ÇÜRÜMENİN KİTABI
(HARİKULADE YARARSIZLIK)
Yunan kuşkucuları ve gerileme dönemindeki Roma imparatorları dışında
tüm zihinler belediyeci bir yönelimin hizmetine girmiş görünmektedirler.
Sadece onlar -birinciler şüphe, diğerleri ise cinnet yoluyla o tatsız yararlılık saplantısından azade olmuşlardır. Filozof ya da eski fatihlerin külyutmaz
dölleri olmalarına bağlı olarak, keyfiliği bir icraat ya da bir baş dönmesi mertebesine yükselttikleri içindir ki hiçbir şeye bağlı değillerdi: Bu yönleriyle azizleri çağrıştırırlar. Fakat azizler asla çöküntüye uğramamalıyken azizlerin
yazgısı kendi yaptıklarına bağlıydı, kaprislerinin hem efendisi hem kurbanıydılar onlar hakiki yalnızlardı, çünkü yalnızlıkları kısırdı. Hiç kimse bunu örnek almadı, onlar da bunu hiç önermiyorlardı; "hemcinsleri"yle de sadece istihza ve terör yoluyla iletişim kuruyorlardı...
Bir felsefenin ya da bir imparatorluğun yıkılmasında etken olmak:
Bundan daha hazin ve daha görkemli bir kibir tahayyül edilebilir mi?
Bir yanda hakikati, öte yanda da azameti öldürmek, zihni ve siteyi yaşatan
düşkünlüklerdir. Düşünür ve yurttaş gururunun dayandığı yanılgıların
mimarisini kökünden biçmek; tasarlama ve isteme sevincinin dayanaklarını bozulacak derecede yumuşatmak; kinaye ve azabın incelikleriyle geleneksel soyutlamaları ve saygıdeğer ananeleri gözden düşürmek - ne kadar nazik, ne kadar vahşi bir kaynaşma! Tanrıların gözlerimizin önünde ölmedikleri yerde hiçbir çekicilik yoktur. Roma' da, tanrıların yerine yenilerinin konulduğu ya da ithal edildiği, tanrıların kuruyup gitmesinin izlenebildiği o yerde, hayaletleri zikretmek ne büyük bir zevkti; ama yine de o yüce değişkenliğin, sert ve murdarherhangi bir tanrının saldırısı önünde dize gelmesi korkusu vardı...
Nitekim korkulan da gelmiştir başa.
Bir ilahı yıkmak zahmetsiz bir iş değildir: Onu yükseltmek ve ona tapmak için gereken kadar zaman lazımdır bu iş için. Zira onun maddi simgesini yok etmek kafi gelmez, basit bir şeydir bu; ilahın ruhtaki kökleri yok edilmelidir. Geçmişin tasfiye olduğu batış devirlerine gözleri yalnızca boşlukla kamaşabilen insanların önünde- bakışlarını çeviren kişinin, bir uygarlığın ölümü denilen o büyük sanat karşısındaacıma duymaması elde midir?
Olmayacak, hazin ve barbar bir ülkeden, Yunan yanıltmacalanyla güzelleşmiş bir Roma'nın can çekişmesi içinde belirsiz bir perişanlığı dolaştırmak için gelen o kölelerden biri gibi düşlüyorum kendimi...
Öyle olsaydım, büstlerin münhal gözlerinde, gevşek batıl inançlar tarafından
küçültülmüş ilahlarda, atalarımı, boyunduruklarımı ve pişmanlıklanmı unutmayı başarırdım. Eski simgelerin melankolisine girerek azat olurdum; terk edilmiş tanrıların itibarını benimser; onları kurnaz haçlara karşı, uşaklarla şehitlerin istilasına karşı korurdum; ve gecelerim, Sezarlar'ın cinnet ve sefahatinde huzur arardı. Külyutmazlıkta uzmanlaşmış bir halde -kibar fahişelerin yanında, kuşkucu randevu evlerinde ya da çok gösterişli zulümler sergilenen sirklerde- kokuşmuş bir bilgeliğin bütün oklarıyla yeni coşkuları kalbura çevirir; mantığı, hiç düşlemediği boyutlara kadar, ölmekte olan dünyaların boyutlarına kadar genişletmek için akıl yürütmelerimi zaaf ve kanladoldururdum.
(DÜŞMÜŞLÜĞÜN TAHLİLİ)
Her birimiz, yalnızlığa karşı işlenen günah, yani insanlarla alışveriş tarafından yozlaştırılmaya yazgılı bir saflık dozuyla doğarız. Zira her birimiz, kendimize hasredilmiş olmamak için elimizden geleni yaparız. Bu durum, mukadderatı değil düşmüşlük eğilimini andırır. Ellerimizi temiz ve kalplerimizi bozulmamış bir halde muhafaza etmekten acizizdir; yabancıların terleriyle temas ederek kendimizi kirletiriz; tiksintiye aç ve vebaya hayran bir halde, toplu çirkefin içine gırtlağımıza kadar gömülürüz. Kutsal suyla dolu ummanları düşlediğimizde de, artık oraya dalmak için çok geç kalmışızdır; iliğimize kemiğimize kadar kokuşmuş olmamız, o ummana dalıp boğulmamızı engeller: Dünya yalnızlığımızı bozmuştur; ötekilerin üzerimizde bıraktığı izler silinmez bir hale gelir.
Mahluklar arasında, sadece insan sürekli bir tiksinti uyandırabilir. Bir hayvanın yarattığı iğrenme geçicidir, düşüncemizde hiç olgunlaş maz; oysa hemcinslerimiz düşünüşümüze musallat olurlar, dünyadan kopukluk mekanizmamıza sızarak itiraz ve katılmama sistemimizi teyit ederler. Sadece incelik derecesiyle bir uygarlığın düzeyine işaret eden her sohbet sonrasında, Sahra'yı aramamak ve bitkilere ya da zoolojinin bitmek bilmeyen monologlarına gıpta etmemek neden imkansızdır?
Hiçlik karşısında her kelimeyle bir zafer kazansak bile, onun zorbalığına daha da fazla maruz kalmamıza yol açar bu. Etrafımıza saçtığımız kelimeler oranında ölürüz... Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz dile gelmezliğin celladıyızdır; her birimiz sırları, en başta da kendi sırlarımızı yok etmek için yırtınırız. Ötekilerle görüşmemiz de, kendimizi boşluğa doğru bir yarış içinde hep birlikte alçaltmak içindir; ister fikir teatisi olsun, ister itiraflar ya da entrikalar... Merak, sadece cennetten dünyaya düşüşe değil, her günkü sayısız düşüşe yol açmıştır. Hayat, bu düşme sabırsızlığından; ruhun bakir yalnızlıklarını, Cennet'in en eski ve en gündelik inkarı olan diyalog yoluyla peş keş çekmekten ibarettir. İnsan, aktarılamayan Kelam'ın sonsuz vecdi içinde yalnızca kendini dinlemeliydi; kendi sessizlikleri için kelimelerve sadece kendine ait pişmanlıklar için işitilebilen akortlar uydurmalıydı. Ama evrenin gevezesidir o, ötekiler adına konuşur, benliği çoğul biçimi sever. Ötekiler adına konuşan kişi ise daima bir sahtekardır. Siyasetçiler, reformcular ve kolektif bir bahaneden yana çıkan herkes üçkağıtçıdır. Sadece sanatçının yalanı bütünsel değildir, zira o ancak kendini icat eder. Kendini iletişimsizliğe bırakmanın, tesellisiz ve sessiz heyecanlarımızın ortasındaki gerilimin dışında, hayat, koordinatları belli olmayan bir alan üzerinde kopanları patırtıdır; evren ise, sara hastalığına tutulmuş bir geometri...
(Gizli öznedeki zımni çoğul ile "biz"deki açık çoğul, sahte varoluş için rahat bir sığınak oluşturur. "Ben" demenin sorumluluğunu sadece şair üstlenir; sadece o, kendi adına konuşur; sadece onun buna hakkı vardır. Şiir, içine kehanet ya da doktrin sızdırdığı zaman soysuzlaşır: "Misyon" ezgiyi soluksuz bırakır, fikir uçuşa köstek olur. Shelley'nin "cömert" tarafı eserlerinin büyük bir bölümünü hükümsüzleştirir: İyi ki Shakespeare asla bir şeye "hizmet" etmemiştir.
Aslına uygun olmamanın zaferi felsefi faaliyette, kendini gizli özneyle hoş tutan o faaliyette vuku bulur; bir de kahinlik (dini, ahlaki ya da siyasi) faaliyetinde, "biz"in ululaşmasında... Tanımlama. soyut zihnin yalanıdır;
mülhem formül ise militan zihnin yalanı: Bir tapınağın kökeninde daima bir tanım bulunur; müminleri içinden sıyrılınmaz bir şekilde bir formül toplar oraya.
Bütün öğretiler böyle başlar. O zaman şiire doğru dönmemek elde mi?
Onun da, tıpkı hayat gibi, hiçbir şey kanıtlamama mazereti var.)
Emil Michel CİORAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder