İSTANBUL' DAN MEKTUP
Canım,
uzandığım yerde yazıyorum,
yorgunum pek,
aynada yüzümü gördüm, adeta yeşil
Havalar soğuk, yaz gelmeyecek
Haftada otuz liralık odun lazım,
başa çıkılır gibi değil.
Demin, sofada iş görürken
battaniyemi aldım sırtıma.
Camlar, çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor,
burda barınmamız imkânsız artık
taşınmalı,
ev yıkılacak üstümüze.
Kiralarsa dehşetli pahalı.
Sana bunları ne diye anlatırım?
Üzüleceksin
Derdimi kime dökeyim?
Kusura bakma.
Isınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
hele geceler.
Bıktım usandım üşümekten.
Rüyalarımda Afrika'ya gidiyorum.
Cezayir 'deyim bir sefer
Sıcaktı.
Alnımı bir kurşun deldi.
Bütün kanım aktı,
ama ölmedim.
Bana bir hal geldi,
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
- halbuki biliyorsun
henüz kırkıma basmadım -
çok ihtiyarladığımı hissediyorum
söylüyorum da,
söyleyince de kızıyorlar,
konferans dinliyorum herkesten
Her neyse bu bahsi kapat
Filme alınmış Çehof'un "Ağustos böceği"
Paris'te de göstermişler, Beğenilmiş
O zavallı hoppa kadında mı bütün kabahat?
Ben doktoru hem severim,
hem de affetmem eşeği.
Eninde sonunda kim daha bedbaht?
Kim kimin yüzünden?
Paraguay halk türkülerini çaldı radyo
Bunlar, dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış,
acı da, umutlu da
Bayıldım Paraguay türkülerine
Adviye'den mektup aldım,
beni çok göresi gelmiş
beni hiç unutamıyormuş...
Şaştım da kaldım.
Yıllardır, sen memleketten kaçıp gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
ne bir haber yolladı hatta,
hatta sokakta karşılaştık
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
En yakın arkadaştık.
Ama, arkadaşlık ağaca benzer
kurudu mu
yeşermez artık
Ben cevap yazmadım.
Neye yarar?
Evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok
Düşmanlığım da yok elbet.
Otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş.
Hastalıklı bir şeymiş adam,
manyağın biri.
Halbuki Adviye ne canlı kadındir
Gidip baktim oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
Yorganı açılmış, örttüm.
Bir kara haber de verdi bu aksam radyo :
Iren Jolio Küri ölmüş.
Daha gençti.
Yıllar var
bir kitap okudum du
ölenin anası ústüne yazılmış
Bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder,
satırlar gözümün önüne geldi
sarışın iki Yunan heykeli gibi, der.
İşte bu çocuklardan biri öldu.
Bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ólen
o sarışın kız çocuğu da.
Bu ölüm bana çok dokundu.
Iren Jolio Küri için
ağladım bu aksam.
Ne tuhaf.
İren, deselerdi İren,
öldüğün zaman,
deselerdi,
İstanbullu bir kadın,
hem de hiç tanımadığın,
aglayacak arkandan,
deselerdi,
şaşardı.
Kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
diye düşündüm.
Adresini bilmiyorum ama
Paris, Frederik Jolio Küri, desem,
gider miydi?
Bir de Fransız yazar öldu,
gazetede okudum.
Adını bile duymamışın dır
Çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
sinik
cenabet herifin biri.
Her şeyle alay etmiş ömrü boyunca,
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
Mülakat vermiş ölmeden birkaç gün önce
ölümü alaya alıyor aklınca,
ama belli dehşetli de korkuyor.
Resmi de var,
büyük annemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
işte herif.
Korkunç bir yalnızlık içinde
sıska bir ihtiyar.
Ona da acıdım.
Belki büyük annemize benzediğinden,
belki de yalnızlığına
Acıdım,
ama aynı acıma değil elbet,
acıyorsun Iren Küri’ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasinu,
ama daha çok dünyaya acıyorsun
büyük bir insan öldü diye.
Sana bir müjdem var:
okumayı öğreniyor tembel oğlun,
epeyi söktü kerata :
tut, kos, kitap, kalem, çanta..
Mükemmel değil mi?
Her harfi bir şeye benzetiyor
A bir evmiş,
B göbekli bir adam,
T bir keser
Ödüm kopuyor tembel olacak diye.
Hep ona iş yaptırmak istiyorum.
Kız olsaydı kolaydı.
Kadınların her yaşta her iş gelir elinden.
Ama beş yaşında bir oğlan
ne becerebilir?
Ah bir ısınsa havalar..
Isınacak
Uzadıkça uzadı mektubum.
Kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver,
beni unutma.
Bana hemen cevap ver
Akıllıdır Münevver
nasıl olsa, ne yapıp eder,
falan filan diye kendini avutma.
Sensiz perişanım.
Beni unutma.
Kendine iyi bak.
Gözlerinden öperim canım.
Güzel geceler.
Kendine iyi bak.
Bana hemen cevap ver.
Dertlerimi aklında tutma,
unut,
beni unutma…
Nazım Hikmet Ran