Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

1 Şubat 2018 Perşembe

BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT( VI ) George ORWELL

BİN DOKUZ YÜZ SEKSEN DÖRT
VI
Winston güncesini yazıyordu:
Üç yıl oluyor. Akşam hava kararmıştı, büyük tren istasyonlarından birinin yakınlarındaki dar bir ara sokaktaydım. Soluk bir sokak lambasının altında, bir kapı aralığının yakınında bir kadın duruyordu. Genç yüzü boyaya batmış gibiydi. Beni çeken de o boyanın maskı andıran beyazlığı ve parlak kırmızı dudaklar oldu. Partili kadınlar hiçbir zaman yüzlerini boyamazlardı. Sokak bomboştu, tek bir tele-ekran yoktu. İki dolar dedi. Kadınla...

Bir an durdu, yazmayı sürdüremedi. Gözlerini kapattı, durmadan yinelenen görüntüyü silip atmak istercesine parmaklarını gözlerine bastırdı. Yüreğinden yeri göğü inleterek ağız dolusu sövmek geldi. Ya da başını duvara vurmak, masayı bir tekmede devirmek, mürekkep hokkasını camdan dışarı fırlatmak... içini kemiren anıyı belleğinden kazımak için zorbaca, mahalleyi ayağa kaldıran, can yakan bir şey yapmak.

Winston, en kötü düşmanın kendi sinir sistemin, diye düşündü. İçindeki gerilim her an gözle görülür bir belirtiye dönüşebilir. Birkaç hafta önce sokakta yanından geçen bir adam geldi aklına: Son derece sıradan görünüşlü bir Parti üyesi, otuz beş kırk yaşlarında, uzun boylu, zayıf bir adam, elinde bir çanta. Aralarında birkaç metre kalmışken, birden adamın yüzünün sol tarafı kasılıvermişti. Adam Winston'ın yanından geçerken kasılma bir kez daha yinelenmişti; bir fotoğraf makinesinin objektif kapağının klik sesi kadar kısa, ama belli ki alışkanlık edinilmiş bir seğirme, bir titreme. Winston, o sırada, zavallı adam hapı yutmuş, diye düşündüğünü anımsadı. Kasılmanın büyük olasılıda istem dışı olması çok korkunçtu. En tehlikelisi ise, insanın uykusunda konuşmasıydı. Görebildiği kadarıyla, bundan korunmanın hiçbir yolu yoktu.

Derin bir nefes aldıktan sonra yazmayı sürdürdü:

Kadınla birlikte kapıdan girdik, bir avludan geçerek bir bodrum katının mutfağına geldik. İçeride duvara dayalı bir yatak, masanın üstünde iyice kısılmış bir lamba vardı. Kadın...

Winston'ın dişleri kamaşmıştı. Tükürmek istiyordu. Bodrum katının mutfağındaki kadını düşünürken, aklına karısı Katharine geldi. Winston evliydi; daha doğrusu bir zamanlar evlenmişti. Belki hâlâ evliydi, çünkü bildiği kadarıyla karısı ölmüş değildi. O bodrum mutfağının ağır, küflü kokusunu, tahtakurusu, kirli giysi ve iğrenç ama ayartıcı ucuz parfüm kokularının birbirine karıştığı o kokuyu yeniden duyar gibi oldu; Partili kadınlar asla koku sürmezlerdi, böyle bir şey düşünülemezdi bile. Yalnızca proleter kadınlar parfüm kullanırlardı. Parfüm kokusu, Winston'ın kafasında, fahişelikle bütünleşmişti.

O kadına gidişi, nerdeyse iki yıldır yaptığı ilk kaçamaktı. Fahişelerle birlikte olmak hiç kuşkusuz yasaktı, ama ara sıra çiğnemeyi göze alabileceğiniz kurallardandı bu. Tehlikeli olmasına tehlikeliydi, ama işin ucunda ölüm yoktu. Bir fahişeyle yakalanmak, daha önce işlenmiş bir suçunuz yoksa, size zorunlu çalışma kampında topu topu beş yıla patlayabilirdi. Kolayca göze alınabilecek bir suçtu bu, yeter ki suçüstü yakalanmayın. Yoksul mahalleler kendilerini satmaya hazır kadınlardan geçilmiyordu. Bazılarını, proleterlere yasak olan bir şişe cine satın almak mümkündü. Parti, tümüyle bastırılması olanaksız içgüdülerin giderilebilmesi için, fahişeliği el altından özendiriyordu bile. Fuhuş, gizlice ve zevk almadan yapıldığı, yalnızca aşağı ve horlanan sınıftan kadınları kapsadığı sürece o kadar önemli değildi. Asıl bağışlanmaz suç, Parti üyeleri arasındaki rastgele cinsel ilişkiydi. Ne ki, büyük temizlik hareketleri sırasında sanıkların itiraf ettikleri suçlardan biri olsa da, böyle bir şeyin gerçek olabileceğini hayal etmek bile zordu.

Parti'nin amacı, yalnızca, erkeklerle kadınlar arasında sonradan denetleyemeyeceği bağlılıkların oluşmasını önlemek değildi. Parti'nin açıklamadığı gerçek amacı, cinsel ilişkiden zevk almayı tümden yok etmekti. Evlilikte olsun, evlilik dışı olsun, düşman görülen, aşktan çok erotizmdi. Parti üyeleri arasındaki tüm evliliklerin, bu iş için atanmış bir kurul tarafından onaylanması gerekiyor ve kural hiçbir zaman açıkça dile getirilmese de, birbirlerini fiziksel olarak çekici buldukları izlenimi uyandıran çiftlerin evlenmesine asla izin verilmiyordu. Evliliğin kabul gören tek bir amacı vardı, o da Parti'ye hizmet edecek çocuklar dünyaya getirmekti. Cinsel ilişkinin, lavman yapmaktan farksız, hiç de iç açıcı olmayan sıradan bir işlem olarak görülmesi gerekiyordu. Bu da hiçbir zaman açıkça dile getirilmiyor, çocukluklarından başlayarak dolaylı bir biçimde Parti üyelerinin beyinlerine işleniyordu. Dahası, her iki cins için de sonuna kadar bakir kalmayı savunan Seks Karşıtı Gençlik Birliği gibi örgütler bile kurulmuştu. Bir gün tüm çocukların yapay döllenme (Yenisöylem'de yapdöl deniyordu) yoluyla dünyaya getirileceği ve kamu kurumlarında yetiştirileceği söyleniyordu. Winston, bunun, çok ciddiye bindirilmese de, Parti'nin genel ideolojisine uygun düştüğünün ayırdındaydı. Parti, cinsel içgüdüyü yok etmeye, yok edemediğinde de çarpıtmaya ve karalamaya çalışıyordu. Winston neden böyle yapıldığını bilmiyordu, ama böyle olması gerektiğini doğal karşılıyordu. Kaldı ki, Parti'nin kadınlar arasındaki çabaları büyük ölçüde başarılıydı.

Winston bir kez daha Katharine'i düşündü. Ayrılalı dokuz, on, belki on bir yıl olmuştu. Nedense Katharine pek ender aklına geliyordu. Kimi zaman, evli olduğunu bile günlerce unuttuğu oluyordu. Yalnızca on beş ay kadar birlikte yaşamışlardı. Parti boşanmaya izin vermese de, çocuğu olmayan çiftleri ayrı yaşamaya özendiriyordu.

Katharine uzun boylu, sarı saçlı, çok düzgün, alımlı bir kızdı. İnsanın, arkasının tümüyle boş olduğunu anlayıncaya kadar soylu diyebileceği, kişilikli, sert bir yüzü vardı. Winston, evliliklerinin daha başında –belki de yalnızca, Katharine'i çoğu insandan daha yakından tanıdığı için– hayatında ondan daha salak, daha kalın kafalı, daha beyinsiz birine rastlamadığı sonucuna varmıştı. Kafası sloganlardan başka bir şey almazdı; her türlü ahmaklığa inanabilirdi, yeter ki Parti tarafından söylensin. Winston, kendi kendine, "ses bandı" adını takmıştı ona. Yine de, şu cinsellik denen şey olmasa, onunla yaşamaya katlanabilirdi.

Ona ne zaman dokunacak olsa, ürküp kaskatı kesilirdi. Ona sarılmak, tahtadan bir kuklaya sarılmaktan farksızdı. En tuhafı da, Katharine kendisini kucakladığında, onu olanca gücüyle ittiği duygusuna kapılmasıydı. Kasları o kadar sertti ki, Winston ister istemez böyle bir duyguya kapılırdı. Katharine, gözleri kapalı, öylece uzanır, karşı koymadığı gibi sevişmeye de katılmaz, yalnızca boyun eğerdi. Bu son derece utanç verici durum bir süre sonra korkunç bir hal alırdı. Yine de, cinsel ilişkide bulunmama konusunda anlaşabilseler, Winston onunla birlikte yaşamaya katlanabilirdi. Ama ne tuhaftır ki, buna yanaşmayan Katharine'di. Ona kalırsa, bir çocuk yapmaya bakmalıydılar. Dolayısıyla, bu iş düzenli olarak haftada bir gün sürüp gitmişti. Katharine, akşam yapılması ve asla unutulmaması gereken bu işi sabahtan hatırlatırdı Winston'a. İki ad takmıştı bu işe. Ya "bebek yapmak" derdi ya da "Partiye karşı görevimiz": Evet, gerçekten de bu deyimi kullanırdı. Çok geçmeden Winston o gün geldiğinde korkuya kapılır olmuştu. Neyse ki çocuk olmamıştı da, Katharine sonunda denemekten vazgeçmişti; bir süre sonra da ayrılmışlardı.

Winston sessizce içini çekti. Kalemi alıp yeniden yazmaya başladı:

Kadın kendini yatağa attı ve hiçbir ön sevişmeye gerek duymadan, akla gelebilecek en bayağı, en tiksinç biçimde eteğini kaldırdı. Lambayı...

Tahtakurusu ve ucuz parfüm kokusundan geçilmeyen odada, lambanın soluk ışığında, yüreğinde, o anda bile Katharine'in, Parti'nin afyonlayıcı gücüyle donup kalmış, beyaz bedeninin hayaline karışan bir yeniklik ve öfkeyle, öylece dikilişi gözünün önüne geldi. Neden hep böyle olmak zorundaydı? Birkaç yılda bir giriştiği bu pis ilişkiler yerine, neden kendine ait bir kadını olamıyordu? Ne ki, gerçek bir aşk ilişkisinin düşünü kurmak bile olanaksızdı nerdeyse. Partili kadınların hepsi birbirinin aynıydı. İffetlilik, tıpkı Parti'ye bağlılık gibi iliklerine işlemişti. Küçük yaşlarda başlayan koşullandırmalar, oyunlar ve soğutmalarla, okulda, Casuslar ve Gençlik Birliği'nde beyinlerine işlenen saçmalıklarla, konferanslar, geçit törenleri, şarkılar, sloganlar ve marşlarla, o doğal duygu içlerinden sökülüp atılmıştı. Mantığı ayrıksı örneklerin mutlaka olması gerektiğini söylüyor, ama yüreği buna inanmıyordu. Kadınların hepsi de, Parti'nin olmalarını istediği gibi, erişilmezdi. Winston, şu erdemlilik duvarını hayatında bir kez olsun yıkmayı sevilmekten de daha çok istiyordu. Hakkını vererek sevişmek, isyan demekti. Arzu ise düşüncesuçu olarak görülüyordu. Hani, Katharine'de bir istek uyandırmayı başarabilse, kendi karısını baştan çıkarmış gibi olacaktı.

Ama hikâyeyi tamamlamak gerekiyordu. Yazdı:

Lambayı iyice açtım. Işıkta bakınca...

Gaz lambasının zayıf ışığı bile karanlık odayı bayağı aydınlatmıştı. Kadını ilk kez doğru dürüst görebiliyordu. Kadına doğru bir adım attıktan sonra, şehvet ve dehşet içinde kalakalmıştı. Oraya gitmekle göze aldığı riskin fena halde farkındaydı. Çıkarken devriyelere yakalanmak işten bile değildi: Dahası, o sırada onu kapının önünde bekliyor bile olabilirlerdi. Ama oraya yapmak için gittiği şeyi yapmadan çıkıp giderse de!..

Bütün bunlar yazılmalı, itiraf edilmeliydi. Lambanın ışığı biraz daha açılınca, birden kadının yaşlı olduğunu görmüştü. Yüzü o kadar kalın bir boya tabakasıyla kaplıydı ki, karton bir mask gibi kırılıverecekmiş gibi görünüyordu. Saçına ak düşmüştü; ama en fecisi, ağzı hafifçe aralanmıştı ve içerisi karanlık bir mağarayı andırıyordu. Tek bir diş bile kalmamıştı ağzında.

Winston, çabuk çabuk çiziktirdi:

Işıkta bakınca, kadının oldukça yaşlı olduğunu gördüm, en azından ellisindeydi. Ama hiç aldırmadım, yaptım yine de.

Parmaklarını yeniden gözlerine bastırdı. En sonunda yazmış, ama hiçbir şey değişmemişti. Terapi işe yaramamıştı. Bağıra bağıra sövüp sayma isteği eskisi kadar güçlüydü.
George ORWELL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder