Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Arkadaş Zekai ÖZGER - PENCERE

Fotoğraf
pencereyi kapama
gök dolabilir içeri
sen neyi görebilirsin
ıslak bir bulutun akışını mı
pencereyi kapama
kuş dolabilir içeri
sen neyi taşıyabilirsin
kırık bir dalın yükünü mü
Pencereyi aç
Soluğun çıksın dışarı
sen büyütmedin mi ciğerinde onu
Kokusu hayatı yıkasın diye
Pencereyi aç
Sesin sarsın dünyayı
Duyulur elbet ta ötelerden
Yürek kendini tanırFotoğraf
Arkadaş Zekai Özger

Yusuf HAYALOĞLU - BİZ ÜÇ KİŞİYDİK

Biz üç kişiydik:
Bedirhan, Nazlıcan ve ben.
Üç ağız.. üç deli yürek.. üç yeminli fişek!
Adımız belâ diye yazılmıştı dağlara, taşlara
Boynumuzda ağır vebal,
Koynumuzda çapraz tüfek!
Fotoğraf
El tetikte, kulak kirişte,
Ve sırtımız toprağa emanet...
Baldıran acısıyla ovarak üşüyen ellerimizi
Yıldız yorgan altında birbirimize sarılırdık..
Deniz çok uzaktaydı
Ve dokunuyordu yalnızlık...

Gece, ırmak boylarında uzak çakal sesleri,
Yüzümüze, ekmeğimize,
Türkümüze çarpar geçerdi.
Göğsüne kekik sürerdi Nazlıcan,
Tüterdi buram-buram.
Gizlice ona bakardık, yüreğimiz göçerdi...

Belki bir çoban kavalında yitirdik Nazlıcan'ı
Ateş böcekleriyle bir oldu,
Kırpışarak tükendi...
Bir narin kelebek ölüsü bırakıp tam ortamıza
Kurşun gibi, mayın gibi,
Tutuşarak tükendi...

Oy, Nazlıcan... vahşi bayırların maralı...
Oy, Nazlıcan... saçları fırtınayla taralı...
Sen de böyle gider miydin yıldızlar ülkesine?
Oy, Nazlıcan oy... can evinden yaralı...

AĞIT:
Serin yayla çiçeği, oy Nazlıcan..
Deli-dolu heyecan, oy Nazlıcan..
Göğsümde bir sevda kelebeği,
Ölüme sunduğum can, oy Nazlıcan..

Artık, yenilmiş ordular kadar
Eziktik, sahipsizdik..
Geçip gittik, parka ve yürek paramparça!.
Gerisi ölüm duygusu,
Gerisi sağır sessizlik..
Geçip gittik, Nazlıcan boşluğu aramızda..

Bedirhan'ı bir gedikte sırtından vurdular,
Yarıp çıkmışken nice büyük ablukaları..
Omuzdan kayan bir tüfek gibi usulca,
Titredi ve iki yana düştü kolları..

Ölüm bir ısırgan otu gibi
Sarmıştı her yanını...
Devrilmiş bir ağaçtı, ay ışığında gövdesi..
Uzanıp, bir damla yaş ile
Dokundum kirpiklerine..
Göğsümü çatlatırken nabzının tükenmiş sesi..

Sanki bir şakaydı bu!.. birazdan uyanacaktı,
Birazdan ateşi karıştırıp bir cıgara saracaktı...
Oysa ölüm, sadık kalmıştı randevusuna, ah...
O da Nazlıcan gibi,
Bir daha olmayacaktı!..

Hey, Bedirhan.. katran gecelerin heyulası!..
Hey, Bedirhan.. kancık pusuların belâsı!.
Sen de böyle bitecek adam mıydın, konuşsana,
Hey, Bedirhan hey.. mezarı kartal yuvası!..

AĞIT:
Mor dağların kaçağı, hey Bedirhan!.
Mavi gözleri şahan,  hey Bedirhan!.
Zulamda bir suskun gece bıçağı,
Beyaz gömleğimde kan, hey Bedirhan!.

Biz üç kişiydik.. üç intihar çiçeği..
Bedirhan, Nazlıcan,
Ve ben: Suphi!...
Fotoğraf
Yusuf HAYALOĞLU

SEKSEK - Julio CORTAZAR

Fotoğraf
❝Aşk törendir, bir çeşit varoluş törenidir, varoluşunu size veren, verici, varlıkların birbirine kendisini sunduğu tören. İşte bu nedenledir ki bunları ta başından düşünmesi gerektiği geliyordu şimdi aklına; insan kendisine sahip olamadan bir başkasına sahip olamazdı ve gerçekte de varlığına sahip olan kim vardı sözün gerçek anlamında? Sahi kim kendini yanlış yoldan çevirebilmişti ki, kim yalnızca kendisiyle arkadaşlık etmeyi bile istemeyecek kadar salt yalnızlıktan kaçıp kurtulabilir ve sinemalara atılmaktan, genelevlere dost ve arkadaş evlerine gitmekten, kendini bir mesleğe vermekten ya da öbür insanlar arasında kendini daha az yalnız hissetmek amacıyla evliliklerden alıkoyabilir? Böylelikle, iki karşıt açıdan bakıldığında, yalnızlığın en üst noktası yine de insanı dosdoğru insan çokluğunun tam ortasına atıyor ve arkadaşlık düşlerine, aynalarla ve kim kendini yankılanan seslerle dolu salonlardaki yapayalnız insana götürüyordu. Böylelikle evet, onun gibileri, yani kendilerini oldukları gibi kabul etmiş olanlar (ya da çok yakından tanıyınca yadsıyanlar) aykırıkların en belalısının karşısında buluyorlardı kendilerini, belki de sınırı aşma gücünü kendilerinde bulamayarak, düşüncede bambaşka biri olabilmenin kıyıcığında kalakalmak gibi. Çevreyle hassas ilişkiler ve olağanüstü uyumlar sonunda "bambaşka biri oluş" tek bir yoldan gerçekleşebilirdi, o da uzatılan ele, dışarıdan bir başka elin, bir başkasının elinin uzanarak karşılık vermesiyle ancak.❞
Fotoğraf
 Julio CORTAZAR




23 Temmuz 2017 Pazar

Balzac / Stefan Zweig

Fotoğraf


Victor Hugo ölüm döşeğindeki Balzac'ı ziyaretini anılarında anlatır:
Zili çaldım. Bulutların arasında ay parlıyordu. Sokak terk edilmişti. Kimse çıkmadı, ikinci kez çaldım zili. Kapı açıldı. Elinde mumla bir hizmetçi kız çıktı. Beyefendi ne emrederler? Ağlıyordu. Adımı söyledim. Düz zemin üzerinde duran ve şöminenin karşısındaki konsolun üzerinde Balzac'ın David D'Anger yapımı kocaman mermer büstünün bulunduğu salona alındım. Salonun ortasında, altı tane altın kaplama, zarif heykel ayaklar üzerinde duran zengin masanın üzerinde bir ışık yanıyordu. Başka bir kadın geldi, aynı şekilde gözyaşları içindeydi ve şöyle söyledi: Ölüyor. Madame odasına çekildi. Doktorlar dün umutlarını kestiler. Sol bacağında bir yarası var ve kangrene dönüşmüş durumda. Doktorlar ne yapacaklarını bilemiyorlar. Ödem sonucu vücudunda yağ toplanmaya başlandığını söylüyorlar. Et ve derisindeki yağ tabakası o kadar sertleşmiş ki, delip sıvıyı akıtmak mümkün değilmiş. Bir ay önce beyefendi bir mobilyanın köşesine çarparak kendisini yaralamıştı...Sabah saat dokuzdan beri konuşmuyor artık... Yataktan dayanılmaz bir koku geliyordu. Yorganları kaldırdım ve Balzac'ın elini tuttum. Eli ter içindeydi, sıktım. Elini sıkışıma karşılık veremedi...Hastabakıcı bana, Gün doğarken ölecek, dedi. Merdivenlerden aşağı indim ve bu canlı yüzün resmini zihnime kazıyarak yanımda götürdüm. Salona girdiğimde yine büstle karşılaştım, hareketsiz, hissiz, yüce ve belirsiz bir ışıltı yayan büst ve ölüm ile ölümsüzlük arasında bir karşılaştırma yapmaktan kendimi alamadım.

Sevginin ve Şiddetin Kaynağı / Erich FROMM

Fotoğraf
"İnsan şu korkutucu çatışmayla karşı karşıyadır: Doğanın tutsağıdır, ama gene de düşüncelerinde özgürdür; doğanın bir parçasıdır ama gene de doğanın dışına taşmıştır; ne tam doğanın içinde ne de tam dışındadır. Kendinin farkında oluşu insanı dünyadan kopuk, yalnız, ürkek bir yabancıya dönüştürmüştür."

FotoğrafFotoğraf
"İnsan ne iyidir, ne de kötüdür. İnsanın tek gücünün iyilik olduğuna inanırsak gerçeklere pembe bir gözlük arkasından bakarak onları çarpıtır ya da acı bir umutsuzluğa kapılırız. Öbür aşırı uca inanırsak o zaman da siniklikten kurtulamaz, kendimizde ve başkalarında bulunabilecek iyiliklere gözlerimizi kapamış oluruz. Gerçekçi bir görüş edinmek demek bunların ikisini de gerçekleşebilecek olasılıklar olarak görmek, her ikisinin de gelişmesine uygun koşulları inceleyip öğrenmek demektir."

Fotoğraf
"Yaşam sevgisinin gelişebilmesi için bir şey yapma özgürlüğü gereklidir: Yaratma ve kurma özgürlüğü, şaşa bilme ve göze alabilme özgürlüğü. Böyle bir özgürlüğü tatmak için etkin ve sorumlu bir birey olmak gerekir; tutsak ya da çarkın iyi yağlanmış bir dişlisi olan birey değil."

Fotoğraf
"İnanacak hiç kimse, hiçbir şey yoksa kişinin iyiliğe ve adalete olan inancı aptalca bir yanılsamadan başka bir şey değilse, yaşamı Tanrı değil de Şeytan yönetiyorsa o zaman yaşam gerçekten nefret edilecek bir şeydir; insan artık düş kırıklığının getirdiği acıya katlanamaz. Yaşamın kötülük dolu, insanların kötü, kendisinin de kötü olduğunu kanıtlamak ister. Yaşama inanan, yaşamı seven ama düş kırıklığına uğramış olan kişi böylece sinik, yıkıcı birisi olup çıkar."

Fotoğraf
"Çocuğun anne-babasının sevgisine, doğru sözlülüğüne ve adaletine duyduğu ilk, özgün inanç pek çok kez yıkılır. Bazen dinsel eğitimle yetiştirilen çocuklarda bu inancın yitirilmesi doğrudan doğruya Tanrı'ya olan inancın yitirilmesine dönüşebilir. Çocuk sevdiği bir kuşun, bir arkadaşının, kardeşinin ölümü karşısında iyiliğine ve adaletine güvendiği Tanrı'ya inancını yitirir. Ama burada yıkılan inancın, insana ya da Tanrı'ya duyulan inanç olması pek önemli değildir. Yıkılan her zaman yaşama, yaşamın güvenilir olmasına, onun verdiği güvenceye duyulan inançtır."

CHARLES LUCIEN LÉANDRE / Fransız Ressam

FotoğrafFransız karikatürist ve ressam Charles Lucien Léandre (1862-1934), Champsecret (Orne) 'de dünyaya geldi ve Émile Bin ve Alexandre Cabanel bünyesinde resim okudu.


Erken dönem
Charles Lucien Léandre 22 Temmuz 1864'de Champsecret'te dünyaya geldi. Babası, 1868'de ölümüne kadar yaşadıkları kasabanın belediye başkanıydı. 16 yaşında Léandre, Léandre'e talimat verecek olan Émile Bin ressamıyla tanıştı. Léandre, yirmi yaşlarında sanatsal yetenekleri için çok sayıda ödül aldı.

İş ve kariyer
1887'den itibaren Salon'un katılımcıları arasında birçok portre ve tür resmi gösterdi ancak popüler ünlemesi komik çizimlerinden ve karikatürlerinden kaynaklanıyor. Le Rire'de yayınlanan "Gotha des souverains" dizisi ve L'Assiette au Beurre'de görülen Leandre'nin diğer çalışmaları, onu modern karikatüristlerin ön saflarında yer aldı.

Le Rire , Le Figaro ve diğer komik dergilere yaptığı katkıların yanı sıra, Nocturnes , Le Musee des souverains ve Paris el la provénce adlı bir dizi albüm yayımladı . 1904'te Société des Peintres Humoristes'i yarattı.
Fotoğraf

Léandre, litografide takdire değer çalışmalar yaptı ve "Yvette Guilbert" gibi birçok unutulmaz poster tasarladı. "Les nouveaux maries", "Joseph Prudhomme", "Les Lutteurs" ve "La Femme au chien".

1934'de Montmartre'deki Caulaincourt caddesindeki stüdyosunda öldü.

Fotoğraf

Başarılar
1889'da Exposition Universelle'de büyük boy bir resim için bronz madalya kazandı: la Mère ou «Dormio cor meum vigilat» ("Jeodez mais mon coeur veille"). 1900'da, bir sonraki Exposition Universelle'de, seçilen bir temada iki kompozisyon elde etmek için seçilen beş litografik sanatçı arasında yer aldı; Bu yarışmada altın madalya aldı.

FotoğrafO bir Legion of Honor şövalye yarattı. 1921'de, bir sanatçının Paris'te elde edebileceği en önemli onur ödüllerinden biri olan gravür bölümünde Societe des artistes français'in Onur Madalyası'nı aldı. 1925 yılında Charles Léandre, Legion of Honor'un bir Subayı olarak terfi etti.

YARIDA KALAN BİR BAHAR YAZISI - Nazım Hikmet Ran


 Fotoğraf
   Vurdu kalın parmaklar
   yazı makinamın dişlerine.
   Kâğıtta her harfi majiskülle dizilmiş
                               üç kelime var ;
   BAHAR
      BAHAR
           BAHAR...
   Ve ben şair musahhih
   ve ben hergün
   iki liraya
            2.000 kötü satır okumaya
                                 mecbur olan adam,
   ve ben
       neden
           bahar geldi de hâlâ
             muşambası kopuk
             kara bir koltuk
                gibi oturmaktayım?
   Kasketini kendi kendine giydi kafam,
                 fırladım matbaadan
                                    sokaktayım .
   Yüzümde mürettiphanenin
                          kurşunlu kiri,
   cebimde 75 kuruşum var.
                     HAVADA BAHAR...

   Berberlerde pudralanıyor
                     Babıâli paryasının
                                sarı
                            yanakları .
   Ve güneşli aynalar gibi yanıyor
          kitapçı camekânlarında
                üç renkli kitap kapakları .
   Fakat benim
   bu caddede yaşıyan,
   kapısında ismimi taşıyan
   bir formalık "ALFABE"m bile yok!
   Adam sen de ne çıkar!
   Başım dönmüyor geri,
   yüzümde mürettiphanenin
                              kurşunlu kiri
   cebimde 75 kuruşum var .
                     HAVADA BAHAR...
Fotoğraf 
   Bu yazı yarıda kaldı.
   Yağmur yağdı satırları sel aldı .
   Halbuki ben neler yazacaktım neler...
   3.000 sayfalık 3 cildinin üstünde
                          aç oturan muharrir
   bakmıyacaktı da camına kebapçının,
   tombul esmer kızını Ermeni kitapçının
   ışıklı gözleri ile taşlıyacaktı...
   Deniz kokmaya başlayacaktı .
   Terli kızıl bir kısrak gibi
                       şahlanacaktı bahar,
   ve ben onun çıplak sırtına atlar
                                       atlamaz
                                 sürecektim sulara.
   Sonra
     her adımda peşimden gelecekti
                                yazı makinam .
   Ona diyecektim :
                      - Etme anam
                           beni bırak bir saat rahat...

   Sonra,
   saçları düşmeye başlayan başım
                             haykıracaktı uzaklara :
                                           ÂŞIKIM...
 Fotoğraf
   27 benim yaşım
   onun yaşı 17 .
   Kör şeytan
   topal şeytan
   kör topal şeytan
   gel bu kızı sev,dedi,
                   diyecektim;
                        diyemedim,
                             derim yine!
   Ama yağmurmuş
             yağıyormuş,
   yazdığım satırları sel almışş
   cebimde 25 kuruşum kalmışş
                                           ne çıkar...
   Bahar geldi bahar geldi bahar
                          bahar geldi ulan !
   Tomurcuklandı içimde kan! !
 Fotoğraf
Nazım Hikmet Ran