Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

29 Mart 2018 Perşembe

ESKİ BİR GÜN İÇİN ŞİİRLER ~ Arkadaş Zekai ÖZGE

ESKİ BİR GÜN İÇİN ŞİİRLER

Ve sevinç güzel bir denizle başladı
ve güneş ipi kalınlaştırıyordu
sonra ansızın uzayıverdi ip
bir ucu orda kaldı
bir ucu bende
ve iki uç arasında sıkışan
karışık bir sevgiyi acabayla büyüten
bir güzelliğin negatifini büyüten
ince bir yüreğe dayanamadı
ip
koptu
sevinç
güzel bir denizle kaldı
ve güneş bir bulutla rahibeleşiyordu

sevgilim
bugün
helva yedim şarap içtim göğe uzandım
avuçlarımda hüzünlü bir aşk
ince kemikli bir eli okşuyorum
göğü okşuyorum
yabani bir diken batıyor avuçlarıma
bir çakıyla parmağımı kesiyorum yanlışlıkla

sanki bilerek yanlışlıkla kesiyorum
sanki aşkı kesiyorum
aşk parmağımda yanlış bir uçurum

dokunurken bırakır ürkek bir martı gibi
çünkü deniz orda
-ben alışkın değilim bir eli martılamaya
çünkü deniz orda
çünkü deniz orda
-heyecan verir bana aşk
çekilir kuytusuna
uzar gider gecede
bırakarak cinsel tortusunu
sevgi
denizin başlangıcı

seni koruyacam
tamamlıyacam
seni kazanmalıyım
istediğim kadar beslerim seni
büyütürüm içimde seni
çok çok çok
bir şey ver bana
seni seviyorum
İlgili resim
 Arkadaş Zekai ÖZGER

28 Mart 2018 Çarşamba

YOLCU.. ~ Ahmet ERHAN

YOLCU..
Akdeniz kazan,
yüreğim kepçe
dönüp, dolaşıp durdum
turuncu sokaklar
boyunca.
Elimde bir mavi
çiçek kaldı.
Ben soldum,
o solmadı.. 
Ahmet ERHAN

27 Mart 2018 Salı

YALNIZIM. YALNIZ BÜZÜLÜ VERİYORUM ~ Antonia POZZİ

YALNIZIM. YALNIZ BÜZÜLÜ VERİYORUM

Kollarımda sızı ve takatsizlik:
Saçma bir istek, kendimden küçükmüş gibi
hissettiğim, canlı bir şeyi
sıkıca tutmak uğruna. Akşam olunca, aniden
kaçırmak ve ardmdan da, koşar adım götürmek isterim,
ağır yüklerimden birini;
onu korumak uğruna, karanlığa hücum etmek
isterim, tıpkı kayalara vuran deniz gibi;
onun için savaşmak isterim, öyle ki bana
bir hayat ürpertisi kalsın; sonra düşmek isterim,
sokakta, en dipsiz gecede,
ay ve kayın ağaçlarıyla yaldızlı
nemli bir göğün altında; kıvrılıvermek
bağrıma bastığım bu hayataonu
uyutmak-ve kendim de uyumak isterim, en nihayet…
Yok: Yalnızım. Yalnız büzülüveriyorum
zayıf bedenimin üzerine. Fark etmiyorum,
sızlayan bir alın yerine, bir deli misali
dizlerimin gergin tenini öpmekte olduğumu
 
Antonia POZZİ

26 Mart 2018 Pazartesi

AYNI TOPRAKLARDA ~ Bejan MATUR

AYNI TOPRAKARDA 

Güneş solumda ve dikenlerin yolunu aydınlatıyor.
Çocukluğumla aramda ölüm var.
Ölümle hayat arasına sıkışmış, uykulu, kadim bir tepedeyim.
Annem yoldan gelmiş yol olmuş kardeşime,
Ölümleri gösteriyor. Birlikte ağlıyorlar.
Ben güneşe ağlayacağım. Issızlığına bu tepelerin.
Ve yanımda soyunmuş derisiyle bir yılanın, çok istese
Lapis olacak mavi bir taşın rehavetiyle bakınıyorum.
Neresi yurdum?
Güneş belki de.
O hep duran. Çocukluğumu tanıyan eski dostum kaplumbağa.
Mezarları hatırlatarak, küçük bir kızın yanağından öper ve
Hoşça kal der. Dön annene.
Git ve unut yaradılışı.
Güneşe bakarak kanını akıtmış arkadaşını
Ve yılanların hikayelerini unutmalısın.
Gözaltlarına yerleşen çizgiler
Çocukluğa dönüyorsa,
Aynı topraklarda,
Gelinciklere bakınca,
Aşk başlar.
Bejan MATUR

25 Mart 2018 Pazar

GÜZEL GECE ~ Giuseppe UNGARETTİ

GÜZEL GECE

Ne şarkıydı bu gece ağan
ve dokuyan
yüreğin kristal yankısıyla
yıldızların

Ne şenlik pınarıydı
düğün dernek yürek

Sığ durgun suyu oldum
karanlığın

Isırıyorum şimdi
memedeki bebek gibi
uzamı

Acunla
sarhoşum şimdi 
Giuseppe UNGARETTİ

VLADIMIR MAYAKOVSKI ~ Ahmet OKTAY

VLADIMIR MAYAKOVSKI

Bir kez daha kucakla beni
kara-büyüsüyle bağlandığım gece;
mağma ve kemik tayfunları,
yağmur sularında sürüklenen bir mektubun
sar’alı yazısı gibi silikleşen ün;
ölümün tunçtan dökülme flütü
akkora kesmiş yüreğimi titrewtmiyor;
Gece,
uçurumlarında belleğin
kılık değiştiren hayalet,
insan bir tansık
diye yinele;
çünkü sözcüklerin külünden doğdu
yaralı oğlun.

Oğlunum,
soy kütüğünden intihar ve cinnet
kıya ve zindan
sızdıran Kent;
siyah sahtiyan!
Gölgemle kaplanırdı bir zamanlar,
rahmin olan sokaklarında;
çırakların gündüz düşleriyle uyuya kalmış
mürettiphanelerinde,
alanları dolduran göstericilerinin
o iskeletler operası şarkıcılarının
alevden hançeresinde,
yitik tundraların rüzgârlarıyla
inliyorum;
üzerimde haksız bir küşüm

ve suçlamalar,
taşta dövülen mürekkep balığının
etinde boğulan çığlığıyla
inliyorum.

Kent! Siyah sahtiyan!
Sen ki sevişiyormuş gibi
titredin bir vakitler şiirlerimle,
duy beni.

Dün müydü bugün müydü bilmiyorum,
yağıyor kar
uzaktan duyulan
kederli bir ninni gibi;
Keder,
mayam benim;
çoğunluğun okuyamadığı

okuyanınsa horladığı simyam,
keder
yakut parıltılı gömüm!
Gizemli Güldürü‘nün
yasaklandığı günden
Makbet’ler gününden beri
çocukluğumda göğsüme bastırdığım
sıcak bir somun gibi
ısıyıtorsun beni.

Çalıyor saat!
Başlangıç sondur
son da başlangıç;
“ayağa kalkılan
             saattir bu, konuşulan saat
yüzyıllarla,
          tarihle,
              evrenle.”

İçinden geçiyorum tarrakalarla
tüm zamanlarımın:

Baumann’ı anma gösterisinden dönüyorum
asit gibi gözlerimi yakıyor
cinayetin öfkesi;
Petersburg Luna Parkı’ndayım aynı sıra
Trajedi kırıyor sarkık çenelerini
etobur kara-kamu’nun;
Jübile’mde miyim yoksa
göğsümde buzuldan bir çiçek;
ve içimde
o hiç dinmeyen kar sesi:
“şairimiz” diye haykırıyor
işçiler
“haksızsın” diye bağırıyor
aparatçik;
burcum, gizemli Yengeç
esirge ve büyüt
devrimden başka bir şey olmayan
şiirimi.

Nasıl da akıp gitti günler
yaratılan bir dünyanın çoşkusunda,
kutusundan taunlar yayan imgelem
yabanıl afişler
yürüyüş kolları
elektrik
Mancınık ateşleriyle yanıyorsun hâlâ
Ekim gecesi.

Lili,
Denizin üstünde bir gül,
uzaklaşıyor yüzün
bayraklar
           flamalar,
                     kasketler arasında;
yaşamım gibi.

Bir cehennem özdeyişi
fısıldıyor Çehov: “Nasıl
yalnız yatacaksam mezarımda
öyle yalnız yaşıyorum”.
Blok da
“kaos doğuştan içimde”
diye yazıyor
gecenin mürekkebiyle.

Öz kardeşlerim. Suç ortaklarım.
Sözcükler de ikizler gibi,
kanıyor
ya da düş görüyor
ötekisiyle.
Biliyor ve canımı basıyorum altına:
Meleğin sözü
Deccal’ın da.

“Dize getiremeyecek beni utanç”

Gördüm ve yitirdim
kent kadar doğurgan ve ölümcül
o yüzü
           bayraklar,
                          flamalar,
                                         kasketler arasında;

1916’da bilicisiydim sonumun
ve şunları kazıdım
şerareler çıkaran parmaklarımla
her kapıya:
“Mayakovski sokağı derler
        bin yıldan beri bu sokağa
Canına kıydığı yer burası işte
        sevgilisinin kapısında.”

Ödeşmiyorum seninle
sevgili yaşam,
uzlaşmıyorum da

Yatırın beni
samanyolumdan tabutuma. 
Ahmet OKTAY

24 Mart 2018 Cumartesi

NE DEĞİŞİR ~ Turgut UYAR

NE DEĞİŞİR
ben kan diye başlamak isterim oysa gülün derdi başkadır
lâle bahardan yanadır çiğdem güneşten konu değişir

hepsine pekâlâ amma bilirim gülün derdi uydurma
kıpkırmızı en çok yakışırken kendine onu değişir

lâle mayıs ayıdır mora turuncuya filan boyanır
pek güvenmem yabancıdır bakarsın yönü değişir

çiğdem cefaya katlanır alışmıştır kendi yeşiline
haklıdır bakımsızdır yağmurun durmadan günü değişir

hoş olsun bütün verdikleri aldıkları şu çiçeklerin
gül susar çiğdem uyanır tüfek başlar konu değişir

hep böyle süreceği sanılır bu gül hikayesinin
hep böyle sürer gerçi ama bir gün sonu değişir
Turgut UYAR