Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

21 Ekim 2017 Cumartesi

DENİZ KIZI İÇİN ŞİİRLER - Ahmet Erhan

Fotoğraf
DENİZ KIZI İÇİN ŞİİRLER
Sunu

Bedenini bir dünya haritası gibi dizlerime
Serip de, yollar aradım yürümek için

İçime çekmek için hava, koklamak için çiçek
Ve bir kadın, yaşamı benimle bölüşecek

Sevdiğim şeyleri sevecek, bir incir ağacından
Damlayan süt dolarken memelerine

Çocuklar doğuracak, kara gözleri
Dünyaya bıkıp usanmadan sorular soran

Kendiyle yüzleşmekten çekinmeyen, doğayla
Ve insanla sonuna dek barışkın...

Yüzünü ak bir kitap gibi ellerimde
Açıp da, umutlar aradım yaşama ilişkin

Uçurumların yamacında kök salacak ağaçlar
Boğulanlara uzanacak bir kol belki

Bunun için sevgilim, seninle başlattım bu şiiri.

Şiir, 1

Sen bir deniz kızısın, saçları
Düşlerimin erimince uzayan
Yağmurda kıpırtılı, güneşte gümüşsün
Bir yakamoz ağı, geceyle atılan

Sen bir deniz kızısın, doğanın
Yüzgörümlüğü olsun diye bana sunduğu
Allayıp pulladığı ayışığının
Yelin, terkisine atıp kapıma koyduğu

Sen bir deniz kızısın, yaşamla ölümü
İki kaşının arasında öpüşür buldum
Yaşamı seçtiysem sensin nedeni
Ölümdeki sonsuzluğa seninle erdim...

Şiir, II

Sen yollara yürürsen, çiçekler de yürür
Şaşarım gülüşünün ardından güneş doğmazsa
Bir çocuk, kapıları kırıp kırlara koşmazsa
O ufuk çizgisinin düşüncesiyle özgür

Bedeni ışık olup da yüzüme akan düş
Eğninde samanyolu, ülker, çobanyıldızı
O uzak kıyıların, mersinlerin kızı
Deyin ki, şairin yüreğinde açan bir gülmüş...

Şiir, III

Günlerce gözlerinin aylasında
Dağılıp, devindi bütün biçimler
Kimi bir çocuk sevinci buldum orada
Kimi de uçsuz bucaksız keder

Günlerce gözlerinin aylasında
Dönüp durdum bir gece kelebeği gibi
Kanına sinmek için, o ipek soluğuna
Işığına gömüldüm de yaktım kendimi...

Şiir, IV

Seviyorum, ırmaklar gibi boşanıyor
Bu sözcükler yüreğimden
Deniz oluyor da sonra, köpürüp inleyen
Bütün kıyılarımda saçların uzanıyor

Seviyorum, hiç solmayan bir çiçeğe
Dal olmanın sevincini duyar gibi
Uçsuz bucaksız gökyüzü belki
Senin kanatlandığın bir mavilikte

Seviyorum, bu sevdanın seninle
Bitmeyeceğine inanacak kadar
Yüreğimi dolamadım ki ben telörgülerle
Sen gidersen, sana benzeyenler var...

Şiir, V

Ellerini tutarken kanın sızıyor damarlarıma
Gözlerinle gözlerim arasında incecik bir köprü
Kuruluyor ve üstünde iki yürek düşe kalka
Yürüyor, kirpiklerinin kıvrımlarına düğümlü

Usuldan bir yağmur başlıyor sonra
Bir damla düşüyor aramıza ve giderek bir ırmak
Oluyor da, biz iki ayrı kıyıda
Bakışıp duruyoruz el sallayarak...

Şiir, VI

Bedeninin her noktasından söz alıyorum
Öpmek için, uğurlarken seni ayrılığa
Boğazımdaki taş güle dönüşüyor
Öyle görünüyor, dudaklarımın ucunda

Beni böyle anımsa, böyle düşün istiyorum
Gülümseyen bir adam, ağlar gibi, sarsak
Anla ki, yitik bir ülkeyi korumaya benzer
Bir şairin sevgilisi olmak...

Şiir,VII

Okyanusun taşması bile bir damlanın günahıdır
Ki sen bir ırmaktın yaşamımda
Bütün çelişkilerin barıştığı bir alan
Aykırı bir düş, bütün karabasanlara

Bir çiçeği sıkıştırıp dudağımın ucuna
Tek bir söz söylemeden insanlara seni soruyorum şimdi:
O ki, yürek gönderlerine her sabah çektiğim bayraktır
Ölümden sonra inandığım tek dünya... görmediniz mi?

Şiir, VIII

Seni gülüşü gül olup da açan kız
Uzandığım her kapıda yüzümü saran esinti
Seni, yürüyüşü yağmur, kokusu nergis
Seni, turuncu düş, seni deniz mavisi...

Eksik kalmış tek sözcüğü uzun bir şiirin
Bir dalın açmamış o son tomurcuğu
Yüreğime selamsız sabahsız girdiğin
Belli, geçerek o dikensiz yolu

Seni, yaz günleri topraktan tüten buğu
O bir anlık, bir solukluk yağmurlardan sonra
Seni, sevincin yangını, acının külü
Gittin artık, bu şiirler kaldı bana

Gittin artık, ardında mavi bir tütsü
Saçarak, geniş ufuklarından sonsuzluğun
Ey kara sevdalarımın göçmen kuşu
Diyemem istesem de, seni unuttum...

Şiir, IX

Gene şiirlere dönmeliyim, dargın ve uzak
Bir gülüşü parçalayarak içimde
Yaşamım hep böyle sürüp gidecek
Karşılıksız soruların bildik seyrinde

Gene şiirlere dönmeliyim, yenilmiş
Binlerce kez taşlanmış bir adam olarak
Şiirde kazanan aşkta yitirirmiş
Zar tutanlar gülebilirmiş ancak

Gene şiirlere dönmeliyim, öyle kırgın
Öyle yalnızım ki, sığmıyorum sözcüklere
Gene şiirlere, şiirlere sevgilim
Burgaçlar yaratarak yorgun beynimde...

Şiir, X

Yazıya dökülmemiş masallar, saza vurulmamış türküler gibisin içimde
Unutulmaya yakın, bir köşede saklanan
Uyanılmış düşler gibisin gecenin bir yerinde
Sabah olunca kopuk kopuk anımsanan

Yüreğime oyalar işledi sevdan, turuncu, mavi
İpekten portakallar, deniz köpükleri, ama
Bütün turuncular donuk kırmızıya
Ve bütün maviler mora dönüşüyor şimdi..

Şiir, XI

Yardım et bana, çıkayım bu uçurumdan
Biraz da senin ellerinle kurtulur dünya
Sen beni seversen çocuklar büyür
Karşılık bularak bütün sorularına

Yardım et bana, çok acı çekiyorum
Bu şiir her sözcüğüyle bir yara bende
Nasıl ki, yayından fırlayan ok
Yatağına gerisin geri dönerse

Sensin, sevgilimsin, beni bilirsin
Usandım artık dünyayı sorgulamaktan
Yardım et bana, kendimle barışayım
Kanıtlar devşirerek taştan, topraktan..

Şiir, XII

Şair, sevmedi seni o esmer çiçek
Bu sevdada konuşacak şimdi ne kaldı?
O Havva ki, Adem’i kaburga kemiğinden
Bir kez olsun yaratmadı

Şair, sevmedi seni o esmer çiçek
Bedeni bir taş gibi gömülse de sularına
Boğuldu bütün denizlerinde, bunaldı
Ve birdenbire çekip gitti sonra

Şair, sevmedi seni o esmer çiçek
O aykırı düşlerin senin, soruların gelini
Yitirdi rengini, yadsıdı anlamını artık
Hep kendine bakan bir ayna gibi..

Şiir, XIII

Burada bitiyor bir sevda, yenisi nerde?
başlar; ya da başlar mı bilmem?
Kendi derinliğiyle dolan bir kuyu mu
Yüreğim; kendi boşluğuyla yetinen?

Burada bitiyor bir sevda, ele avuca
Sığmayan kederle, kimi gülüşler ve bir
O kadar da unutulmaya yatkın anılar
Bırakarak geride; belki de birkaç şiir..

Sürüp gidecek yaşamım, kimi yerlerde
Sanki yeniden okur gibi bir romanı
Ve gülümser gibi yine aynı şeylere
Sıkıntılı, dalgın; çoğunlukla acılı.

Burada bitiyor bir sevda, kaldım işte
Yine dağlar, uçurumlar arasında bir başıma.
Burada bitiyor bir sevda, önsöz gibiydi
Bir çağrıydı, daha nice yeni sevdaya...

Şiir, XIV

Onun dolaştığı yollara yağmur yağmasın
Yıllar sonra bulayım ayak izlerini
Onun saçlarını yel savurmasın
Dursun kıvrımları öyle, öptüğüm gibi

Nasıl unuturum ki gülüşü gül olanı
Sevgilimdi, ya da ben öyle sanırdım
O gitti, elimde bir çiçek dağınıklığı
Bütün yolların ucunda kalakaldım.

Deniz, ona çok sevdiğimi söyle
Bir gün gelir de kıyına böyle durursa
Sularını kollarım bil, o ak köpüklerinle
Onu bir de benim için okşa...

Sonu

Ben dünyanın yitiği, yaşamın üveyoğluyum
Acıyım, acıdan da öte bir şeyim belki

Bir kız sevdim gülüşü düşlere akan
Benim dışımdaki her yerden gelirdi sesi

Burgaçlandı birdenbire gözleri- boğuldum..
 Fotoğraf 
Ahmet Erhan

GÜLLER LEYLAKLAR - Louis ARAGON

Fotoğraf
GÜLLER LEYLAKLAR

Ey o değişmeler ey o çiçeklerin açma ayı
Bulutsuz geçen mayıs bıçaklanmış haziran
Unutamam bir daha ne gülleri ne leylakları
Ne de o çiçeklerini ilkyazın hiçbir zaman

O korkunç görüntüyü unutamam bir daha
Alayı kalabalıkları çığlıkları güneşi
Aşk yüklü arabaları Belçika armağanlarını
Sonra o arı uğultulu yolu titreyen havayı
O kavgayı bastıran sakınma bilmeyen utkuyu
Öpüşmenin kızıla döndürdüğü kanı sonra da
Çılgın halkın leylaklarla donattığı kulelerde
O ölüme gidenleri unutamam artık dünyada

Kutsal o eski zaman betiklerine benzeyen
O Fransa bahçelerini unutamam bir daha
O akşamları ve büyüsünü o sessizliğin
Gülleri yol boyunca o gülleri sonra da
O bozgun yeline karşı duran çiçekleri
O sayıklayan bisikletleri alaycı topları
Korkunun kanadı üstünden geçen erleri
O perişan kılıklarını konaklayanların

Ama neden bilmem bu benzetme kasırgası
Dönüp dolaşıp beni aynı yere getiriyor
Saint-Marthe bir general kara bir dal yığını
Orman yolunda bir köşk Normandiya biçimi
İşte tıs yok düşman karanlıkta dinleniyor
Birden bize Paris düştü diyorlar bu akşam
Bir daha dünyada ne o yitirdiğimiz aşkı
Ne o gülleri ne de o leylakları unutamam

Flandres leylaklarını demetlerini ilk günün
Sonra tatlı izini yanakları solduran ölümün
Sonra sizi kaçışın gülleri taze güller sizi
Bir yangın rengine çalan Anjou gülleri sizi
Fotoğraf
Louis ARAGON

20 Ekim 2017 Cuma

ADEJDA MANDELSTAM' IN OSSİP MANDELSTAM' A SON MEKTUBU - Özdemir İNCE

Fotoğraf
ADEJDA MANDELSTAM' IN OSSİP MANDELSTAM' A SON MEKTUBU

Yerine varamayan bir mektup
iki yaprak samanlı kağıda yazılmış
belki de bir rüzgara, uykunun sınırlarında
milyonlarca kadının Türk, Fransız, Rus, Alman,
kocalarına, oğullarına, kardeşlerine, babalarına
yazdıkları milyonlarca mektuplardan.
Gönderilemedi ama bu mektup
iki yaprak samanlı kağıda yazılan
tam otuz yıl bekledi
bir sandık köşesinde
arasında öteki kağıtların
şimdi yer alıyor son sayfalarında
Nadejda imzalı bir kitabın:

                                                         22 Ekim 1938
(“Ossia, sevgilim, uzak dostum benim!
sözcükler uçup gidiyor sevgilim,
yazarken belki de hiç okuyamayacağın bu mektubu,
ama ben boşluğa postalayacağım gene de onu.
Hatırlıyor musun Ossia çocuk hayatımızı
nasıl da mutluyduk, sen ve ben!
Kavgalarımız, oyunlarımız ve aşkımızla!
Şimdi gökyüzüne bakmıyorum artık,
bir bulut görsem gösterecek kimim var?
Hatırlıyor musun Ossia, o kara ekmeği,
katıksız yediğimiz,
nasıl da güzeldi, bir mucize;
ve son kışımızı Voronej’de,
mutlu yoksulluğumuzu ve şiirimiz?

Hayat uzun Ossia, sevgilim!
Sonsuz uzun ve güç, engebeli,
tek başına ölmek,
yalnız ölmek.Her gece düşüme giriyorsun,
ne olduğunu soruyorum sana,
cevap vermiyorsun.
Son düşüm de şu:
Yiyecek alıyormuşum kirli bir dükkandan,
çevremde karanlık yüzler, yabancılar,
parayı verip yiyecekleri alıyorum
ama birden anlıyorum ki
dayanılmaz bir acıyla,
götürecek bir yerim yok bunları
çünkü sen yoksun
ve bilemiyorum artık nerede olduğunu.
Nerdesin Ossia?
Uyanınca,
“Ossia öldü,” dedim, Şura’ya,
bilemiyorum hayatta mısın hala
ama o günden sonra yitirdim izini
bilmem ki duyacak mısın beni?

Bir bilsen seni ne çok sevdiğimi,
yeteri kadar vaktim olmadı, biliyorum,
seni nasıl sevdiğimi söylemeye
sadece “sen” diyorum,
hep yanımdasın, bir gömlek gibi,
hep yabanıl ve katı olan benim yanımda
doğru dürüst ağlayamayan benim yanımda
şimdi bak, ağlıyorum, ağlıyorum, ağlıyorum…
Benim, Nadia, sen neredesin? Elveda!
Nadia.“)
Adejda Mandelstam

1943 yılında öldü Osip Mandelstam
Sürgünde, Sibirya’da
okuyamadan Nadia’nın mektubunu.
Çoktan silinmişti zaten
telefon defterinden
adı, adresi ve numarası
ve yeri yoktu hiçbir kitapta.

Seviyorsanız eğer geç kalmayın sakın,
aşkınızı söylemeye!…
Telgraf çekin, telefon edin, mektup yazın,
uçaklara, trenlere, tüm taşıtlara binin,
koşun, arayın, bulun, haber gönderin, birine anlatın,
duvara yazın, ağaçlara kazıyın,
yani deneyin bütün olanakları,
hiç olmazsa iki yaprak samanlı kağıda yazın,
Nadejda Mandelstam’ın yaptığı gibi
ama sakın geç kalmayın aşkınızı söylemeye!..
Fotoğraf

19 Ekim 2017 Perşembe

DİLKÜŞA / KADIN VE GİZ - Arzu EŞBAH

Fotoğraf
KADIN VE GİZ

“..geç kapanırmış güya derin yaralar
zira bizim de kabuklara düşmanlığımız aşikâr..”

daha sessizim şimdi van gogh’un kadınlarından 
ve daha da içli. 
ihtimâl o ki; okumayacağınız şiirlere yazıyorum hevesle sizi 
tanığı olmayacağınız bir aşkla sevdiğim gibi

isminizi fısıldıyorum sürekli geceye ve güllere 
sufle veriyor telve ateşe. ateş köze. köz küle. 
sanki kül ateşten azade bu minvalde

ey siz! 
siz ve o nihavent gözleriniz. güne düşen cemre her hecede. 
her nefeste doyumsuz giz.

ve elbet kusursuz müebbet yokluğunuz. sorgusuz 
üstelik bunu bir tek siz bilmiyorsunuz

adanabilirdim öykülerce adımlarınıza oysaki 
oysaki bütün kadınlarımla ezberleyebilirdim sizi

cümlenizin en sessiz harfi olmaya hazırdım 
yaslanırdım usulca dudaklarınıza adımla 
ya da bir mum karanlığınıza 
nasıl da razıydım vâkıf olmaya sırrınıza 
ışığa karşı durduğunuzda 
arkanızda kalmaya nasıl da arzulu

mânâ da olabilirdim mesela bu bahar aldanmaya 
ya da dönüp dönüp baktığınız o ayna 
hani şart değildi nazarınızda leyla olmak 
yazılsaydım yeterki alnınıza 
siz yeterki dokunsaydınız yaraya parmak uçlarınızda vefa

oysa çalmayacağınız kapıların gerisinde 
açmayacağınız kapıların önündeyim 
vâveylâ! en yakınınızda 
ve fakat en uzak sürgündeyim

Arzu EŞBAH
"Dilküşa"

18 Ekim 2017 Çarşamba

MERHABA ÇOCUKLAR - Nazım Hikmet Ran

Fotoğraf
MERHABA ÇOCUKLAR

Nâzım, ne mutlu sana 
cân ü gönülden, 
ferah ve emin, 
«Merhaba,» diyebildin. 
Sene 940. 
Aylardan temmuz. 
Ayın ilk perşembesi günlerden. 
Saat : 9. 

Mektuplarınıza böyle mufassal tarih atın. 
Öyle bir dünyada yaşıyoruz 
ki en kalın kitaptan çok yazısı var : 
ayın, günün ve saatın. 

Merhaba, çocuklar. 

Bir geniş 
bir büyük «Merhaba» demek, 
sonra bitirmeden sözümü 
yüzünüze bakıp gülerek 
— kurnaz ve bahtiyar — 
kırpmak gözümü... 

Biz ne mükemmel dostlarız ki 
kelimesiz ve yazısız 
anlaşırız... 

Merhaba, çocuklar, 
merhaba cümleten... 
Fotoğraf
Nazım Hikmet Ran

VE SEVDİĞİM HER ŞEYİ YALNIZ SEVDİM - Edgar Allan Poe

Fotoğraf
VE SEVDİĞİM HER ŞEYİ YALNIZ SEVDİM

Başkaları gibi değildim çocukluktan beri,
Görmedim başkalarının gördüğü gibi-
Ortak bir pınardan almadım tutkularımı,
Aynı kaynaktan almadım kederimi.
Uyandıramadım yüreğimi sevince aynı seste
Ve sevdiğim her şeyi yalnız sevdim.
Sonra çocukluğumda kasırgalı
Bir yaşamın şafağında iyinin ve
Kötünün her türlü derinliğinden
Çekildi hala bağlayan gizem beni.
Selden ya da kaynaktan-
Kızıl uçurumundan dağın,
Güneşten, Ağustosun altın rengiyle
Çevremde dönen–
Gökteki şimşekten uçarak
Beni Geçerken-
Gök gürültüsünden, fırtınadan
Ve o buluttan
-Maviyken göğün kalan kısmı-
Gözümde bir şeytanın şekline giren.
Fotoğraf
Edgar Allan Poe

17 Ekim 2017 Salı

Mr. PARKINSON - Didem MADAK

Fotoğraf
Mr. PARKINSON

Her gün uzak ülke kırpıntıları dökülür
Güneşin ceplerinden.
Yoksul aile babası cebi gibi,
Biraz kasvetli ve susam kokulu.
Sanki gretagarbo artisti ölür gibi
Gün batana dek karabasanlar dolaştırır
Sokaklarda hırdavatçılar,
Gecenin her köşesinde sarhoşlar gündüzü kusarlar.
Güneş vergi iade zarflarında saklanır.
Ucuz elbise askılarında tiril tiril
Amortiden bir deniz sallanır.
Sabaha karşı nemli bir ıslık,
Bir köşede siftinip duran sokak kedilerinin
Tüylerini tarazlar.
Yampiri bir yağmuru seyreder
Dizilip rengârenk, pis kediler.
Boyozcular
Elleri yağlı, gözleri yağlı,
Gönülleri yağlı pis adamlar.
Güvenoyu alamamış martılar.
Kemeraltı çarşısına alışverişe çıkarlar.
Otuziki yerinden bıçaklanmış aşklar damlar gözlerinden.
Kulenin altında bekler her öğlen Mr.Parkinson.
Bu şehirde adamın biri
Her öğlen bir deprem bekler.
Fotoğraf
Didem MADAK