Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

24 Aralık 2018 Pazartesi

İNCİ ~ Bejan MATUR

İNCİ
Bir inci saflığıyla
Bekledim çukurumda
Beyaz bir taş olmalıydı uykum.
Beklesem olurdu zamanla.
Göğsümde gezinen ağır el
Kal dedi.
Beklemek kaderidir incinin
Olmak kaderi
Kal çukurunda.
Karanlık içimi kemirmeden
Çıkmalıydın
Hoyrat olmayan bir tenin dokunuşuyla.
Göğsümdeki ağır elin
Gölgesiyle uyandım.
Porselen ceylanın bakışı,
Memelilerin o çok titrek yol boyunca
Mavi ayakları.
Değişti yok aslında bir şeyin.
Kalbim, uzun siyah giysili adamların
Bakışlarıyla dondu o taş köprünün ortasında.
İnsan babasını hatırladığında ağlarsa
Olur tarih.
Kökleri kurur
Belki ondan.
Dağlara gidelim biz en iyisi
Bağıralım.
Belki eski bir sesle hatırlarız geçmişi
O koca şehrin yerinde şimdi
Sadece bir kar kuyusu var.
Ve kurtlanır kar diyorlar
Kurtlanır kar.
Olmuyor böyle
Daha doğurmadığım bir çocuk var
Ve şunun şurasında kaç yılım yaşayacak
Ölümler görecek
Aşı k olacak.
Bejan MATUR

20 Aralık 2018 Perşembe

KADININ AKŞAM DUASI ~ Sennur SEZER

KADININ AKŞAM DUASI
Durmadan dağılır oda
Küflü bir ıslaklık dolaplarda
- Aşkı düşün aşkı, dayan -
Işıldayan sabun köpüğü
- Öyle yakınımda ki seçilmiyor
Yaşamanın çizgileri
Saçlarıma değmeden geçiyor
Camlarda kalıyor izi
- Bir çayevinde olmalı şimdi
Şiirler okumalı akşam serinliğinde
Uzaktan uzağa toprak kokusu -
Bulaşık kalsın
Soğudu su, yağlar dondu
Çorba pişmeli
- Yüreğine akşamla çökeni
Sokaklar uzaklaştıramaz
Uyanırsın yanında yabancı biri
Aşkı kimseler kurtaramaz
Öyle yakınımda ki seçilmiyor
Yaşamanın çizgileri
Sennur SEZER

19 Aralık 2018 Çarşamba

HOŞGÖR KÖFTECİSİ – Orhan Veli Kanık

HOŞGÖR KÖFTECİSİ
Orhan Veli Kanık

Si​ze bu ya​zım​ da üç ma​sal​ı bir ba​lık​çı mey​ha​ne​sin​de gör​dü​ğüm bir
dün​ya​dan bah​se​de​ce​ğim.
İşi​niz dü​şer, bil​me​di​ği​niz bir semt​te ka​lır​sı​nız. Ye​mek za​ma​nı
geç​miş, kar​nı​nız acık​mış​tır. “Bir aş​çı dük​kâ​nı bul​sam da iki lok​ma bir
şey ye​sem,” der​si​niz. Do​la​şır​sı​nız, sa​ğa ba​kars​ı​nız, so​la ba​kar​sı​nız,
yi​ye​cek bir şey gö​re​mez​si​niz. Dük​kân​lar​ın ca​me​kân​la​rı, mus​luk​lar,
tes​te​re​ler, ip yu​mak​la​rı, kur​şun bo​ru​lar, tah​li​si​ye si​mit​le​ri cin​sin​den
mal​lar​la do​lu​dur. Dün​ya​nın ma​na​sız bir dün​ya ol​duğ​u​na
hük​me​dec​e​ği​niz ge​lir. Üzül​me​yin. Bu ma​na​sız dün​ya​nın hiç
ola​dı​ğı​nız bir ye​rin​de kap​ı​sın​dan dört bir ya​na ne​fis ke​bap
ko​ku​la​rı ya​yı​lan bir ke​bap​çı dük​kâ​nı ile kar​şı​laş​ma​nız im​kân​sız
de​ğil​dir. İş​te ben de o üç ma​sa​lı ba​lık​çı mey​ha​ne​si​ni öy​le bir yerd​e
bul​dum. Da​ra​cık ka​pı​sın​dan içe​ri​ye gi​rer​ken ak​si bir lafmı
söy​le​mi​şim ne​dir, ters bir müd​a​ha​ley​le kar​şı​lan​dım. Bir ses: “Ne kaf​a
tu​tu​yor​sun, otur​sa​na,” de​di. Üs​te​lik bu se​sin sa​hi​bi bir ka​dın​dı. Ne​ye
uğ​ra​dı​ğı​mı an​la​ya​ma​dım. Otur​dum. Ay​na mı, cam mı, ne ol​du​ğu​nu
kes​ti​re​me​di​ğim bir müs​ta​til​de tab​la​sı ba​şın​da ba​lık sa​tan bir ba​lık​çı
gö​rü​yor​dum. Dur​ma​dan ba​ğı​rı​yor​du:
– Li​ra​ya, bur​ a​ya; li​ra​ya, bu​ra​ya!
Ağız ha​re​ket​le​ri​nin son​ra​dan ses​len​di​ril​miş film​lerd​e​ki​le​re ben​zer
bir ha​li var​dı. San​ki bu ses o ağız​dan çık​mı​yor​du. İl​kin ya​dırg​a​dı​ğım
bu hal​e son​ra son​ra o ka​dar alış​tım ki, ha​ni beş on da​ki​ka su​sa​cak ol​sa
ade​ta ra​hats​ız olu​yor​dum. Mun​ta​zam tik​tak​la​rı​na alış​tı​ğı​nız du​var
sa​ati​niz bir​den​bi​re du​ra​cak ol​sa na​sıl olur​su​nuz? Ona ben​zer bir şey.
Ya​nım​da​ki ma​sad​a üç ka​dın otu​ru​yor​du. Üçü de dük​kân​la ak​ra​ba
gi​biy​di​ler. Be​ni tam bir kül​han​be​yi eda​sıyl​a kar​şı​la​yan ka​dın sor​du:
– Ne içer​si​niz ba​yım? Bi​ra mı, şa​rap mı?
– Bir şey iç​mek mi la​zım? Şa​rap ol​sun öy​ley​se...
Dük​kâ​nın ha​va​sı​na eni ​ko​nu ısın​dı​ğı​mı his​set​ti​ğim bir an​da bu
se​vim​li ka​dı​nın is​mi​ni öğ​ren​mek is​te​dim:
– İs​mim ba​na bi​le la​zım de​ğil, sen ne ya​pa​cak​sın? de​di.
Son​ra ya​nın​da​ki ma​sa​da otu​ran kad​ın​la​ra dö​nüp an​lat​ma​ya baş​la​dı:
– Kar​deş, gel​di ka​pı​ya da​yan​dı. Çat​ça​tı da var, pat​pa​tı da. Ver​sek
de alıp ka​çı​ra​cak, ver​me​sek de. Ha​ni, “Ver de kur​tul!” de​miş. Bi​zim​ki
de o he​sap! Ver​dik, kur​tul​duk.
Ne​den bah​set​ti​ği​ni an​lay​a​mı​yor​dum. Ama hoş bir hi​kâ​ye​ye
ben​zi​yor​du.
Ora​da üç dört sa​at kal​dım. Ben dük​kân​dan ol​dum ama, dük​kân
ben​den ol​ma​dı. O gü​zel ha​va​nın tam ma​na​sıy​la içi​ne gi​re​bil​mek için
ay​nı ye​re tek​rar tek​rar git​mek icap et​ti. Ai​le​den ol​may​a baş​la​dı​ğı​mı
an​cak Mu​al​lâ Ab​lay​la “Fos​for​lu” şar​kı​sı​nı söy​le​dik​ten, dük​kân sa​hi​bi
Etem Ağa​bey​le dert​leş​tik​ten son​ra an​la​dım. Hat​ta o bi​le yet​me​di.
Dı​şa​rı​da dur​ma​dan “Li​ra​ya, bu​ra​ya!” di​ye ba​ğı​ran ba​lık​çı​nın se​si,
tah​ta ma​sa​lar, dar pey​ke​ler, çar​pık is​kem​le​ler​le de ak​ra​ba ol​dum.
Ta​ka​cı, mo​tor​cu, mav​na​cı ar​ka​daş​la​rı​mın dert​le​ri​ni öğ​ren​dim. Ri​ze​li
Mu​sa Kap​ta​nın, Ömer’in, Pa​po’nun hi​kâ​ye​le​ri​ni din​le​dim. O
şar​kı​lar​da, o ses​ler​de, o hi​kâ​ye​ler​de bü​yük bir dün​ya var​dı. O da​ra​cık
dük​kâ​na gi​der​ken ken​di​mi se​ya​ha​te, hem de bü​yük bir se​ya​ha​te çı​kan
bir adam sa​nı​yor​dum. Ge​mi​ci, mo​tor​cu, ta​ka​cı dost​la​rım​la
Gi​re​sun’dan fın​dık yük​lü​yor, Kef​ken açık​la​rın​da de​ni​ze tu​tu​lu​yor,
Kös​ten​ce’de Ni​ko Bar’dan çı​kıp Türk arab​a​cı​nın ara​ba​sı​na bi​ni​yor,
No​vo​ro​sisk li​ma​nın​da ba​la​lay​ka din​li​yor, Ka​zab​lan​ka’ya gi​de​cek bir
pet​rol ge​mi​si​ne tü​tün sa​tı​yor​dum. Bu üç ma​sa​lı ba​lık​çı mey​ha​ne​sin​de
gör​dü​ğüm dün​ya ger​çek​ten ne gü​zel​di! Ça​lı​şan in​san​lar, na​mus​lu
in​san​lar, kar​deş in​san​lar.
Gü​zel bir dün​ya​da ya​şa​mak is​ti​yor​sa​nız siz de öy​le bir mey​ha​ne
bu​lu​nuz.

ERTELEME ~ Fernando PESSOA

ERTELEME
Öbür gün, evet, yalnızca öbür gün...
Yarın öbür günü düşünmeye başlayacağım,
Belki her şey olup bitecek; ama bugün değil...
Hayır, bugün değil; bugün yapamam.
Öznel nesnelliğimin şaşırtıcı inadı,
Gerçek yaşamımın uykusu, araya girmesi,
Sezinlemesi, bitimsiz bezginlik-
Bütün dünyam bir tramvaya yetişme çabası-
Öyle bir ruh o...
Yalnızca öbür gün...
Bugün hazırlanmak istiyorum...
Hazırlanmak istiyorum kendi yarınım için, öbür günü düşünmek için...
Sonucu belirleyecek olan bu.
Halihazırda planlarım var, ama hayır, bugün planlama yok...
Yarın planl yapma günüdür.
Yarın dünyayı fethetmeye masama oturacağım;
Ama ancak öbür gün fethedeceğim dünyayı...
Ağladığımı hissediyorum,
Apansız ağladığımı hissediyorum, derinden içime doğru...
Bugün ne olup bittiğini bilmeyin, bu bir giz, söyleyemem.
Yalnızca öbür gün...
Çocukken her hafta Pazar günü sirki beni eğlendirirdi.
Bugün bütün eğlencem çocukluğumdaki tüm hafta süren Pazar günü sirki...
Öbür gün, bambaşka biri olacağım,
Yaşamım zaferle taçlanacak,
Zekamın bütün gerçek nitelikleri, iyi öğrenimim, uğraşım-
Hepsi toplanacak bir araya herkese duyurmalı ...
Ama herkese sunulan boşa gidecek yarın...
Bugün uyumak istiyorum, gerçek nüshayı yarın yapacağım...
Bugün için, hangi gösteri yineleyecek çocukluğumu bana?
Yarın bir bilet satın alabilirsem,
Gerçek gösteri öbür gün çünkü...
Daha önce değil...
Öbür gün göstereceğim halkın karşısında yarınki kendimi
Öbür gün bugün ben olmadığım görülecek sonunda.
Yalnızca öbür gün...
Sokak köpeği gibi uykuluyum.
Gerçekten uykum var.
Yarın size her şeyi söyleyeceğim, ya da öbür gün...
Evet, belki de yalnızca öbür gün..
Adım adım...
Evet, adım adım..
Fernando PESSOA

17 Aralık 2018 Pazartesi

BİR BABA İÇİN -II- ~ Ahmet ERHAN

BİR BABA İÇİN
II
Ağır aksak adımlarla yürüyen gece
Bana bir şeyleri anımsatıyor
Boynu uykudan arasıra düşerek
Pencerenin kanatlarına yaslanmış bir anne
Kuytu, karanlık bir yolda
Kocasının ayak seslerini arıyor
Bir çocuk, sedirin üstünde
yüzünü ders kitabına gömmüş
Saate bakıp, geceyi dinleyip
Kitabından bir yaprak çeviriyor.
Sessizliğin sığınaklarına gömülmüş evlerde
Yanan tek tük ışıklar var
Bekçi düdükleri
Birbirlerine selam yolluyor
O daracık sokakların ardından:
Bir vukuat yok
Asayiş berkemal!
Sokakta biri bağırsa
Sanki tavan çökecek
Kadınla çocuğun üstüne...
Bu sokak ne zaman çınlar
Belli belirsiz ayak sesleriyle?
Bu kapı ne zaman çalınır?
Anne, görevini yapmış biri gibi
Usul usul kalkar yerinden
Çocuk ne zaman sıçrar?
Açılır kapı, girersin içeri
Yüzünde sarhoşlara özgü
Tuhaf bir gülümseme
Kaldırıverirsin omzuna beni
Sorarım:Baba niye geç kaldın böyle?
Eski bir türküyle
Kesersin sözümü...
Ahmet ERHAN

16 Aralık 2018 Pazar

YALNIZLIĞIM ~ Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

YALNIZLIĞIM
Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım
Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir
Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir
Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım
Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa
Sarsın artık ömrümü tunç kandillerin isi
Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi
Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa
Bir camın arkasında açılıyor güllerim
Havuzum pırıl pırıl... yıkar bakışlarımı
İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı
Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim
Rüya rüzgarlarında bir yaprak yalnızlığım
Düşüncem bir neydir ki ürperir perde perde
Belki bu mısralarım esecek gönüllerde
Fakat herkese uzak kalacak, yalnızlığım
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

BİZDEN SONRA DOĞANLARA I.II.III.~ Bertolt BRECHT

Bertolt BRECHT

BİZDEN SONRA DOĞANLARA

I.

Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!
Doğru söz delilik. Düz alın
Kanıtı vurdumduymazın. Gülen ki
Korkunç haberi
Henüz almamış.

Ne günlere kaldık, ki
Neredeyse suçtur ağaç üzerine bir konuşma
İçerir çünkü susmayı bunca kötülük üstüne!
Orda ağırdan caddeyi geçen
Erişilmez mi dara düşen
Arkadaşları için?

Doğrudur: geçimimi sağlıyorum daha
Ama inanın: bu bir rastlantı yalnız. Yaptığım
Hiçbir iş doyma hakkını vermiyor bana.
Rasgele korunmuşum. (Talihim dönüverse. Yokum.)

Bana diyorlar: ye iç! Bak keyfine!
Nasıl yer içerim, kaparsam
Yiyeceğimi bir açın elinden ve
Bardaktaki suyum bir susuzda yoksa?
Ve yiyip içiyorum gene de.

İsterdim bilge olmak.
Eski kitaplarda yazılı nedir bilge
Kavga dışı kalmak dünyada ve kısa yaşamını
Korkusuz geçirmek
Zora başvurmadan edebilmek
Kötülüğe iyilikle karşılık vermek

İsteklerine ermeyip, unutmak
İşi bilgenin.
Yapamam bütün bunları:
Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum!

II.

Şehre geldim bozuk düzen günlerde
Açıklık sürerken.
İnsan arasına karıştım ayaklanmada
Ve onlarla birlikte öfkelendim.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

Yemeğimi yedim iki savaş arası
Katillerin arasında yattım
Sevgiye saygısız
Ve doğaya sabırsız baktım.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde

Her yol batağa çıkardı benim zamanımda.
Dilim durmaz ele verirdi beni.
Elimden gelen azdı. Ama hükmedenler
Daha rahat olurdu bensiz, buydu umudum.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

Gücüm azdı. Hedef
Uzak mı uzak.
Apaçık belliydi, benim ulaşmam
Mümkün değildiyse de.
Böyle geçti zamanım
Yeryüzünde.

III.

Siz, siz ki çıkacaksınız
Battığımız tufandan
Düşünün
Eksiklerimizden söz ederken
Karanlık çağı da
Sizin kurtulduğunuz.
Gittiydik, ayakkabıdan çok ülke değiştirip
Sınıf savaşları arasından, umarsız
Yalnız haksızlık var da baş kaldırma yoktuysa.

Biliyoruz oysa:
Alçaklıktan nefret bile
Çarpıtır çizgileri
Haksızlığa öfke bile
Kısar sesi. Ah, biz
Hazırlamak isterken dostluk yolunu
Dost olamadık kendimiz.

Siz ama, o gün gelince
İnsanın insana el uzattığı
Anın bizi
Hoşgörüyle.
...
O gün mavi eylül ayında
Sessiz körpe bir erik ağacı altında
Tuttum onu, sessiz beyaz aşkı
Kolumda kutsal bir düş gibi.
Ve üstümüzde güzel yaz göğünde
Bir bulut vardı, çoktan gördüğüm
Çok beyazdı ve çok yukarılarda
Ve başımı kaldırıp baktığımda, değildi orda.

O günden beri birçok, birçok aylar
Geçti sessiz aşağı kaydılar
Yok oldu o bütün erik ağaçları
Ve bana sorarsan aşk n'oldu diye
Sana derim ki: hatırlayamıyorum
Ama gene de, inan ki, biliyorum ne demek istediğini.
Ama gene de gerçekten hatırlamıyorum onun yüzünü.
Yalnız: o zamanlar öpmüştüm onu, biliyorum.

Ve bu öpücüğü de çoktan unutmuş olurdum
O bulut olmasaydı orada
Onu bugün de hatırlıyorum ve hep hatırlayacağım
Çok beyazdı ve yukarılardan geliyordu
Erik ağaçları belki çiçek açıyordur gene de
Ve o kadının belki de şimdi yedi çocuğu olmuştur
Ama o bulut yalnız birkaç dakika için açtı
Ve yukarı baktığımda, rüzgârda kayboluyordu bile.

CANIMIZDAN ~ Paul ELUARD

CANIMIZDAN
İsteğim yok seni sevmekten başka
Bir fırtına dolduruyor koyağı
Irmağı bir zehir
Seni yalnızlığımın boyunda yarattım
Saklanmaya yarattım bütün dünyayı
Kendimi kavramaya günleri geceleri
Görmek için yalnızca
Senin için
Tıpkı sana benzer bir dünya için düşündüğümü
Gözkapaklarınla düzen verilmiş günler geceler için.
Paul ELUARD
Çeviren: Sait Maden

SULAR TANIKTIR AŞKIMIZA ~ Adnan YÜCEL

SULAR TANIKTIR AŞKIMIZA
En soluksuz sesleriyle anlamsız sözler
Özlem özlem dağılmış Avrupa kentlerine
Biraz gurbet olmuş tükenmişliğin adı
Cenk öykülerini rönesans yırtmış
Düş kırıklığı çökmüş coşkular üstüne
Biraz kötümserliğe çalmış yaşamın tadı
Koca bir efsane yalnızlığı kalmış geriye
Dilin yetmiyor şimdi geçen yüzyıllara
Türküleri dudaklarına kilitlemişsin
Defolu örnekler çıkmış ya hep karşına
Umutları kuşkunun potasında eritmişsin
Koyu bir eylül sarısıdır çıkmayan leke
Gözlerin buğulanırken birdenbire
Yeraltında bin kudüm ile coşan nehre
Sen de bir gün boğulursun demişsin
Karanlıkta yıldızlar kayarken avuçlarında
Bir rüzgarla hiç kol kola yaşadın mı
Sen hiç kötürüm bir suyu tanıdın mı
Birer birer kırılmış tutunduğun dallar
İnançsız öfkelermiş çabuk bitmişler
Kaçarak gelmişler bir tükenmişlikten
Başka bir tükenmişlik içinde yitmişler
Aşkı hiç tanımamışlar kartal yuvalarında
Kim bilir kaç mark uğruna
Kaç masada kaç devrim tüketmişler
Çıkarıp yüreğimi sürdüm bir çiçeğin özüne
Gece labirentlerinden ışığa koşuyordu
Dersim’den Sazlgitter’e metre metre
Kaç yürek kaç bin kez çarpar biliyordu
Bir şiire soruyordu yeraltı nehirlerini
Rüzgarların sesini yalnız şiirden dinliyordu
Koca bir Munzur boşalıyordu gözlerinden
Sular tanıktır aşkımıza
Sevdalar asla mevsimlik olmaz diyordu
Parmak uçlarında kayıp giderken Viyana
Berlin’de tutuşup hiç Sivas’ta yandın mı
Sen hiç kötürüm bir suyu tanıdın mı
Köln’de bir menekşe İstanbul açıyor bak
Renginde tomurcuklar barikatlaşıyor
Sınırlarötesi bir anlam çoğalıyor gözlerinde
Bakışlarında peş peşe mayınlar patlıyor
İzmir Dortmund kokuyor her akşamüstü
Yarınlara bir direnç ilayda fışkırıyor
Kimi kıvılcım telaşıdır yaban ağaçlarda
Nar dalında bademçiçeği patlaması her gün
Bir bahar bir yaz
Sessiz bir çığlık gibi sarar dostlukları
Coşkuları kendi yüreğine sığmaz
Kimi saz tutsağı tellerde senfoni düşçüsü
Bitimsiz konçertolar uğuldar kulaklarında
Hızla çözülür bütün yalnızlık bilmeceleri
Bir kızıl yıldız parlar morötesi tufanında
Denizler kabarır – dağlar bulutlaşır
Alplerde kaynayan pınarlar
Toroslarda coşan kar sularına karışır
Paris’te bir leylak Ankara’yı sarıyor bak
Mor salkımlarında komünarlar tanrılaşıyor
Güneşle temizliyor karanlık bulaşmış ellerini
Saine nehrine Kızılırmak’tan türkü taşıyor
Aragon Nazım Hikmet’le söyleşiyor sesinde
Yeryüzünde bütün devrimler şiirleşiyor
Londra’da gürültüleşen bir fesleğen
Her mevsim Çukurova püskürüyor sımsıcak
Bulutlar pamuklaşıyor gençlik evlerinde
Çınarlar filizleniyor yaprak yaprak
Biri şiir biri türkü besliyor dilden dile
Sular ki hep tanıktır aşkımıza
Ey nehirlere boğulur diyen eski toprak
Şiirin tadına hiç türkülerde vardın mı
Sen hiç kötürüm bir suyu tanıdın mı
Adnan YÜCEL

15 Aralık 2018 Cumartesi

BİR BABA İÇİN -1- ~ Ahmet ERHAN

BİR BABA İÇİN -1-
Odamın ışığı yanıyor bütün gece
Ellerimi dizlerime koyup, iki büklüm
bir olağandışılık arayarak
Gördüğüm, duyduğum her şeyde
Öylece oturuyorum:
Güneş parmaklarını sürünceye dek
Koyu bir karanlığa
Bulanmış pencereme...
Bir gece kelebeği
Dolanıyor lambanın çevresinde
Usuldan bir rüzgar esiyor
Yaşlı incir ağacının dallarına yürüyen
Sütün sesini duyabiliyorum
Deniz az uzakta
İç geçiriyor boyuna.
Seninle konuşurduk baba
Böyle gecelerde, iki bilge gibi
Karşılıklı bakışarak
Bazı şeyleri kavrayamasam da, dinlerdim
Belki sen de yeni bir şeyler bulurdun geçmişte
O dupduru yüreğini, yılların
Unutulmuş sularına bırakarak.
İşte bir minder daha koydum yanıma
Henüz sıcak
Sanki yeni kalkmışsın üstünden
Terliklerin şuracıkta, getireyim
Çayı da ocağa koyarım istersen.
Annemse haber bekliyor ruhlardan
Namaz kılarak, tespih çekerek
Sen olsan
Gülerdin bıyık altından
-Ben gülemiyorum baba!
Ama bir insanı yüreğinde duymak için
Araya bazı kurallar
Koymaya ne gerek var
Anlayamıyorum, eğilip kalkmaya
Dualar okumaya?
Ahmet ERHAN

YAZ ORTASINDA ÜŞÜMEK ~ Sennur SEZER


YAZ ORTASINDA ÜŞÜMEK
Kar durdu
Yaslı bir köylü yüzüyle
Bezgin ve dinç
Doya doya gülmemişliğin dinçliği belki bu
Belki hep borçlu olmanın
Kar durdu
Bir çocuğun ilk kımıltısı gibi
Beklemede bıraktı sessizliği
Gün -o hep buruşturup attığımız- gün
Üstünde yarım bir söz
Işıltıya durdu: Sev...
Kar durdu
Durdu saatleri kuşkunun
Karın üstünde yarım bir ayak izi
Bir silik söz: Belki... yarın
Sennur SEZER

14 Aralık 2018 Cuma

YENİDEN ~ Gülten AKIN

YENİDEN
Karanlık bastı mı gelirsin
Penceremin dibinde durursun
Oyuncaklar kabartma harfler gibi
Elle tutulur gibi garipliğin
Elişi kâğıtlarından çiçekler yaparsın
Yeni şekiller görülmedik renkler ışıklar yaparsın
Dünya güzelse daha güzel olur
Bir şarkı sıcak sıcak yayılır ansızın
Uzanır ellerin gözlerimi örter
Bütün düzenim bozulur
Karanlık bastı mı seninle gelir
Nasıl döner durur ortalarda
Çağrışımlardan kopmuş bir sürü
Tedirgin kuşlar gibi kelime
Elinde aynaların bin bir yanlısı
Ne yandan baksan ölüm
Kurtul dersin kurtul kendinden
Unut yitiklerini
Seni yargılayacak kim
Karanlık bastı mı gelirsin
Penceremin dibinde durursun
Oyuncaklar kabartma harfler gibi
Elle tutulur gibi garipliğin
Gülten AKIN

13 Aralık 2018 Perşembe

GELİNCİKLER ~ Edip CANSEVER

GELİNCİKLER
gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda
işi iş kasabanın
su yüzlü çocuğun işi iş
bir de poyraza döndü mü hava
başlar masmavi damarlar fışkırmaya yanaklarından
faytonların turuncu tekerlekleri
yansır gaz tenekeleriyle çevrili bahçelerde
asılı çamaşırlarından bir tutam çivit kokusu alıp gider
gelincikler tek tek göründü mü çayırlarda.
saat onikilerde
postanede mektup yazan adamlara bakar bir semt delisi
durmadan bakar
ki o mektuplar nereye giderse gitsin
öylesine uzundur ki kasaba
gelinciklerden bükülmüş bir ibrişim gibi
gidip gelen mektup zarflarıyla tarif edilebilir ancak
içerinde kar serpintisi
içerinde bozkır
içlerinde herkesin bir güneyi olan
ve marangozlar upuzun kayıklar yaparlar bunun için
kesersiz, çivisiz, elsiz
sadece ruhlarından
o kayıkları içinde domates doğranan bir akşamüstünde yüzdürürler
canlanır suya değince hemen
bordalarındaki nakışlar
bir derya gülü alıp başını gider.
yeter ki görünsün gelincikler
önce tek tek görünsün sonra topluca
usta bir doğramacı gibi kırmızılar doğrar kasaba
gelincikler indi mi çayırlardan
su bardaklarına, berber dukkanlarına girdi mi
duvarlara sicimle tutturulmuş şişelere
girdi mi bir kere
-aynaları boğacak neredeyse
-taşlıkları basacak sel gibi
o zaman...
tam o zaman
marangozlar mis gibi rakılar içerek kayıklarında
konuştukca binlerce kayık
konuştukca binlerce köpük, binlerce kıyı olurlar
ve nedense bir vapur bizi alıp götürecekmiş gibi bakarız bir-
birimize
unuturuz sonra alıp başını gitmeyi de
yeter ki iki dudak arasına konsun gelincikler
ipince bir ıslığa yerleştirilsin
türküler süzsün tüveylerinden
kahveler eski renklerine boyanır yeniden
biralar çiğ ışıkta bile parlak
yıkanır tertemiz oluncaya kadar yaşamak.
gerçekte bir sevinç, bir mutluluk yok değildir yüreklerimizde
sevgiler umutlar yok değildir
öyleyse neden çabuk küseriz birbirimize
çabuk öfkeleniriz
durup durup böyle hüzünlenmemiz neden
anlamıyoruz da ondan mı yoksa
bir bütün olduğunu mutluluğun
umudun bir bütün olduğunu
seziyor muyuz yalnızca
baktıkça gelincik tarlalarına uzaktan
öyle bir arada güzel
yaşamanın lezzetini
kanımızı tutuşturdukça gün günden
buğusunu saldıkça
bir tütün dumanı gibi yaktıkça genzimizi.
Edip CANSEVER

11 Kasım 2018 Pazar

KARANLIK YAPI ~ Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

KARANLIK YAPI

Vurmuş dağlara dağlara ışığı
Belli olmuş uzağı yitmişliğinden
Düşünür bizi
Gece aşağıda
Üstlerden büyür samanyolu
Bir sevgiye benzer
Başka bir sevgiye benzerken
Gece aşağıda
Bağışlar öldürmüşü
Çalanı yalan söyleyeni kaçanı
Toprağa çiğ düşmeden

Gece aşağıda 
Bir eski savaş alanında korkunç
Bir ayrılıkta upuzun
Neler soyunur neler
Gece aşağıda
Nice yorgun olursa olsun yercek
Yükünden yeşilinden
Uyutur böceği otu
Gece aşağıda

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA

26 Ağustos 2018 Pazar

İSTANBUL ~ Vedat TÜRKALİ

Görsel: Remzi Taşkıran - İstanbul - Yağlıboya Resim

İSTANBUL
Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünürüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul
Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul
Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok
Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen 
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir
Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez
Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı
Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı
Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın 
Vedat TÜRKALİ

YARIN ERKENDEN ~ Victor HUGO

YARIN ERKENDEN
Yarın erkenden kırlar ağardığı zaman
Gideceğim... biliyorum beni bekliyorsun bak,
Geçip gideceğim dağlardan, ormanlardan
Daha fazla kalmayacağım senden uzak.
Gözlerim düşüncelerime saplı yürüyeceğim,
Duymadan hiçbir haber, hiçbir şey görmeden,
Yalnız, kimsesiz, birbirine kenetli ellerim
Gideceğim, farkı yok gündüzümün gecemden.
Ne uzaklarda Harfleur'ü saran perdelere
Bakacağım, ne de inen altın renkli akşama
Kavuşunca bir bağ yeşil çoban püskülü ve
Bir çiçekli funda koyacağım mezarına.
Victor HUGO

BU NASIL SONBAHAR?.. ~ Attila İLHAN

Görsel: Remzi Taşkıran tarafından. Yağlıboya Resim - İstanbul -

BU NASIL SONBAHAR?..
böyle sonbahar mı olur
tadı kalmamış
eylül akşamlarını fena boşaltmışlar
ne o kızlar hani
varla yok arası
bir tebessüm gibi
hayalimizde yaşar
sinemadan çıkmışız
yağmur başlamış
ne vahim
bir korkunun birden anlaşılması
beyoğlu'nda karartma
eflatun tramvaylar
o gizli hüzünler ki
hiç anlaşılmamış
böyle sonbahar mı olur
yüreği titremiyor
asfalt beton ve cam her tarafı otomobil
bilançoda bir rakam
çektiğimiz acılar
bitmesiyle bir oluyor aşkların başlaması
telefonda bozdurulup
duygular kirleniyor
mavi mora dönüşmüş
sarılar çoktan yeşil
yanlış ama kim biliyor
bir de bu var
yaşamak
doğruların yanlışlarda aranması
boğaziçi'nde sis
unutulmuş vapurlar
Attila İLHAN

NASİHATLER ~ Charles BUKOWSKİ

NASİHATLER
yeniden patlarken rüzgar denizden
toprak isyan ve kaosla lekelenirken
dikkatli kullan seçenek kılıcını
unutma
5 yüzyıl
veya 20 sene önce bile
asil denebilecek şeyler
şimdilerde daha ziyade
boşa harcanmış eylem oluyor
bir kez yaşanıyor yaşam,
oysa bir dolu şansı var tarihin
insanların aptallığını kanıtlayabileceği
öyleyse dikkatli ol derim
asil görünen herhangi bir
ideal
niyet
ya da eylem konusunda
bu ülkeden yana ol ya da aşktan
veya sanattan, sakın kapılma anın yakınlığına
yada koparılmış çiçek gibi kuruyacak bir
güzelliğe
ya da devlete;
aşk, evet, ama evlilik görevi gibi değil, ve gözün açık olsun
kötü gıda ve aşırı çalışmaya;
bir ülkede yaşaman gerekir, evet,
ne var ki aşk ne kadının düzenidir
ne de ülkenin;
acele etme, ve iç gerektiğince
ki kalabilesin yarına
çünkü içki, içenin yeni
bir yaşama şansına
ulaştığı bir
yaşam tarzıdır, dahası, derim ki
mümkün olduğunca yalnız yaşa;
çocuk yap yapacaksan
ama büyütme zahmetinden kaçınmaya
çalış; bedenindeki
yada ruhundaki
canı almaya çalışmadıkça düşman
sesli yada fiziksel
küçük tartışmalara girme,
sonrada öldür gerekiyorsa;
ve ölmek zamanı geldiğinde
bencil olma;
masrafsız olduğunu düşün
ve gittiğin
yeri;
ne utanç izi olsun ne başarısızlık
ne de bir
hüzün çağrısı
patlarken rüzgar denizden
akıp
gider zaman
yumuşak huzurla yıkayarak
kemiklerini
Charles BUKOWSKİ

KUNDAK ~ Nihat BEHRAM

Fotoğraf: by Özay Özmen

KUNDAK
Boyun eğmiş olarak
ya da suskun, silik, uzlaşmış
çekip gitmek istemem bu karanlık alemden..
Alınmamış öcün duygusu bu,
sorulmamış hesabın,
gecesinde gündüzünde dişler durur insanı...
işte yine o duygunun
kefenden daha soğuk örtüsü altındayım..
Ölmek istemem açıkçası
O örtüyü yırtmadan ...
Yaşarken, içimdeki ateşi saçarak yaşamalıyım.
Doğduğu gün tutunduğu ışığı
kıran, çelmeleyen tuzaklar karşısında
insanı ancak kavgası yatıştırır,
sıyrılıp canında sınanmış acılardan
karanlığa karşı söndürmeden taşımak içindeki ateşi...
Korkak da yılgın gibi kirlidir benim için ...
Ne teslim ne ihanet,
ne zulüm ne kölelik ...
Başkaldırmış olanın mirascısıyım ...
Binlerce sızının bağrında bilediğim bu çığlık
tutuşmak için sabırsızlanan
yaşama sevincinin sesidir ...
Aydınlığın özlemi solumalı sesimden kendi sesini ...
İnsanı kulu kılan her şeyin kundakçısıyım ...
Öcüm var, sorulacak hesabım.
Kolu olan savursun ne bulursa üstüne,
benzin, fitil, çivilenmiş kutular,
hayatı karartanların ...
Geçtiğim her sokakta,
manşetinde aldığım her gazetenin
zorbalık ve sinişin,
talan ve yoksulluğun yankılandığı
bir dünyanın can çekişen bakışları var ..
Başka çare kalmadı,
ne bulursam üstüne bu karanlık alemin
savuracağım...
Avuçlarımda çıralar, kıvılcımlar... yüreğim,
barut, dinamit, zehir ...
Kanım böyle ısıtmalı gövdemi,
atacaksa böyle atmalı nabzım ...
Böyle direndim ayrılık günlerinde,
sevdiklerimle böyle kucaklaşmalıyım ...
Durulmayı özleyen ırmaklar için,
filizin şarkısıyla dokuduğu dallarda
yuvaları dağıtılmış sakalar,
kahır dolu bakışlar, ağıtlar için,
süzgün gözleri için yoncaları kurutulmuş tayların,
korkutulmuş gülüşler, küskün anışlar için,
sevda için, aşk için yaşamalıyım ...
Dorukların rüzgarından köz alıp, yalanın inadına,
mazluma zincirle, kırbaçla saldıranların inadına,
yavruları diyar diyar göçer olmuş analar için,
başağı yağmalanmış tarlalar,
deşilmiş, mayınlanmış çayırlar için,
kanlı pusuların, talanın inadına, yangınlar başlamalı.
Nankörün, hilekarın, arsızın kuşattığı değil,
üzülen, seven, acıyan, insanların savunduğu
bir dünyamız olmalı ..
Başka çare yok, yangınlar başlamalı ardı ardına ..
Zalim, saklanacak karanlık bulamamalı ...
Öyle ki, gökyüzü bile çıldırsın sevincinden
alev alev kanatlanan yangınlar karşısında
bir ucundan bir ucuna ufkun, sancılanıp,
yıldırımlarla dünyayı alkışlasın.
Sabahı sabah gibi solumak istiyorum,
güveni güven, merakı merak,
güzü güz, baharı bahar olarak ..
Dokunup koklamak istiyorum büyüdüğüm şehrimi,
gençlik günlerimi şarkılar söyleyerek aramak ..
Çocuğum dönüşümden kaygılı gözlerle bakmasın istiyorum
giderken arkamdan, bu beni kahrediyor ..
Babamın bir ömür boyu yüreğinde koruduğu incelik
yaralanmamalı,
aldatılsam da aldatmayacağım, ona sözüm var,
bu borcu ödemeden nasıl yaşarım?
Yoksul da olsalar, onurlu insanlar doldursun sokakları..
Aşkın da ayrılığın da içten yankılanan
sahici şarkıları duyulsun ...
Bölüşmek isteğinin tomurcuğuna uzanamasın kimse
koparmak için ..
Yanılmak korkunç olmasın,
ürkmesin birbirinden insanlar.
Yangınlar başlamalı başka çare yok ...
Düşlerimi karartacak kadar koyulaşan bu karanlık
dağılmalı ..
Durmalı ekrandaki o yılışık uluma,
o çürüyüş, o şımarık saltanat,
azdıkça yaygınlaşan kabalık, kalpazanlık,
o sahte kahkahalar ..
Kanlı dişleri tırnaklarıyla
aşımızda, düşümüzde yuvalanan
seçkinler sürüsü efendiler, çetebaşları
ve onların el pençe kapıkulları,
şen şakrak soytarıları kadar
köleliğin prangası o sessizlik de
kül olup ufalanmalı.
Kolu olan ne bulursa savurmalı üstüne
bu karanlık alemin,
mazot, moloz, ateşlenmiş paçavra,
katran, zift, cam kırıkları...
Alçaklık kimsenin yanına kar kalmamalı ..
Hırsız ki işini hüner sayacak kadar pervasız,
katil ki katlettikçe katmerleşiyor,
yağması şımartıyor yağmalayanı,
nasıl başka çare aranır?
Ey dünyanın sahibi,
onu sen buldun, söndürme elindeki ateşi,
tutuştur ufkunu karartan kara perdeyi,
kaderini değiştir!
Nihat BEHRAM