Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

22 Mart 2018 Perşembe

BENİMSİN...~ Che GUEVARA

BENİMSİN...

Yüreğim yanında yağmur dolan bir dalga kadar coşkulu,
Güneşin ışıklarıyla parıldayan bir deniz kadar huzurlu olsaydı
İzin verseydin nolurduki gece tamam deseydin ne olurki....ne?
"gel yar" tamamyar "

Güzel gözlü yarim gözlerinin elinden,
Gökyüzündeki samanyoluna
Hani şu hayal olduğuna inanılan samanyoluna kadar ilerliyorum
Yine ne gelirse razı oldum yaradana güvenir gibi güvendim
Gizli köşemde güvenmeni bekledim.
Dillerim fırtına koparsa da,
Gözlerim med- cezir yaşatsa da,
Martılar semanda deli deli uçsa da,
Bırakmasın ellerimi diye yalvardım hep mevlama ama olmadı olmadı....

Mayası insan olan insan dım sadece
Tek farkım ölümüm olurdun
Her dakika öyle bağlandım sana
Çıkar yolu yoktu ben istemedim böyle olsun ama adına yazı derler demi bebeğim bunun...
Aynı gökyüzüne serilmiş birbirine yabancı iki yıldız olduk
Sen, ay ışığıyla dans eden yıldız olmuşken;
Ben gecenin tüllerine yüreğiyle tutunan ve her an kaybolmaya hazır bir yıldız oldum.
Bir gece kaysam da gökyüzünden ben hep sende olacağım sevgili.
Çünkü biz seninle yaşadığımız hayat kadar yalan,
Ölüm kadar gerçektik...
Hep en değerlimsin...
Ve başkasının kollarında da olsan benimsin,
Sen benim BEN dediğim yüreğimsin...
Olsanda olmasanda benimsin.!
Gerçeğiz en az ölüm kadar...
Yokoluş kadar.
Bir gece kaysam da gökyüzünden ben hep sende olacağım esmer yarim.
Çok uzaklardada olsan.

che
(Şuandada aramızda 850km var ama gel gör ki yüreğime sor ki bedenime sorki
benden ziyade benden içerde
benden bana daha yakınsın)
Che GUEVARA


21 Mart 2018 Çarşamba

AÇTI BAHAR ÇİÇEKLERİ ADANIN ~ Aşık Veysel ŞATIROĞLU


AÇTI BAHAR ÇİÇEKLERİ ADANIN

Ağaçlar al giydi kuşlar dillendi
Açtı bahar çiçekleri Ada'nın
Toprak mevce geldi yer yeşillendi
Açtı bahar çiçekleri Ada'nın

Kuğul kuğul ötüşüyor kumrular
Çağlayıp akıyor bulanık sular
Meleşir koyunlar körpe kuzular
Açtı bahar çiçekleri Ada'nın

Adapazarı'na demişler Ada
Yar elinden yaralarım ziyade
Çiğdemleri dağda gülü ovada
Açtı bahar çiçekleri Ada'nın

Mektup yok sıladan dağlar kar mıdır
Akar gözüm yaşı bir pınar mıdır
Kuşlar eşin bulmuş ilkbahar mıdır
Açtı bahar çiçekleri Ada'nın

Veysel'de kalmadı hiç sabrı karar
Gün günden ediyom ömrümden zarar
Bizim ele selam söylen turnalar
Açtı bahar çiçekleri Ada'nın

Aşık Veysel ŞATIROĞLU

SÖZ KUYTUSUNDA ~ Hulki AKTUNÇ

SÖZ KUYTUSUNDA

Sözcük sözcükle konuşur
Konuşur bağrışır savaşır
Adını ararken söner bir şiir

Uyaklar uyakların yankısı
Sağır sözcük aksak dize
Od biter köz biter kül biter

İki dize birbiriyle konuşur
Dizeler dizelerle konuşur
Biri yanıp sönünce biter şiir

Söz kuytusunda bekler
Sönmemiş dizeler
Hulki AKTUNÇ

20 Mart 2018 Salı

AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ ~ Cezmi ERSÖZ

AŞKTA YARIN YOKTUR SEVGİLİ 


Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili.
O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır.
Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur.
Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar.
Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular yoktur.
Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili.
İnsan bir başka ışığa teslim olur...
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil,
içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir.
Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur.
Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.

Hindistanda Ganj Nehrinin kıyısında yakılan yoksul adamın
hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de...
Newyorkta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının
çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir
sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de...

Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili,
kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı
hakikatlere daha yakınızdır, inan...
Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye.
Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda,
gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri,
o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim.
Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye...

Aşk çok eski bir şeydir sevgili.
Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer.
Sevdiğimiz insanların çocuklukları da...
Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer.
Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider,
hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya...

İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır.
Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır...
Bazen denizler, kıyılar çeker insanı.
İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde
yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu.
Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara...
Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi...

İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda
umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler,
kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının
korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu...

Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...

Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...

Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...

Aşkta yarın yoktur sevgili...
Cezmi ERSÖZ

KAFESTEKİ KUŞUN ŞARKISI - SABAHIN NABZINDA - Maya ANGELOU

KAFESTEKİ KUŞUN ŞARKISI
 Maya ANGELOU

SABAHIN NABZINDA -
Taş, Irmak, Ağaç
O yitip gitmiş canlılara kucak açar
İzini taşır mamutların,
Dinozorların, kısacık ömürlerinden
Bu dünya denen gezegende
Kupkuru yadigarlar kalmış,
Silinmiş, telaşlı kıyametlerin alametleri
Asırların ve toz bulutlarının kasvetinde.

Ama bugün haykırır o Taş, apaçık ve yumruk gibi,
Gelin ve doğrulun benim üzerimde
Dönün yüzünüzü uzak kaderinize,
Fakat bir sığınak aramayın gölgemde benim,
Saklanacak hiçbir yer bulamayacaksınız orada.

Siz neredeyse melekler kadar kıymetli
Yaratılmadınız mı,
Sinip kalmışsınız o çürüten karanlıklarda
Uzanmışsınız koynunda cehaletin,
Kıyımları çağırır ağzınız,
Saçar silahlanmış sözleri.

Bugün haykırır yüzümüze o Taş,
Doğrulabilirsiniz üzerimde benim,
Fakat gizlemeyin sakın yüzünüzü.

Her köşesinde dünyanın,
Enfes bir türkü söylüyor Irmak. Çağırıyor,
Kıyıcığında dinlenmemiz için.

Her biriniz, hudutlarla çevrili ülkeler,
Ne kadar narin olsanız da gururlusunuz,
Yine de bitimsiz, haşin kuşatmalar altındasınız.
Çıkar uğruna giriştiğiniz tüm o savaşlar
Yıkımların getirdiği mecburiyetlerden
Başka bir şey bırakmıyor geriye.
Ve göğsüme kadar yükseliyor süprüntü selleri.
Irmak boylarına çağırıyorum yine de sizi,
Eğer ezber etmeyecekseniz savaşmayı bir daha.

Gelin, barışa bürünün,
Ve ben söyleyeyim
Taşla, Ağaçla bir olduğum zaman
Yaradanın bana bahşettiği türküleri.
Alın çatınızı dağlamadan kara cahil olduğunuzu.
Irmak söylerdi ve yine söyler türküsünü.

Türkü söyleyen Irmağa ve bilge Taşa
Eşlik etmek için can atıyorlar.
Bunu söylüyor Asyalılar, Latin Amerikalılar, Yahudiler,
Afrikalılar, Amerikan yerlileri, Siyular
Bunu söylüyor Katolikler, Müslümanlar, Fransızlar, Yunanlar,
İrlandalılar, Hahamlar, Rahipler, İmamlar,
Bunu söylüyor Eşcinseller, Heteroseksüeller, Vaizler,
seçkinler, evsizler, Öğretmenler.
Duyuyorlar. Hepsi duyuyor
Ağacın sözlerini.

İlk ağacın ve sonuncunun insanoğluna
Seslenişini dinliyorlar bugün.
Gelin bana,
İşte buraya, kıyısına Irmağın.
Burada kök salın kıyısında Irmağın.

Her biriniz, göçüp gitmiş bir seyyahın neslisiniz,
Ödendi hesabınız.
Siz, ilk ismimi veren sizsiniz bana, siz,
Pavniler, Apaçiler, İrakualar, siz,
Çeroki halkı, benimle huzura erdiniz,
sonra sürüldünüz kanayan ayaklarınızla,
Terk ettiniz beni, gözünü kar hırsı bürümüş,
Doymak bilmez altın heveslisinin ellerine.

Siz, Türkler, Araplar, İsveçliler,
Almanlar, Eskimolar, İskoçlar,
Siz İtalyanlar, Macarlar, Polonyalılar,
Siz Aşantileri Gine’nin, Nijerya’nın Yorubaları, Kruları Liberya’nın
Satılan, çalınan ve düşler için dua ederken
Bir kabusa uyananlar.

İşte buraya, yanı başıma kök salın.
Ben Irmağın diktiği o Ağacım,
Hiç kimse yerimden söküp alamaz beni.
Ben Taşım, Ben Irmağım, Ben Ağacım,
Sizinim, tüm harçlarınız ödendi.
Düşürmeyin yüzünüzü, delicesine bekliyordunuz
Sizin için ışıyan bu sabahı.
Canınıza okumuş olsa da tarih
Silinemez artık, elverir ki cesaretle
Karşılayın onu, bir daha yaşanmasın acılar da.

Sizin için söküyor şafak,
Açın gözlerinizi.
Yeniden can verin
Düşlere.

Kadınlar, çocuklar, erkekler,
Alın onu avuçlarınıza,
En gizli ihtiyacınızın biçimini
Verin ona. Bir heykel yapın ondan
Ve sunun tüm insanlara.
Mühür vurmayın kalbinize.
Yeni bir şanstır
Her yeni saat
Yeni merhabalar için.
Baş eğmeyin ebediyen korkulara,
Kaldırıp atın bütün o barbarlıkları rağmen
Yabanıllığın prangalarını.

Ufuk serilmiş önünüze,
Değişim için yepyeni
Adımlar atın diye.
İşte burada, bu güzel günün nabzında,
Üzerimden, Taş, Irmak, Ağaç ve yurdunuza doğru,
Yukarıya ve ileriye bakmak için toplayın cesaretinizi.
Midas’a da yer var dilenciye de.
Mamutlara da yer var sana da.

İşte burada, bu yeni günün nabzında
Kıvancını hissedin yukarı ve ileri bakmanın
Ve kız kardeşinizin gözlerine
Ve erkek kardeşinizin yüzüne
Yurdunuza bakın,
Sonra sadece
Evet sadece
Umutla dopdolu,
Günaydın deyin.

19 Mart 2018 Pazartesi

MASUM VE ÇIPLAK ~ Engin Turgut

MASUM VE ÇIPLAK

Acıkmış düşlerinden, susamış ruhundan bak bana. Mavi 
ışığın boşluğa düşmesin, renklerin kalbine sızan suçsuz 
gözlerinle ışıldıyor çiçeklere su veren ellerim, görüyor 
musun? Hayalci bir avcı gibi sokuldum, bir kuş gibi 
havalanıp, masum ve çıplak bir uçuşla kondum uçlarına 
ve yanına uzandım ve birlikte bakıyoruz konuşkan 
yıldızlara. Sabahları erken uyanan bir doğa gibi, ne 
kadar da çalışkan kolların var senin. Kollarına sığınsam 
da hep esin perim olsan. Attila İlhan şiirleri okuyarak 
açılsak denizin sonsuz sarhoşluğuna Bilirim çiçeklerle 
konuşursun, bütün sokaklarına, dağlarına, bayırlarına 
aşk kaçmış senin. Yeryüzündeki bütün kelimeleri 
üzerine boca etsem onlarca şiir dökülür eteklerinden.

Martıların denizi koklaması, denizi öpmesi ne kadar 
güzeldir ve sen ne kadar güzel ve beyaz bir kadınsın 
böyle. Gökyüzü akıyor üzerinden. Gözlerin şiir odası 
değil de nedir? Gözlerini özlemekten sisli bir adaya 
dönüştü gövdem, görüyor musun? Düzyazı bir şiir gibi 
bakıyorum sana. Gövdemin hayatını altüst eden 
tutkunun ta kendisi olmalısın. Arzuyla bakan o sıcak 
masumiyetin aşktan daha da derin. Bak ne güzel 
uzandım bulutlarına. Gözlerinin önünde eğildim. O 
masum ve çıplak yanınla dokun üşüyen dudaklarıma.

Kalbinin duvarlarına resimlerini yaptım. Bir rüya 
merdiveni bulsaydım da arzuyla bakan gözlerinin 
avlusunda sabahlasaydım. İştah uyandıran tenha 
yerlerine bakmaktan bıkmadım. Dildaşım sen ne güzel 
susuyorsun böyle, sana çok hayranım. İnsandaşım sen 
ne güzel gülümsüyorsun böyle, sana çok susadım. Islak 
ağzından şurup yaptım hadi gel kana kana içelim. Akide 
şekeri kokan dilin güzel kelimeler karnavalı, senin her 
kelimen aşka çıkıyor. Kalbin porselen midir, kötü bir 
kelimenin rüzgârından kırılacakmış gibi duruyor. Elma 
ağacı yüzlü sevgili, yanaklarını okşayasım, yüzüne 
dokunasım geliyor. Ahşap bir derdim var benim. Beni 
bir güve gibi yiyip bitiriyorlar. Bu aşk şalını çıplak 
omuzlarına örtmeliyim. Bak bunlar benim kelimelerim, 
onlar da çok üşüyorlar. Tatlı kurbağam benim, neşeli 
bir ıslıksın ağzımda.

Gülümsemenin ay parkında salıncakta sallanan 
çocukların coşkusunu taşıyorsun. Gözlerindeki o derin 
ikram ve davet iyiliğin ve sevincin billur bahçesi olmuş. 
Taş suyu içti, ben seni içmeye doyamadım. Parıldayan 
bir istiridyeyim sana ben, incim olur musun? Öksüz ve 
yetim bırakırsan bu aşkı, yıldızlar ağlamaya başlar ve bu 
şiirdeki makamın canı acır. Farid Farjad yağmurun ve 
İstanbul’un ruhunu ısıtıyor, duyuyor musun? Ve 
durmadan bir efkâr gibi yağan bu yağmur ikimize ne 
kadar da çok yakışıyor biliyor musun? Salacak 
vapurunda unutulmuş bir şapkanın rüzgârı esiyor ve 
mutlu bir sabah kahvaltısı kokuyor o uzun ve ince ellerin.

Ve ben seni Vivaldi’nin dört mevsimine de sığdıramam. 
Benim için bir yaz meleği tadındasın, hercai menekşeler 
dökülüyor kıvranan kıvrımlarından. Dünyamızın yarısı yaz 
ama yarısı yasta. Elimi kalbime götürsem de söylesem. 
Kutsal meleklerin kanatlarını kopardılar. Bak 
artık göller kurudu, nehir akmıyor, yağmur herkese 
yağmıyor, balıklar küstü, yaralı bir çağın ayakları 
birbirine dolaşıyor. Kan ve gözyaşından geçilmiyor 
rüyalarımız. Rüyalarımıza ve düşlerimize el koymuşlar. 
Hadi gel yeni bir çağın serçe kalbiyle aklımızı 
temizleyelim. Kapansın kara delikler ve çekip gitsin 
tarihin katil yüzlü, zıvanadan çıkmış çirkin yüzleri.

Günaydın ey gözleri İstanbul parıltısı sevgili, kalbindeki 
Şems hep açık kalsın, Günaydın Goran Bregoviç’in 
ritmik kalbi. Günaydın “Çingeneler Zamanı”. Bugün 
günlerden seninle yapılan küçük domatesler kahvaltısı. 
Günaydın esmerliğini aşkın masumiyetinden almış ruhu 
Tango’dan geçilmeyen masum ve çıplak sevgilim. 
Acıkmış düşlerinden, susamış ruhundan bak bana!
 
Engin Turgut

IŞIĞIM SÖNDÜ ~ Şerif ERGİNBAY


IŞIĞIM SÖNDÜ

Karıcığım hoşçakal, ışığım azalıyor,
Yanımda ölü arkadaşlarım.
Artık kömür kokulu ekmekler getiremeyeceğim sanırım.
Buraya kadarmış çocuklarım, hoşçakalın,
Hakkınızı helal edin; anacığım, babacığım.

Işığım azalıyor, hoşçakalın...
Üstüme değil içime çöken ocağın sessizliğinde
Tek tek seslerinizi duyuyorum, yüzlerinizi görüyorum,
Işığım azalıyor, soluğum azalıyor, biliyorum,
Yavaş yavaş dünyanın kara kalbine gömülüyorum.

Işığım söndü, işte gidiyorum...
Ah, en çok da şimdi, bir bilseniz
Nasıl da bulutları, ağaçları, gökyüzünü özlüyorum.
Işığım söndü... Hoşçakalın, arkadaşlarım çoktan gitti,
Artık ben de gidiyorum.
 
Şerif ERGİNBAY