuklarımı 

(— Monangämbeeeee...)


Antonio Jacinto (1924)

Türkçesi: Özdemir İnce


(*4) Motıangamba: Gamba çocukları.

(*5) Tipoye: İki kölenin, üzerinde Çeyaz Adamı taşıdıkları iskemle (aslında).

(*6) Anglores: Angola parası.

22 Haziran 2021 Salı

Antonio Jacinto / XILOANGO

XILOANGO


Bu ırmak

bu ırmak uzaklara gider 

öyle uzun ve uzak


Bu ırmak

bu ırmak hayatımızdır bizim 

öyle kısa ve çıplak


Bu ırmak

bu ırmak umudumuzdur bizim 

öyle uzun ve gerçek


Anlamı ne bu ırmağın 

ve suları kırıştıran rüzgârın?

Anlamı ne hayatımızın 

ve açmayan çiçeklerin?

Anlamı ne bu uzaklığın

anlamı ne hiç devşirilmeyen gerçekliğin?


Ah anlamı ne 

anlamı ne umudumuzun 

o ölümsüz su zambağının 

yükselen ırmağın üzerinde 

çiçeklenen bir gülümseme halinde!


Ne anlamı var 

bir bakışı

ay ışığının gülleriyle aydınlanan

ve ırmakta kalan

ışığın.


Antonio Jacinto (1924)

Türkçesi: Özdemir İnce

Agostino Neto / AYRILIK ÖNCESİNDE VEDA

AYRILIK ÖNCESİNDE VEDA 


Anacığım !

Öldürdüler evlatlarını senin 

Ve sabretmeyi öğrettiler sana.


Anacığım !

Yılları senin yaşamının 

benziyor birbirine 

mezar taşları gibi,


Ve acı çekmeyi öğrettiler sana 

umut bağlayıp göklere.


Fakat senin evlatlarının

daha başka oldu yazgısı

Çatladı sabır taşı

ve çatladı

tohumu acının

ve öfke ağacı fışkırdı ondan.

Ve göklere bağlanan umudun 

sonu geldi.


Umut biziz, kendimiz!


Biz ki dünün

Köleleri;

çıplak ırgatlar

kahve plantasyonlarında:

Biz ki aç her zaman, 

her zaman susuz, 

biz ki aydınlıktan 

yoksun; 

kör, cahil,

ve bildiğimiz tek okul 

efendilerimizin buyruğu...


Korkardık

yürümekten toprak üstünde 

allında atalarımızın yattığı; 

severdik, seni 

hırsızlama

bir başkasının malını çalar gibi; 

seni biz, ana diye 

çığırmaya korkardık...


Anacığım, yurdum!

Şimdi değiştik artık.

Kendimiz kurtardık 

boynumuzu boyunduruktan 

Ve dönüşü yok artık bu yolun.


Yaşamdan korkmuyoruz

bu, ölümden de korkmuyoruz demektir

Biziz umudu

Angola’nın

Ve bizim savaşımız

sana mutluluğu getirecektir!


Agostino Neto (1922-1979)

Türkçesi: Ataol Behramoğlu