Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

31 Aralık 2017 Pazar

BİRİ İNAT BİRİ SABIR ~ Aziz NESİN

BİRİ İNAT BİRİ SABIR

Hepsi güzel
Ama ağaçkakanın güzelliği bambaşka
O küçücük gagasındaki inat
Kalemimi görüyorum gagasında
en sert ağacı inatla delerken

Hepsi güzel
Ama damlayan suyun güzelliği bambaşka
O durmadan damla damla sabır
Gözyaşımı görüyorum her damlasında
En sert mermeri sabırla delerken

O küçücük gagada inat
O her damla suda sabır
Haydi kalemim haydi gözyaşım
Gaganın inadı damlanın sabrıyla
Dele dele tabuları devir

Aziz NESİN

ÇIĞLIK ~ Ataol BEHRAMOĞLU

ÇIĞLIK
Bir adamı öldürmenin tam sırası kurşunlarla
Çocuğunu öpüp kapıya çıktığında

Ey kanatılmış çiğnenmiş bahar günü
Birden bir çığlıkla kapatır yüzünü

Ezik bir gül gibi çığlık, yitik bir umut gibi
Boğmak boğma bir telle bir insan olmanın sevincini

Kederli yağmur, usulca düşen akşama
Çığlık. Bir çocuk yüzü. Dayalı cama…
Ataol BEHRAMOĞLU

30 Aralık 2017 Cumartesi

TEMBELLER ~ Pablo NERUDA

TEMBELLER

Hangi akla uydular, hangi akla
Ne geçti ellerine üstelik
Ay’a uzay gemileri atmakla?
Bulurlar mı umduklarını sanki
Güzelim göklerin canına okumakla

Oysa olgun çağında üzümlerin
Toprağın karnında can bulur şarabın kanı
Denizlerle sıradağlar arasında

Şili’de şimdi kirazlar oynaşır
Esmer, gizemli kızlar türkü çığırır
Bir akarsu yalazlanır gitarlarda

Yaratır buğdayın mucizesini
Güneş, kapılara bir dokunmakla

İlk yudumu al’dır şarabın
Tatlıdır alyanak bir çocuk kadar
İkincisi güçlü yapar adamı
Gemici türkülerince güçlü yapar
Üçüncüsü bir kırmızı zümrüttür
Hem ateş, hem gelincik birarada

Evimin hem toprağı, hem denizi var
Kocaman kocaman gözleri kadınımın
İri yaban fındıklarını andıran.
Gece inince, deniz usulca
Giyinir yeşiller, beyazlar
Ayışığı köpüklere vurur da
Deniz yeşili kızlar gibi düş kurar

Evrenin böylesi nerde var?
Pablo NERUDA

KARDEŞİM BARIŞI NE ZAMAN YAPACAĞIZ? ~ Fikret DEMİRAĞ

KARDEŞİM BARIŞI NE ZAMAN YAPACAĞIZ?

Kardeşim, işte gene geldi yaz, yüreğin yazın mektubunu aldı mı,
işte yaz geldi gene, kardeşim, barışı ne zaman yapacağız,
ne zaman barışacağız önce kendi kendimizle sonra birbirimizle,
ne zaman gidip gelecek sevgi suları aramızda, işte gene yaz geldi,
barış buğdayını ne zaman ekeceğiz, yüreklerimiz ne zaman konuşacak,
ne zaman duyacağız, söyle, sevgili, yaşamın sürüme uğultusunu,
işte gene yaz geldi, etin mavinin ve sevişmenin kokusunu aldın mı,
ne zaman olacak kendi sesimiz, “kendimiz” olmayı ne zaman öğreneceğiz,
ne solgun çocuklar, gençlikler yaşadık, kardeşim, aklında mı,
aklında mı ne yoğun acılar, ne boşa yorgunluklar yaşadığımız,
anımsa, ne adına, ne bol ölümlere akıp gitti kanlarımız,
nasıl ziyan olup gitti en güzel yıllarımız, anımsa,
her gün biraz daha çarklara yedirildiğimizin farkında mısın,
şarkılarımızın başkalarınca belirlendiğini ne zaman anlayacağız,
boşa akan sular gibi nasıl yoğa akıp gittik, anımsa
Kendimiz olmayı, ne zaman öğreneceğiz, örselememeyi hiçbir yüreği,
umutlarımızın ve acılarımızın küllerine olsun saygılı olmayı ne zaman,
ne zaman anlayacağız yaşamın saygıya değer olduğunu, insanın ve şarkısının,
bir otu, bir yaprağı bile ezip örselemeden sevip koklamayı, ne zaman,
uğultulu zaman kovanı önünde ürpermeyi ve doğru algılamayı onu,
acıları gündemden ne zaman düşeceğiz, insanla yaşıt o çıkar duygusunu,
kardeşim işte gene yaz geldi, yazlar yüreğine sevmeyi öğretmedi mi,
işte yaz geldi gene, işte yaz geldi, işte yaz, mektubunu aldın mı,
Yüreğinin mektubu eline ulaşmadı mı hiç almadın mı avuçlarına onu,
şiir, o gerçek şiir ne zaman dolduracak yaşamın kılcal damarlarını,
sevginin tozunu ne zaman alacağız, ovup parlatmayı sevgili bir umudu,
kardeşim, büyük büyük harflerle yüreğimize ne zaman yazacağız
bu kirlenmiş dünyadaki bütün güzel, haklı şeylerin adını
Ne zaman alacağız yalansız bir sevişmenin o benzersiz tadını?
Fikret DEMİRAĞ

UMUTTUR ~ Turgut UYAR

UMUTTUR

“sen beni sevdikçe ey yar derdim artar daima”
çünkü beni sevsen de
güvenmezsin bana bilirim
ama artan her şeyle birlikte yanlışlık da artar
mesela her su gözyaşı olur
her dönem bir hazin geçiş
suya boşversem yanılsama
aya baksam bir bulut
sevgisizlikle birlikte yanlışlığın hükmü başlar

bir düşün kaç kişiyiz bildirilerde
şimdilik kaç paralıyız hele akşam olunca
bunca sütsüzün kahrını çektik düşün ki
gene de soluğumuz
bir orman yangını sanılır oralarda buralarda
ezildik gerçi ama horlanamadık bunu hatırlarsın
mutlaka hatırlarsın bunu
tut ki enver bırakır tehdidini
ethem başlar

çünkü beni sevsen de bana güvenmezsin iyi bilirim
apoletim sırmasız hatta hiç yok
su içsem ağzımın kenarlarından dökerim
neyi hatırlatır benim sana uzak bir bakışım
bilirim
aslında mutsuz yaşayıp gidiyoruz
ölüme direnerek şimdilik
şimdilik alımlı bir başka mutluluklara özenerek
aşkımız ve mutfak rafları ve uçaklar üstüne korkumuz
bir yudum gelecek ve mutlu saatler üstüne korkumuz
ama birlikte biliyoruz: eğilecek bugünkü başlar

sev beni, alış bana
kimse ürkütemez bağlandığımız güzelliğin utkusunu
sev beni, bir dağ gölgesi kadar sev
şimdilik bırak musluğun sızmasını damın akmasını
bir tırnak gibi büyü domuz bir tırnak gibi
zorlayarak her bir yanı
çünkü biraz sonra umut başlar her günkü, başlar

aslında bir alıştırmadır umut
öbürlerinin azıcık nefes diye bağışladığı
-baharı beklemeye benzer-
hain ve olmayanadır çünkü
umutsuzluğu taşır yanında
oysa nasıl olsa gelecektir bahar denen tarih
önüne durulmaz mantığıyla doğanın
yeşilden olma birim
sudan gelme itmeyle

umut yoktur
kimse yoktur umut etmemeyi önleyecek
çünkü umut kaçınılmaz gelecektir
bütün gümbürtüsüyle
umut kaçınılmaz gerçektir çünkü
biri Asya’da biterken sözgelişi, Şili’de öbürkü başlar
Turgut UYAR

28 Aralık 2017 Perşembe

DAĞ KELEBEĞİ ~ Antonio MACHADO

DAĞ KELEBEĞİ

Sen değil misin, kelebek,
şu kimsesiz dağların canı,
derin uçurumları ile
sivri tepelerinin? 
Sen doğabilesin diye
büyülü değneğiyle
taş fırtınalarına, emretti bir gün
durup susmalarını bir peri
ve zincirlendi o dağlar birbirine
sen uçabilesin diye.
Portakallı karalı,
esmer ve altın rengi,
dağ kelebeği,yabangülü üstünde
kat kat kanatçıkların, ya konar kalkarsın
oynaşarak güneşle, ya da bir günışını
üstünde çarmıha gerilmiş.
Dağ kelebeği,
kırların tepelerin kelebeği,
rengini resme dökemez kimse senin; yaşarsın
onu ancak sen ve kanatların
havada, güneşte, yabangülünde,
öylesine özgür ve öyle tatlısın ki
Juan Ramon Jimenez Fransisken lirinin tellerini
senin için okşar usul usul.
Antonio MACHADO

22 Aralık 2017 Cuma

DÖRT GÜVERCİN - Nazım Hikmet Ran

DÖRT GÜVERCİN

Geldi dört güvercin
Suda yıkanmak için.
Su mahpusane yalağındaydı
Ve güneş
Güvercinlerin
Gözünde, kanadında, kırmızı ayağındaydı.
Girdi dört güvercin
Yıkanmak için
Suyun içine.
Ve kederli toprakta dört insan
Baktı dört güvercine.
Güvercinler hep beraber
Güneşi taşıyıp kırmızı ayaklarında
uçabilirler.
Durdurmaz onları demir ve duvar.
Güvercinlerin yumuşak kanatları var.
Ve kanatlar
Şimdi burda, şimdi damın üzerinde.
İnsanların kanatları yok
İnsanların kanatları yüreklerinde. 

Dört güvercin
Güneşe varmak için
Yıkandı, uçtu sudan... 

İstanbul Tevkifhanesi / 1938
Nazım Hikmet Ran

19 Aralık 2017 Salı

SENİ SEVİYORUM -2- Süreyya BERFE

SENİ SEVİYORUM
-2-
Bundan sonra
kalbimin kaldığı yerde yaşamak istiyorum
Parçalanmış bir kalbi
daha fazla parçalamak istemiyorum.
Bu yüzden
toz değmemiş Mayıs gelinciklerini toplayıp
şurup yapacağım.
Peki, tamam
pembe gül şurubu da yaparım.
İkisini karıştırıp
bir damla limon damlatır
üstüne, kıyına, içine dökerim.
Bir gülgelincik şöleni istiyorsun, hissediyorum.
Seni Seviyorum.

Aramızda bir ruh oluştuğunu farkettim.
Hiç olmayacak şeyler soruyorum.
“İstemem, istemiyorum, hayır.” diyorsun.
Hiç ama hiç olmayacak birşey bu, doğru.

“Nehir içimizde, deniz çevremizdedir.”
Kimindi bu
Hani birara tamamını okumuştuk.
Doğru, Elliot’ın.
Afferin sana unutmamışsın.
En kalitelisinden
5 kilo sızma zeytinyağı hakettin.
Uğraştır beni
zamanımı al
söyleyip söyleyip vazgeçme
tutma kendini
Seni Seviyorum.

Yatıp uyumak istiyorum, ama ne gezer.
“Ben iyi bir okur sayılırım
fakat kendimi senin yanında boş hissediyorum” diyorsun.
Senden biraz daha yaşlıyım fark bu.
Ne komik değil mi?
Böyle durumlarda, halimden
hem memnunum hem değilim.
Gece, Yarımay ışığında kestim o kamışları
oldu bir kere.

Sana bulanıp gelen gömlek üstümde
çıplak bedenimde.
Tenimde tenin, bütün gün, bütün akşam.
Geceleri çıkarıp seni giyiniyorum.
“Hadi evimize gidelim.”
Seni Seviyorum.

Sana
yol kenarında açan
kokulu bir sarı çiçek vereyim.
Hemen çıkıp giden
hemen açıp kalan
hemen toprağını seven
suyunu ve senin suyunu
billura döndüren bir sarı çiçek…
Aç açabildiğin kadar
Ak akabildiğin kadar…

Bu hasretlik dayanılacak iş değil.

Başım çevriliyor bir o yana, bir bu yana.

Güzünden akan yaş, içinden geçen benimkinin eşi.

Kaç kere dilimin ucuna geldi. Namuslandım, diyemedim.

Ayrılık büküyor belimi, yaşlılık değil, bunun bir nedeni olmalı.

Sızlıyor işte burnumun direği.
Seni Seviyorum

Şimdi de lavanta çiçeği toplamaya gidiyorum.
Reçel yapacağım sana, yapayım da gör.
Sabah erken toplamak gerekir
bunu da sen bilmezsin.
En geç 10’da evde olurum.
Uyanmamış ol ki
sabah uykuna reçel serpeyim.
Lavanta çiçeği toplamaya…

Deniz dibini gösterebilen
rüzgâra soru sordurabilen
güneşte terlemiş yanık okaliptüs
(yani sıtma ağacı
gülme, okumam sonra)
pembesinden zor vazgeçen karabiber
bizi, bizim gibi görse
zeytin verecek o üç dört ağaç…
Gözünün rengine
dönüştürür gibi bakmıştın.
Herkesin ufku ermez
bizim yakınlığımıza
uzaklığımıza da.
Ne bileyim
bana harcadığın, harcayacağın
iyi zamanın çok olsun.
Gelincik gelincik kokunca rüzgâr
iri yağmur tanelerini ışıldattıkça güneş
sana doyamıyorum.

Kim, seni
senin kendini sevdiğin kadar sevdi?
Hazmettin artık sürekli boşluğu
Elbet sallanacak geleceğe doğru
bir sarkaç gibi.
Çünkü, taşları da ürpertir
yaşlı bastonların sesleri.
Sokul bana
ancak ölünce bırakırım.
Seni seviyorum.
Süreyya BERFE

18 Aralık 2017 Pazartesi

SAKALSIZ BİR OĞLANIN TRAGEDYASI ~ Arkadaş Zekai ÖZGER

SAKALSIZ BİR OĞLANIN TRAGEDYASI

charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı
çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken
yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara
biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı
lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı
yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz
al işte sana böyle yüze böyle güz
demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda
bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim
ben ettim siz etmeyin sakal veririm size
iğne iplik elimde bıyık dikerim size
yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz
Sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış
bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine
sakalınız uzamış inmiş ta belinize
at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz
kedinizin bıyığını usturayla kesiniz
yanaklarım bileytaşı ispirto sever misiniz
yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben
sizde güneş bulunur mu biraz/kaktüs alıcam
saksılarım yeşersin üç beş bulut verin de
çok üşüdü güneşten şizofreni olucak
çabuk olun lütfen dikenleri solucak
yanaklarım gobi çölü soğuk su içer misiniz
yüzüm eski bir artist yaşlandıkça shirley temple
elimde bir baş soğan bir baş sarımsak
ah ne kadar şakacısınız hiç hamlet oynamadınız mı
olmak ya da olmamak bütün sorun bu
yanaklarım yul bryner şimşir tarak ister misiniz

Arkadaş Zekai ÖZGER

BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN ~ Nazım Hikmet Ran

BÜTÜN YOLCULUK BOYUNCA HASRET AYRILMADI BENDEN

Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden 
gölgem gibi demiyorum 
çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da 
Ellerim ayaklarım gibi de değil 
uykudayken yitirirsin elini ayağını 
ben hasreti uykuda da yitirmiyordum 
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden 
açlıktı, susuzluktu demiyorum 
sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil 
giderilmesi imkânsız bir şey 
ne sevinç ne keder 
şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz 
içimdeydi dışımdaydı 
Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden 
zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan 
hasretten gayrı
Nazım Hikmet Ran

17 Aralık 2017 Pazar

SENİ SEVİYORUM - 1 - Süreyya BERFE

SENİ SEVİYORUM 
- 1 -
Yazarken kağıtları karıştırdım
sayfaları değil.
Bir bak
cinsinden en iyi sen anlarsın.
Taşları, tahtaları, boyaları bilen
kağıtları da bilir.
Cinsinden en iyi sen anlarsın.
Seni seviyorum.

“Seni Seviyorum”u
hiç bu kadar özlememiştim.

“Seni Seviyorum”dan
bazan sıkılmıştım bile.

“Seni Seviyorum”un
harfleriyle, heceleriyle
iki sözcüğüyle can buldu
canlandı, ruh kazandı.

“Seni Seviyorum”un
gerçek olduğunu gördüm.

“Seni Seviyorum”, uykumun kaçması
bozulması dengemin.
– Saat kaç?
– Bilmem. Seni Seviyorum.

Seni seviyorum.
Gelecek yılı özleyen
son kuşlar kadar.
“Seni Seviyorum” dediğin
sesin kadar.

“Seni Seviyorum”un ilk mimarı sensin.
Ne kadar abarttım değil mi?
Sen öyle san.
Bir bak sesine, kendine, varlığına.
“Seni seviyorum” yerine
“çay içmeye gidiyorum” desen
aynı şey.
İstersen başka birşey söyle.
“Tahammül edemezsin” de.
Sana tahammül edemeyeceğimi düşünüyorsan
tahammülü düşünüyorsan
işte o zaman, tam o zaman
çok seviyorum seni
tahammülün sabrı kadar çok

Hiç ama hiç sevmediğim
bir şeyi sevdirdin.
Yüzeysel, biçimsel olanı derinleştirdin.
İçini doldurdun, anlam kazandırdın.
Yanılttın beni.
Bilmezdim, bilemezdim
ne olduğunu bilmeden gidecektim.
Niteliğini ve niceliğini
kafama kaktın.
Sen, adım gibi eminim
eksiksiz, kusursuz
“Seni seviyorum” dedin.
Gafil avlanmıyorum artık
“Seni seviyorum”dediğin zaman.

Umudum, bir çingil üzümüm
senin işin zor bu dünyada.
Yüzünü denize, dağlara
kayalara, taşlara, hayvanlara dön
Seni seviyorum.

Ne tohum gördüm, ne de fidan bildim.
“Ha” desen topraklığımdan vazgeçecektim.

Neredesin? Nereye saklandın?
Doğrudürüst saklan da görebileyim seni.
Sakla gölgeni de.

Nasıl işliyorsun, görmediğim
bilmediğim gergefini iliklerime, nasıl.
Dudaklarında benli bir tat
ben, sadece bakıyorum
kırlangıç kanatları soyuyor seni:
Kokusunu da soluğunu da duyuyorum çıplaklığının
burnumun yerinde olmak istiyorum.
Seni seviyorum.

Yarın denize, balığa çıkacağım
sen işlerini yaparken
bir not bulacaksın masanın üstünde.
Önceden söyleyeyim de şaşırma.
Bu bir ilan-ı aşktır.
“Böyle şeyler bir defa olur” deme
sayısı bilinmez
ama yeri ve zamanı gelince olur.
Ne yazıyor notta?
“Sen ömrümüzsün bizim”.
Benimki bir gün biter.
İmza, Süreyya.
Benimki hiç bitmez.
İmza, Deniz.
Gözün daldı, görüyorum.

Bir sarmaşığın ruhu geziniyor
yanımda, yöremde.
Sarıp özümü alacak
dal budak salacak.
Sen, hep ısrar edeceksin:
“Havalar soğumuştur. Üşüyorsundur.
Bir kazak giy üstüne, hastalanırsın.
Biliyorsun sana hastalanmak yasak.”
Çeksene şu sarmaşığı kendine
biraz daha dursa
sesini boğacak korkuyorum
Seni seviyorum

Otları sökülmüş taş aralarıyım.
Yarıklar içinde her yanım,
izmaritler, ayçiçeği kabukları
ters dönüp ölmüş böcekler
son yağmurlardan kalan boraz izleri
almış otların yerini.
Bakıp bakıp o taş aralarına
bakıp bakıp sana
“Çabuk eve gel
sana birşey okuyacağım diyorum.
Aklımı yıkıyorsun
Seni seviyorum.

Yağmura ve kara bayılıyor şairler.
Doluya yüz veren yok.
ya da ben rastlamadım.
Hadi gel doluya bir şiir yazalım
yağmurdan kaçışına
kışı kıskanışına
iriliğine, sevilmeyişine
bazan verdiği zararlara…
Yazdığımızı yayımlamayız
merak etme, söz.

Yokuşu çıkamayışının
çocukluğunun kokusu…
Kaydırak elinde
yolda kalışının kokusu…
Bazan hırçın bir genç kız gibi
oluşunun kokusu…
Kızım mısın, annem misin
etim-kemiğim-hücrelerim misin?
Eriyişimin kokusu.
Kaldırımlarda, sokaklarda, merdivenlerde…

Söyleyeceksin söylemesine de, olmuyor işte.
Ne de olsa korkağız
ya sürünürsek yerlerde
ya hayatımız aksarsa
parasızpulsuz, evsizbarksız,
çöpsüzçulsuz ortada kalırsak
ya kimse bakmazsa yüzümüze…
Süperaktifler, hiperaktifler ve benzerleri
gittikçe çoğalıyorlarmış.
mitoz ve amitoz çoğalmaymış.
Susup, derin bir nefes alıyoruz.
Çatlıyor üstünü örtmenin
bastırmanın kozalakları.
Seni seviyorum.

Yıldız poyraz, poyraz yıldız
sen gittin, dindi.
Toprakları tırmalıyor ellerim
gözlerim dağları küçültüyor
hiç farkında değilim
kafam yok ediyor mesafeleri.
Nedeni belli.

Batmadan.
dünya gözüyle bir bakalım, dedim Ay’a.
İnan ki halim yok.
Kolum kanadım kırık.
Bundan sonraki hayatımızdan
ne bekliyorsun?
Hepsini bir arada görürsen
ne yaparsın?

Çok oldu seni düşünmeye
yaşamaya başlıyalı.
Çok sevecen karışıyorsun.
Açığım sana.
Köpek gibi özlüyorum.
Acı çekiyorum, ama belli değil.
Nefesin, adın gibi kokuyor.
Seni Seviyorum.
Süreyya BERFE

KOVULDUĞUM BÜTÜN KAPILARA ~ Ahmet ERHAN


Kovulduğum bütün kapılara geri dönüyorum
Yurdum için, alnımda yaralarla
Ellerinde taşlarla bekliyor herkes beni
Benimse aklım yitip giden dostlarda
 Onca insan niye öldü-sormuyorum artık
Ölüm bile kılık değiştirmişken şimdi
Hâlâ yaşıyor olmanın şaşkınlığı var üstümde
Sanki her doğan gün bir bağış gibi
Geçtim herkesin geçtiği yollardan
Ne yerineceğim bir şey var, ne bir övüncüm
Öyle yalın çıksın istiyorum ki sözcükler ağzımdan
Acısı acı olarak adlandırılsın bu ömrün
 Kardeşler, size yine şiirler getirdim
Unuttuğumuz kimi duygulara ilişkin
Kırık dökük bir takım anımsamalar
Hiç değilse şunu düşünün, nasıl geldi bu adam,
bugünlere kadar?
Ahmet ERHAN

SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN ~ Attila İLHAN

SEN BENİM HİÇBİR ŞEYİMSİN

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz

Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak

Sen benim hiçbir şeyimsin
Attila İLHAN

Ahmet KAYA
"Hiçbir Şeyimsin"