Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

25 Ağustos 2018 Cumartesi

MUHAYYER ~ Attila İLHAN

MUHAYYER
önemli gizli boyutlarıyla yeryüzündeki yaşantımız
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız
o gün ki ölümün perdesine yapayalnız yansırız
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
bir incesaz ki süreklidir yaprak döken korularda
çılgınlıkları oluşturur en çapraşık duygularda
büyük çıkmaz akla gelip de sorulmayan sorularda
bazı insan içten içe düşünür hesaplar da
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
üflediği sustuğumuz tutkuların düşlerimizi çok çadır
çocukluktan çıktığımızı sanmak aslında çocuk çadır
gerçi gençlik bir uçta yaşlılık bir uçtadır
birleştikleri gerçek o müthiş sonuçtadır
ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız
Attila İLHAN

YALNIZLIKLAR 21.~ Hasan Ali TOPTAŞ

YALNIZLIKLAR

21.
Her şey bir yalnızlık giydirir sırtımıza
geçip giderken,
durup dururken ya da,
bakıp durur, söyleyip durur,
gülüp dururken.
Kır kahvesindeki masanın yalnızlığı çıkar
cebinizden bakarsınız,
ben dökülürüm yalnızlıklarımla bakışlarınızdan,
dökülürüm de aynalarınız kör kuyulara benzer
siz baktıkça.
Bakarsınız bir çocuğun yokluğu elinizden tutmuş
lunaparka sürüklüyor sizi.
Belki de bir türkünün yalnızlığıdır dünkü yüzünüz,
adımlarınız bir sokağın.
Her şey bir yalnızlık giydirir sırtımıza;
ve giyinmek yalnızlıktır.
Hasan Ali TOPTAŞ

24 Ağustos 2018 Cuma

JOHANN WOLFGANG von GOETHE - Faust -GÖKTE ÖN KONUŞMA

JOHANN WOLFGANG
von GOETHE
- Faust -


GÖKTE ÖN KONUŞMA
Tanrı, gök sakinleri ve mefisto
Üç büyük melekler öne geçer

   Üç büyük meleğin biri: Güneş, eskiden olduğu gibi, kardeş
kürelerin yarışan ahengi içinde ses veriyor ve kaderin kendisine
çizdiği yolu gittikçe gürleyen bir hızla tamamlıyor. Kimse güne-
şin derin anlamını bilmese de, onun güzelliğini seyretmek melek-
lere kuvvet veriyor. Kavranılmaz yücelikteki eserler, yine ilk
günkü gibi görkemli!
  Üç büyük meleğin ikincisi: Yeryüzü de bütün güzelliği ile ve
inanılmayacak kadar çok hızlı dönüyor. Cennetin aydınlığı ile
gecenin derin ve korkunç karanlığı birbirini kovalıyor. Deniz, ka-
yaların dibinden geniş akıntılar halinde köpürüyor ve kürelerin
sonsuz derecede hızlı hareketiyle, kaya ve deniz beraber sürükle-
niyor
  Üç büyük meleğin üçüncüsü: Fırtınalar denizden karaya, ka-
radan denize doğru birbiriyle yarış ederek gürlüyor ve etrafların-
da oluşturdukları etkiler bir zincir meydana getiriyor. Gök gürül
tüsünün önünden bir şimşek gibi saldırıp çakıyor. Fakat Tanrı-
mız, senin elçilerin, günün mutlu akışını yücelterek seyrediyor-
lar.
  Üç melek beraber: Kimse derin anlamını bilemese de, onun
güzelliğini seyretmek meleklere kuvvet veriyor ve senin bütün
yüce eserlerin ilk günkü gibi görkemli bir şekilde duruyor!
  Mefisto* : Tanrım, yine bize yakınlık gösterip halimizi sordu-
ğun ve beni genel olarak görmekten memnun olduğun için, bu
kalabalığın içine ben de karıştım. Beni affet. Herkes benimle alay
edebilir ama ben yine de parlak sözler söyleyemem. Eğer gülme-
yi unutmamış olsaydın, benim laf ebeliğime sen de gülerdin. Gü-
neşlerden ve diğer dünyalardan söz açamam. Ben, yalnızca insan
ların kendilerini nasıl azaba soktuklarını görüyorum. Dünyanın
küçük Tanrısı da ilk günkü gibi acayip bir halde. Eğer ona göğün
sığından bir zerre vermemiş olsaydın, biraz daha iyi yaşayabilir
di. O, bunu "akıl" olarak niteliyor ve onu sadece, her hayvandan
daha aşağı seviyelerde yaşamak için kullanıyor. İzninizle hemen
söyleyeyim; o bana, sürekli uçan, uçarken de o eskimiş türküsü
nü söyleyen uzun bacaklı ağustos böceği gibi gelir! Burnunu sok-
madığı pislik yoktur!
  Tanrı: Bana söyleyecek başka hiçbir şeyin yok mu? Sen her şe-
yi sürekli şikâyet mi edersin? Dünyada beğendiğin bir tek şey bile
yok mu?
  Mefisto: Hayır efendim! Orasını, her zaman olduğu gibi, yine
de kötü buluyorum. İnsanlara, kara günlerinde acıyorum. Onla
ra çok acıdığım için eziyet bile edemiyorum
  Tanrı: Faust'u tanıyor musun?
  Mefisto: Şu doktoru mu?
  Tanrı: Kulumu
  Mefisto: Gerçekten, o size özel olarak hizmet ediyor. Deli
Uzaktakilere çok güçlü bir özlem duyuyor. Deliliğinin biraz far
kında. Gökten en güzel yıldızları, yerden de en üstün zevkleri is
tiyor. Bütün uzaklar ve yakınlar onun heyecanlı ve çırpınan kal-
bini tatmin etmiyor.
  Tanrı: O bana şimdi zihni karışık olduğu halde hizmet ediyor
onu yakında açıklığa kavuşturacağım. Bahçıvanlık yapan
lar bilir ki, eğer fidan yeşerirse, ileriki yıllarda onu çiçek ve mey-
veler süsleyecektir.
_____________________________
*Bir yönüyle şeytana benzeyen ama tam şeytan olmayan bir varlık. O, 
aynı zamanda Azrail’e ve cinlerin en kötülerinden olan ifrite de benzemektedir.
  
   Mefisto: Neyine bahse girersiniz? Onu, yavaş yavaş kendi yolu-
ma doğru yönlendirmeme izin verirseniz bu bahsi kaybeder siniz.
  Tanrı: O, dünyada yaşadıkça bu işten kesinlikle yasaklanma
yacak ve uzak tutulmayacaksın. İnsan yaşadığı ve araştırıp çalış
tığı sürece yanılabilir. (İnsan yaradılıştan iyi mi, yoksa kötü mu?
Goethe, insanın iyi ve dolayısıyla kurtuluşa ermeye layık bir var-
lık olduğunu savunuyor)
  Mefisto: Bu konuda size teşekkür ederim. Olûlerle hiçbir za-
man severek ilgilenmedim. En çok sevdiğim şey de taze ve dol-
gun yanaklardır. Cenaze için ben yokum. Benim halim, kedinin
fare karşısındaki hali gibidir.
  Tanrı: Peki, öyle olsun! Onu sana bırakıyorum. O ruhu asıl
kaynağından çek, eğer yakalayabilirsen ve etkili olabilirsen ken-
di yoluna yönelt. Sonunda iyi bir insanın belirsiz çabalarıyla doğ.
ru yolu bulabileceğini itiraf etmek zorunda kalarak karşımda
mahcup ol! (Tanrı ve şeytan böylece iddiaya girmiş oluyorlar!...)
  Mefisto: Tamam, pekala! Bu iş fazla uzun sürmez. Tuttuğum
bahisten hiç korkmuyorum. Eğer amacıma ulaşırsam, zaferle
göğsümün kabarmasına müsaade etmeni beklerim. Yeğenim de
o meşum yılan gibi, severek toz ve toprak yiyecektir.
  Tanrı: Sen o zaman da karşıma serbestçe çıkabilirsin. Senin gi-
bilerden hiçbir zaman nefret etmedim. İnkarcı ruhlar içinde beni
en az üzen ifrittir. İnsanın çalışması zamanla kolayca yavaşlayıp
gevşeyebilir. İnsan biraz çalışıp yorulunca hemen dinlenmek is-
ter. Onun için yanına, onu çalışmaya teşvik edecek arkadaş ola-
rak birisini veriyorum.
  Ama sizler, şu mavi gökyüzünün temiz insanları, canlı ve zen-
gin güzelliklerin zevkine varınız. Sizi sonsuza kadar etkileyecek
olan bir oluş, kollarıyla sizi kavrıyor.
  (Gök kapanır ve büyük melekler dağılır.)
  Mefisto: Bazen Tanrı'yı görmeyi sever ve onunla bozuşmaktan
da özenle sakınırım. Büyük Tanrı'nın şeytanla böyle, bir insan g
bi konuşması ne hoş bir şey!

23 Ağustos 2018 Perşembe

YALNIZLIKLAR 22. 23. 24. ~ Hasan Ali TOPTAŞ

YALNIZLIKLAR

22.
Ben sizsizliği yalnızlık sanmıştım her keresinde.
Laleleştirilmiş bir lale açmıştı o gün yastığımızda,
gözleri çırılçıplak bir arzu'ydu güler' ken;
ve biz bedeni küçülmesin diye
adını almıyorduk ağzımıza.
Öpe öpe büyütmüştük çünkü onu;
öpe öpe geçmiş
ve gelecekten.
Çünkü her zamanki gibi,
şimdi, şimdide değildi.
Teninde Akdenizler yanıp sönen
esmer bir ırmaktı zaman;
dokundukça köpürüyordu sularına,
suları dillendikçe inliyordu
ve bir dişe batıyordu her yer
bir düşe ...
Derken, ırmak alıp götürüyordu ikimizi
İşte, diyorduk suların ateşi,
işte kalçası, işte ayak bilekleri,
işte dizi.
Sonrası, çınlayan bir doğallıktı
yanlış yazılmış semada.
Şimdi sen,
camlarda birbirini gagalayan krlangıç çığlıkları
vardıysa o gün,
kapılar yumduysa gözlerini
ve çarşaflar gizli birer destandıysa henüz,
onları söyle.
Üç nasıl akarmış bire,
nasıl çıkılırmış temizliklerden soyuna soyuna
bir yüce kire
hiç söyleme.
Dışarısı hala kör çünkü,
hala sağır
ve yüzler hala kekeme.
Dışarısı tıklım tıklım bakkal hesabı;
-ki, yalnızlık hesaplılıktır.biraz da.

23.
Gece gündüz seninle gezer yalnızlık;
adımlarının önünde düşlediğin
adımlarındır kimi zaman.
Biraz sonradır yani;
sen buradayken
mutfağa gidip sana dönen sendir.
Kapıyı kilitledimi’dir yürüdükçe,
musluğu kapattım mı’dır.
Ya da kollarının salınımında
bir afişin rengini duymaktır ansızın
bir tekerleğin ağırlığını
ayak izlerinde görmektir.
Yalnızlık düşen bir bardak sesidir
dönüp baktığın
kırılan şarap şişesidir ya da
ağzındaki cümleyi kana bulayan.
Yalnızlık hadi gidelim’dir çoğu kez,
hadi n’olursun.

24.
Yalnızlık tutkularda gezer çoğu kez;
kör kütüğünden sırılsıklamı na,
zil zurnasından akla yatkınına kadar bütün
tutkularda.
Çünkü aklın,
her şeyi tutkuya dönüştürmek gibi
tuhaf bir köyü vardır;
ve tutkular,
insanı tutmaya yarayan en eski kulplardır
- ki, birini göğe çıkarır
ya da yere batırırken
çoğunlukla oralardan tutulur.
Bu yüzden,
önce tutkuları öğrenilir insanın,
sonra tutkuları unutulur.
Tutkular ki,
görüntümüzün yüzüne yeniden çizerler bizi;
atacağımız adımları sözgelimi,
ayaklarımızı, aklımızı, ya da ellerimizi.
Gündüz onlarla gündüzdür gözümüzde,
gece onlarla gece.
Bir devizdir onların üstünde,
bir cüce.
Tutkular ki,
içimizin içinde oturan en büyük sahiplerimizdir;
yüzümüzü yüzlerine
kendi ellerimizle giydirdiğimiz.
Hasan Ali TOPTAŞ

AÇIL TOPRAK AÇIL ~ Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

AÇIL TOPRAK AÇIL

Açıl toprak açıl
Kurulsun sofralar!
Boğazına kadar öze boğulsun tohum
Çatlasın bereketinden dağlar
Gözümüz gönlümüz doysun.

Açıl toprak açıl
Boy atsın birden yoncalar döne döne
Batırsın köklerini çınar kana kana
Serin köpüklü usare kuyularına.

Açıl toprak açıl
Bağrinda gün görmemiş bir sürü bahar
Bizim bir tutamı yeşermedik bahçelerimiz var
Toprağın altında el değmedik kız gibi
Mevsimlerin var bekleşip durur
Üstünde bahara hasret gidenler var ne buyrulur?

Açıl toprak açıl
Yabani incirin dallarına süt yürüsün
Bize meyvelerini dirhem dirhem sunan
Emektar ağaçlarından özünü
Piç fidanlardan meyveni esirgeme.
Açıl toprak açıl!
Bire on veren başak bin versin
Bize gölgesinden başka
Verecek şeyi olmayan kısır dallar;
Yepyeni meyvelerle bezensin.
Açıl toprak açıl
Donansın bahçeler
Toprağın altında yakası açılmadık bir sürü bahar
Üstünde bin baharı bir anda taşıyacak
Tosun gibi ağaçlarımız,
İştihası yerinde bahçelerimiz,
Maşallahı alnının ortasinda yazılı
İneklerimiz var.
Açıl toprak açıl!
Ver Allahım ver!
İnsanoğlu bir baş soğanla
Bir dilim ekmeğe değer.

Açıl toprak açıl dedik açılmadı
Toprağın altında mühürlendi kapılar
Tohumların ağzını bıçaklar açmaz oldu
Boyu devrilesi bir bahara kadar.

Açıl toprak açıl dedik açılmadı
Mevsimler
Henüz doğmamış sâbilerin rızkıdır dediler,
Toprağın altında ne var ne yok kilitlediler
Sâbiler doğdular, büyüdüler
Acıktılar
Evvelâ tırnaklarını
Sonra da birbirlerini yediler
Açıl toprak açıl dedik açılmadı
Senin anlayacağın
Toprak bizi doyurmadı.
Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

JOHANN WOLFGANG von GOETHE ~ Faust (Sunuş - Müdür, Tiyatro Şairi ve Şen Adam)


JOHANN WOLFGANG
von GOETHE
- Faust -


Sunuş
Gençliğimde bana görünmüş olan belirsiz şekiller, yine yakla-
şıyorsunuz. Acaba bu defa sizi tutmayı denesem olur mu? Kal-
bimde hala o şüpheye karşı bir eğilim var. Yine üşüşüyorsunuz
Peki öyleyse! Sis ve duman içinden yükselip bana hükmedin ba
kalım!
Gençliğimde, kafilenizin çevresinde esen büyülü nefesten
içim titremişti. Şimdi de aynı şeyleri hissediyorum
Bana sevinçli günlerin görüntülerini getiriyorsunuz. Bazı yüce
gölgeler belirgin hale geliyor: Ayrıca ilk aşkın ve ilk dostluğun iz-
leri de sanki eski ve kısmen unutulmuş bir masal gibi gözümde
canlanıyor. Hayatın sanki dehliz gibi olan kıvrımlı akışından do-
layı sızlanışlar tekrarlanıyor ve güzel saatlerin mutlu hayalleriyle
avunarak benden önce ölmüş o iyi insanların adları anılıyor
lk şarkılarımı dinlemiş olan ruhlar artık sonrakileri işitmiyor-
O eski dost kafilesi şimdi toz toprak olmuştur ve ne yazık ki
ilk yankının sesi de sönmüştür!
Artık ıstırabım hiç tanımadığım bir kalabalığa sesleniyor. On-
ların övmeleri bile içimi burkuyor. Şiirlerimden zevk almış olan
bazıları da, eğer yaşıyorlarsa, dunyada darmadağın olmuş halde
dolaşıp duruyorlar ve içimi, o sakin ve aziz ruhlar dúnyasına ait
bir ózlem kaplıyor. Bir harp (üç köşeli bir müzik aleti) gibi uğul-
dayan türküm, belirsiz seslerle havada yayılıyor. İçim ürperiyor
gözyaşlarına boğuluyorum, o acımasız kalbimin yumuşadığını
hissediyorum. Önceden sahip olduğum şeyleri kendimden uzak-
laşmış görüyorum ve kaybolmus seyler benim için artık birer ger-
çek oluyor


Müdür, Tiyatro Şairi ve Şen Adam
Müdür: Bana üzüntülü ve sıkıntılı anlarımda pek çok kez yar-
dım etmiş olan siz ikiniz, söyleyin bakalım. Alman ülkesinde gi-
riştiğimiz işten neler bekliyorsunuz? Halkın hoşuna gitmeyi çok
isterdim. Çünkü halk yaşar ve yaşatır. İşte görüyorsunuz, direk-
ler dikilmiş, tahtalar çakılmış ve herkes bir ziyafet beklentisi için-
de. Rahatça kuruldukları koltuklarında ilginç ve şaşılacak şeyler
seyretmek isterler. Halkın ruhunu okşayacak seyleri bilmeme
ragmen hicbir zaman bu kadar zor durumda kalmamıştım. Ger-
çekte halk en iyi eserlere alışık değildir, ama pek çok şey de oku-
muştur. Nasıl yapalım da oyunumuz halk için yeni, canlı ve ho-
şa giden nitelikte olsun? çünkü elbette, bir sanatçı olarak halkın
kulübemize seller gibi aktığını ve tiyatromuzun kapısından itiş
kakış ve bağıra çağıra girmeye çalıştığını görmek isterim. Bunun
gibi, güpegündüz, daha saat dört olmadan kasaya ulaşmaya çalış-
tıklarını ve sanki kıtlık günlerinde fırınların önünde ekmek kapı-
şan insanlar gibi, bir bilet almak için birbirlerinin önüne geçme-
ye çalıştıklarını görmek isterim.
çeşitli halk yığınları üzerinde bu büyüleyici etkileri ancak sa-
ir yapabilir. Dostum, bunu, işte bugün yap!
Sair: Yüzlerini gördüğümde ilhamımı kaybettiğim o karmaşık
haldeki kalabalıktan söz etme. İstemediğimiz bir girdaba sürük-
lenmemize neden olan o kafilenin yüzunů gösterme bana.

   Beni, yalnız şair için çiçek açan ve Tanrı eliyle yaratılıp kalbi-
mize bir iyilik olan aşk ve dostluğu veren mutlu gökyüzüne gö
tür
   Ah! Kalbimizin derinliğinde doğarak dudağımızın utangaç bir
sekilde fısıldadığı, bazen başarılı bazen de başarısız şeyleri, ya
dığımız şu vahşi "an" ın zorlamaları yutuveriyor. Bir
likle içimizde yıllarca kaldıktan sonra tamamlanarak ortaya çıka-
bilir. İçimizde parıldayan şey, o an için doğmuştur. Eğer bu çok
temiz bir değerse, gelecek nesiller için saklanır.
   Şen adam: Şu "gelecek nesil" lafını duymasam bari! Ben gele
cek nesilden söz edecek olsam, şimdiki nesli kim eğlendirecek?
Bu nesil eğlenmek ister ve bunu da gerçekleştirmesi gerekir. Sa-
nıyorum, akıllı insanlar için şimdiki zaman değerlidir. Halkın
zevki güzel ve zevk verici şekilde anlatmasını bilen insanlara
nankörlük etmez! Şair de daha çok etkili olmak için karşısında
büyük bir kitlenin olmasını ister. Onun için akıllı olun ve örnek
olmaya çalışın. İnsan hayalinin güzelliğini ve düzenini akıl; anla-
ma, duygu ve ihtiras gibi bütün sesleriyle bir bütün halinde yan-
sıtın. Ama deliliği de işe katmayı unutmayın!
   Müdür: Özellikle çok olay canlandırın. Herkes seyretmeye ge-
liyor ve çok şey görmek istiyor. Seyircilerin gözlerinin önünden
onları hayrete düşürecek çok şey geçirmeyi başardığınızda dava-
yı kazandınız gitti! Artık çok sevilen adam olursunuz. Seyirci kit-
lesini ancak bol olay göstererek kazanabilirsiniz. Her seyirci, bu
yığından kendine göre ve kendiliğinden bir şeyler seçer. Dolay-
sıyla çok şey gösteren sanatçı herkese bir şeyler vermiş olur ve
evimizden herkes memnun ayrılır. Bir piyes mi sahneleyeceksi-
niz, onu parçalara bölünüz! Böyle bir türlü yemeği yapmayı ba-
şarmalısınız! Aslında bu, düşünüldüğünden daha kolay olur. Siz
eseri bütünlüğü ile verseniz de ne çıkar? Halk onu dikkatle izle
yeceği için ayrıntısıyla anlayacaktır
   Şair: Siz bu işin ne kadar kötü bir şey olduğunu ve gerçek sa
natçıya hiç yakışmadığını anlamıyorsunuz! Görüyorum ki, o asil
bayların uydurmacılığı sizin için bir ilke olmuş!
   Müdür: Bu serzeniş beni üzmez. Kuvvetli bir şekilde etkili ol
mak isteyen insan, en iyi vasıtayı kullanmalıdır. Bu iş sanıldığı
kadar da zor değildir. Kimin için yazdığınızı bir düşünün! Bazı-
ları bize can sıkıntısından gelir, bazıları da tıka basa bir yemek-
ten sonra.. En kötüsü de, gazete okuduktan sonra gelenlerin çok
olması. Sanki bir maskeli baloya gider gibi koşarak gelirler.
Adımlarını hızlandıran şey, gizliyi öğrenme isteğidir. Bu oyunda
bayanlar da kendilerini ve süslerini göstererek ücret almadan rol
alırlar.
   Şairlik tahtınıza kurulmuş, ne hayal kurup duruyorsunuz?
Dolmuş bir tiyatronun nasıl bir haz verdiğini bilir misiniz siz
Veli nimetlerimizi biraz yakından görün! Bazıları soğuk bazı-
ları kabadır. Bazıları temsilden sonra oynayacağı iskambil oyunu-
nu düşünür, bazıları ise bir kadının koynunda geçireceği coşku-
lu bir gecenin umudu içindedir. Zavallı deliler, bõyle bir amaç
için sevimli ilham peri lerinizi niçin sıkıntıya sokuyorsunuz? Size
söylüyorum: Çok şey gösteriniz, hem de pek çok şey! Hedefinize
böyle ulaşırsınız. Seyircileri şaşırtmaya bakın, onları tatmin et-
mek gerçekten güçtür!
   Size ne etki eder? Hayranlık mı, yoksa ıstırap mı?
   Şair: Sen kendine başka bir uşak ara. Şair, kendisine tabiatın
hediyesi olan o en yüksek hakkı, insanlık hakkını, senin uğrun-
da günahkârca feda mı etsin?
   O, bütün kalpleri neyle harekete geçirir, bütün öğeleri nasıl
yener? Kalbinde doğan ve bütün dünyayı kavrayan ahenkle değil
mi? Eğer tabiat, ipliği bütün uzunluğunca bükerek mekiğe zor-
larsa ve bütün öğeler düzensiz bir kalabalık halinde üzüntülü ve
karışık sesler verirse, kim hep aynı sırayı düzenli olarak hareke-
te geçirip bir ritme sokabilir? Kim parçaları, ögeleri muhteşem
bir düzen kuracak tarzda ve bir bütün halinde dizebilir? Kim ih
tirasların fırtınasını coşturur ve akşam kızıllığını en güzel şekilde
parlatabilir? Kim batun güzel ilkbahar çiçeklerini eliyle salla-
yarak sevgilinin yoluna serpe bilir? Kim gelişigüzel yaprakları
örerek bir şeref tacı meydana getirebilir? Kim gokleri emniyete
alıp Tanrıları birleştirebilir?
   Yalnızca şairde beliren insanlık gücü, değil mi?
   Şen adam': Öyleyse, söylediğiniz bu güzel kuvvetleri kullanın
bir aşk macerasına girişir gibi şairlik sanatınızı icra etsenize!
   İki insan rastgele birbirine yaklaşır, sonra bir şeyler duyarlar
ve orada biraz kalırlar. Sonra bir sergüzeşte dalarlar. Önce bir
mutluluk hissi doğar, sonra saldırılar başlar, derken bir hayran-
lık meydana gelir ve arkasından da dert başlar. Böylece de gözle
kaş arasında bir roman doğu verir. Biz de işte böyle bir oyun ser-
gileyelim. Çeşitli hareketlerle dolu insan hayatına bir el atma
yeter! Bu romanı herkes yaşar, ama çoğu farkında olmaz. Bu ro-
manı neresinden yakalarsanız, ilgi çeker! Renk renk manzaralar
biraz netlik, çok uydurma ve bir zerrecik de gerçek... İşte, her
kesin susuzluğunu giderecek ve sevinç verecek en iyi içki böyle
hazırlanır. Sonra oyununuzu sergilersiniz ve onun karşısında
gençliğin seçme tabakası toplanır. Ortaya konan şeyleri dinler.
Nihayet her ince ruh, eserinizden melankolik bir gıda alır. Seyre-
den her ruh, bazen şu bazen de bu heyecana kapılır. Bu heyecan-
la herkes, kalbindekinin bir örneğini görür. Halk henüz ağlamaya-
da gülmeye de aynı derecede hazırdır. Onlar girişime ve hare-
te değer verirler. Görünüşe sevinirler. Ama işi bitmiş olanlara
da hiçbir şeyi beğendiremezsin. Oluş halinde bulunanlar ise, da
ima teşekkür ederler
   Şair: Öyle ise bana, kendimin de ołuş halinde olduğu ve şarkı-
larla dolu bir pınarın durmadan yeni şeyler yaptığı, sisin dünya-
yı örttüğü, tomurcuğun henüz harikalar vaat ettiği ve bütün va
dileri dolduran çiçeklerden binlercesini kopardığım geçmiş za-
manları geri getirin! O zamanlar ben, bir şeye sahip değildim.
Ama bendeki bana yetiyordu. Gerçeği bulma aşkı ve yalanın key-
fi! Bu, ele avuca sığmayan ihtiraslarımı, o derin ve acılı mutlulu
ğumu, kinimin ve aşkımın gücünü, kısacası gençliğimi bana geri
verin!

* Düşündüklerini mizahi bir şekilde ifade eden oyuncu
   Şen adam: Aziz dostum, savaşta düşmanların etrafını çevirir-
se, en güzel kızlar zorla boynuna sarılırsa sürat koşusunda çok
uzaklarda ve çok ulaşılan bir hedefteki zafer tacı sana gülümser-
se, baş döndürücü danslardan sonra, gecelerini ziyaret sofraların-
da içerek geçirirsen, gençliğe mutlaka ihtiyacın olacaktır. Ama
bilinen saz havalarına cesaretle katılmak ve çizdiğin hedefe güzel
adımlarla yürümek... Yaşlı bayların, sizin göreviniz budur ve bu
nedenle size daha az saygı duyulacak değildir. Söylendiği gibi
yaşlılık insanı çocuklaştırmaz, tam tersine, bizi gerçek çocuklar
olarak bulur!
   Müdür: Konuşmak yeter. Artık işe başlayalım! Böyle birbirini-
ze iltifat edeceğinize faydalı bir iş görebilirsiniz! Havadan o kadar
da çok söz etmenin ne yararı olur? Kararsız olana o hiç görün-
mez. Mademki kendinizi şair kabul ediyorsunuz, haydi şiire ku-
manda verin bakalım! Bize gerekli olan şeyi biliyorsunuz: Etkili
içkiler yudumlamak istiyoruz. Haydi bakalım, onu hazırlayın! Bu
günün işi yarına bırakılmamalı ve hiçbir gün boş geçirilmemeli-
dir. Azim, hemen büyük bir istekle, imkânın yakasından yakala-
malı ve bir daha da elinden hiç kaçırmamalıdır. O, etkide bulun-
maya devam edecektir, çünkü buna zorunludur.
   Bizim Alman sahnelerinde herkesin dilediğini denediğini bi-
lirsiniz. Bunu bilerek bugün dekorları ve makineleri esirgemeyin,
büyük ve küçük gök ışığını kullanın, yıldızları savurgan bir şekil-
de kullanabilirsiniz; su, ateş, taş duvar, hayvan ve kuş da eksik
değil! Böylece şu dar salaşımızda yaratılışın büyük çemberinde
yürüyün ve dikkatli bir hızla cennetten dünya yolu ile cehenne-
me doğru yol alın!

22 Ağustos 2018 Çarşamba

İSTANBUL' DAN MEKTUP ~ Nazım Hikmet Ran

İSTANBUL' DAN MEKTUP

Canım,
uzandığım yerde yazıyorum,
yorgunum pek,
aynada yüzümü gördüm, adeta yeşil
Havalar soğuk, yaz gelmeyecek
Haftada otuz liralık odun lazım,
                                başa çıkılır gibi değil.
Demin, sofada iş görürken
battaniyemi aldım sırtıma.
Camlar, çerçeveler kırık,
kapılar kapanmıyor,
burda barınmamız imkânsız artık
                  taşınmalı,
ev yıkılacak üstümüze.
Kiralarsa dehşetli pahalı.
Sana bunları ne diye anlatırım?
Üzüleceksin
Derdimi kime dökeyim?
Kusura bakma.
Isınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
                        hele geceler.
Bıktım usandım üşümekten.
Rüyalarımda Afrika'ya gidiyorum.
Cezayir 'deyim bir sefer
Sıcaktı.
Alnımı bir kurşun deldi.
Bütün kanım aktı,
                    ama ölmedim.
Bana bir hal geldi,
çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
- halbuki biliyorsun
                  henüz kırkıma basmadım -
çok ihtiyarladığımı hissediyorum
söylüyorum da,
söyleyince de kızıyorlar,
                    konferans dinliyorum herkesten
Her neyse bu bahsi kapat
Filme alınmış Çehof'un "Ağustos böceği"
Paris'te de göstermişler, Beğenilmiş
O zavallı hoppa kadında mı bütün kabahat?
Ben doktoru hem severim,
                   hem de affetmem eşeği.
Eninde sonunda kim daha bedbaht?
                   Kim kimin yüzünden?
Paraguay halk türkülerini çaldı radyo
Bunlar, dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış,
acı da, umutlu da
Bayıldım Paraguay türkülerine
Adviye'den mektup aldım,
beni çok göresi gelmiş
beni hiç unutamıyormuş...
Şaştım da kaldım.
Yıllardır, sen memleketten kaçıp gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
                 ne bir haber yolladı hatta,
hatta sokakta karşılaştık
bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
En yakın arkadaştık.
Ama, arkadaşlık ağaca benzer
kurudu mu
         yeşermez artık
Ben cevap yazmadım.
Neye yarar?
Evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok
Düşmanlığım da yok elbet.
Otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş.
Hastalıklı bir şeymiş adam,
                      manyağın biri.
Halbuki Adviye ne canlı kadındir
Gidip baktim oğlumuza,
pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
Yorganı açılmış, örttüm.
Bir kara haber de verdi bu aksam radyo :
Iren Jolio Küri ölmüş.
Daha gençti.
Yıllar var
bir kitap okudum du
ölenin anası ústüne yazılmış
Bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder,
satırlar gözümün önüne geldi
sarışın iki Yunan heykeli gibi, der.
İşte bu çocuklardan biri öldu.
Bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ólen
o sarışın kız çocuğu da.
Bu ölüm bana çok dokundu.
Iren Jolio Küri için
              ağladım bu aksam.
Ne tuhaf.
      İren, deselerdi İren,
              öldüğün zaman,
                            deselerdi,
İstanbullu bir kadın,
hem de hiç tanımadığın,
aglayacak arkandan,
                            deselerdi,
                              şaşardı.
Kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
                    diye düşündüm.
Adresini bilmiyorum ama
Paris, Frederik Jolio Küri, desem,
                                        gider miydi?
Bir de Fransız yazar öldu,
gazetede okudum.
Adını bile duymamışın dır
Çok ihtiyardı zaten,
üstelik de egoist,
                     sinik
              cenabet herifin biri.
Her şeyle alay etmiş ömrü boyunca,
hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
Mülakat vermiş ölmeden birkaç gün önce
ölümü alaya alıyor aklınca,
ama belli dehşetli de korkuyor.
Resmi de var,
büyük annemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
                 işte herif.
Korkunç bir yalnızlık içinde
                         sıska bir ihtiyar.
Ona da acıdım.
Belki büyük annemize benzediğinden,
                        belki de yalnızlığına
Acıdım,
ama aynı acıma değil elbet,
acıyorsun Iren Küri’ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasinu,
ama daha çok dünyaya acıyorsun
                               büyük bir insan öldü diye.
Sana bir müjdem var:
okumayı öğreniyor tembel oğlun,
epeyi söktü kerata :
tut, kos, kitap, kalem, çanta..
Mükemmel değil mi?
Her harfi bir şeye benzetiyor
A bir evmiş,
          B göbekli bir adam,
                                        T bir keser
Ödüm kopuyor tembel olacak diye.
Hep ona iş yaptırmak istiyorum.
Kız olsaydı kolaydı.
Kadınların her yaşta her iş gelir elinden.
Ama beş yaşında bir oğlan
                                    ne becerebilir?
Ah bir ısınsa havalar..
Isınacak
Uzadıkça uzadı mektubum.
Kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver,
beni unutma.
Bana hemen cevap ver
Akıllıdır Münevver
nasıl olsa, ne yapıp eder,
falan filan diye kendini avutma.
Sensiz perişanım.
Beni unutma.
Kendine iyi bak.
Gözlerinden öperim canım.
Güzel geceler.
Kendine iyi bak.
Bana hemen cevap ver.
Dertlerimi aklında tutma,
                                         unut,
                               beni unutma…
Nazım Hikmet Ran