Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

20 Ağustos 2021 Cuma

Wolfgang Borchert / DÜŞLERDE FENER OLMAK

DÜŞLERDE FENER OLMAK


Ben ölünce

hiç değilse

Bir fener olsam,

kapında dursam,

soluk donuk geceyi

aydınlığa boğsam.


Ya da limanda

gemilerin uyuduğu zamanda

gülüşürken kızlar

uyumasam,

dar kirli bir kanalda

bir yalnıza göz kırpsam.


Daracık bir sokağa

assalar beni

teneke, kırmızı bir fener

bir meyhane önünde

dalgın düşüncelerle

tempo tutup şarkılara

sallansam.


Ya da şöyle bir fener

gözleri büyümüş bir çocuğun yaktığı

duyulup da korkunca çevresinde yalnızlığı

dışarda camlarda

fırtınanın ıslığı

kâbuslar, görüntüler, cinler.


Evet, hiç değilse.

ben ölünce

bir fener olsam,

tek başına geceleri

uykulardayken dünya

gökte ayla senli benli

sohbete dalsam.

Wolfgang Borchert


Çeviren : Behçet NECATİGİL

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Turgut Uyar / Her Pazartesi [ Çağdaş Yeri Mızrağın ]

Çağdaş Yeri Mızrağın


Tam mızrağın deldiği yerdi, birden parladı. Odada

İlkel bir silahın birden çağdaş olduğu. Kanla.

Bir sızı. Sağ elimde bir haritaydı. Kanla.

Aranan birşey. Kan ve Benzin İstasyonu

Uzaktan geçiriyorum anısını, Sallanıyordu

Anlamadığım bir şeydi. Sallanan ...

Bir duvarın birdenbire ak olduğu.

Ey benzin istasyonu.

Aşklar bitti, sevinçler bitti, ey orman!..

Aklık gibi, ayırt edilmeden taşman.

Gelir şimdi ölmüş bilinen bütün şarkıcılar

Bir uygarlığı yeterince anlatmaya. Bütün şarkıcılar,

Flavtacılar flavtacılar flavtacılar.

Beklenen hangi utkudur, ey orman!..

Hangi? O giyimli yabancı adamlardan.

Hangi çağdaş uykusuzluk, ey orman,

Alkolün yarım yamalak tesbit ettiği akşamlardan.

Bir caddede, bir çılgınlıkta, bir duvar önünde

Bir uyanış gibi kendiliğinden taşınan.

-Bütün herkeslerin "ihtilali" diye

ortalara döküldüğü bir akşam-

Bir yanlış gibi kendiliğinden taşınan. Ey orman,

Bütün imamların ve kardinallerin çıplak olduğu

bizi bir boyutun iğretliğine çağıran

Bir değişmez düzenin sahibi, bir yanlışlık

ölüyor. Ve bir anı sonsuz düzenine giriyor.


"Sen!.. arkanı döndüğünde herkes ağlıyordu

ölümün ödenmez bir faturaydı. Herkes ağlıyordu

Döner kapılar ağlıyordu ve bütün açgöz garsonlar

yanmamış sigaralar, alkolcüler, tütün doğrayanlar. Ve

Hangi haberi.. O sonsuz soluğu yadırgatan

-kafatasın uyanmış- Birisine göre bir anı,

birisine göre bir sevgi olan herkes ...

Bir uyku kaybedilen, bir timsah kaybedilmiş

ve dibi baltalanmış bir totem,

-belki bir ince akşam bile-

Yanlış bir bilet olan herkes

Yanlış bir model olan herkes.

Senin uykunu ve ağlamanı tanıyorlar. Görkemsiz

ve aşağılık. Yasında

Kırların ve zamanın karanlık bir tuğladır uykularında

parasız, sıkıntılı bir otobüs yolcusu

nun..."


Bir ufak ışık, ufak. Yerimizi gösterin. Şaşırdık karşısında

ve ilişkiler bizi şaşırtır elbet. Sen orman. Tut.

Bitti.

Aşklar ve sevinçler bitti. Ey orman!..

Büyük adam gelir. Sevimli bir su terazisini okşuyorum

o bir duvara kendini çiziyor,

ey orman

o yeşillik artık bir alışkanlığa dönüşüyor usumda.


Turgut Uyar / Her Pazartesi

15 Ağustos 2021 Pazar

Charles Baudelaire / Müzik

Müzik

Müzik çok zaman beni bir deniz gibi kavrar!

Solgun yıldızıma ben,

Bir sis tavan altında veya sonsuza kadar,

Böyle açarım yelken;


Göğüs hep ilerde ve şişmiş ciğerler, karın,

Tıpkı bir yelken gibi,

Aşarım ben sırtını yığılan dalgaların

Gecenin gizlediği;


Duyumsarım içimde bütün tutkularını

Çırpınan bir geminin;

Uygun rüzgâr, fırtına, onun kasıntıları


Üstünde bir girdabın

Sallar beni. Bazan da, sütliman, büyük ayna

Umudum kırılınca!


Charles Baudelaire

Charles Baudelaire / Kötülük Çiçekleri [ Béatrice ]

 Béatrice

Killi, kireçli, çorak topraklar üzerinde

Bir gün şekva ederken tabiata karşı, ve

Rastgele dolaşarak ben kendi düşüncemin

Hançerini bilerken üzerinde kalbimin,

İniyor öğle vakti gördüm başıma doğru

Kocaman ve ölümcül bir fırtına bulutu,

İçersinde meraklı, zalim cüceye benzer

Çok sayıda ifriti taşıyarak, bin beter.

Koyuldular çok katı beni incelemeye,

Bakan yolcular gibi hayretle bir deliye,

Duydum, aralarında fısıldaşıp güldüler,

Göz kırparak işaret verdiler ve aldılar :


- “Seyredelim hele şu insan müsveddesini,

Taklidi hüner sayan şu Hamlet gölgesini,

Gözleri çok kararsız ve rüzgârda saçları.

Büyük acı değil mi görmek bu şaklabanı,

Bu alçağı, bu kötü oyuncuyu, garibi,

O rol kesmeyi bilir, tıpkı sanatçı gibi,

Acısıyla şarkıya dikkat çekmek dileği

Kartalları, cırcırı, nehirleri, çiçeği,

Bizlere bile, eski sütunların yazarı,

Uluyarak anlatmak beylik hitaplarını?”


Ne ki (benim gururum üstündedir dağların

Hükmeder bulutuna, sesine şeytanların)

Çevirirdim egemen başımı elbet ben de,

Görmeseydim hayâsız bir sürünün içinde,

O suçu, ki ne yapsa sarsamadı güneşi!

Bakışları benzersiz, gönül kraliçesi,

Koyu iç sıkıntıma onlarla gülüyordu

Bazan verdiği pis bir okşayış oluyordu.


Charles Baudelaire / Kötülük Çiçekleri

Oruç Aruoba / Gündüz Yarasaları

Gündüz Yarasaları

I.

Neyiz ki biz?

İlk ışınları görününce güneşin,

Kaparız tepenin gözkapaklarını —

Çam değiliz ki, kollarımız açık

Ürpererek karşılayalım donuk ışığı.

Gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,

Açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,

Parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.

Tanımayız alacakaranlığı delen,

Tepelerin arasından seçen bakışı. —

Kör olmuş ışıktan gözlerimiz.

Gündüz yarasalarıyız biz.


II.

Geceyi düşleriz gündüzken,

Geceyken de gündüzü, —

Yitirebileceklerimiz yitiktir

Onlardan uzaktayken — ama

Özleriz, döneriz yeniden

Yitirmeden

Yitirebileceklerimizi

Yitiremediklerimize.

Yitirebilirdik, deriz;

Ama yalnızca bir fiil çekimi bu —

Tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.

Gündüz yarasalarıyız biz.


III.

Sağlamdır düşünce temellerimiz,

Ama altlarında kist vardır, sonra kum —

Dururuz gerçi, sapasağlam, kalın

Taştan duvarlarımızla, dimdik

Ayakta; ama biraz su, bir sızıntı

Kaydırır temellerimizi hemen.

Duyarız yerçekimini hemen,

Titreriz. Sımsıkı, gergin

Bağlar vardır

Düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,

Ya temelsizse temeli

Bütün bu bağları

Bağlayan

Bağın?

Bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.

Gündüz yarasalarıyız biz.


IV

Yapacaklarımız vardır kocaman,

Kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,

Tutmadığımız bir eldedir aklımız,

Bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen —

Nedir ki acelemiz, niyedir ki?

Camın boşluğunu arayan kocaman

Pervaneler gibi, kanat çırpan

Işığa ulaşmak için

Çırpınan, camı kıracakmış gibi —

Düşmanımızdır oysa ışık bizim,

Kanatlarımızı yakan, kavuran —

Aradığımız—ışıkta— nedir ki?

Işıktan gelir ölümümüz.

Gündüz yarasalarıyız biz.


V.

Hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,

Ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi —

Nasıl da kolaydır yalanlarımız, uydurmalarımız,

Nasıl da rahat. İç sızlaması nedir bilmeyiz;

Başedilmez gerekçelerimiz hazırdır çünkü hep —

Kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,

Sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.

Övünürüz delik deşik, bölük pörçük

Yeşilliğimizle — yenmiş bitmiştir oysa

Büyüme noktalarımız, su çekmez artık

Kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir

Taç yapraklarımız artık,

Nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.

Gündüz yarasalarıyız biz.


VI.

Bir görsek andığımız yüzü,

Tanır mıyız? —Tanır mıyız

Sevdiğimizi, bilir miyiz neydi—

Sevdik mi, seviyor muyuz?

Yürüyüşü, saçının dökülüşü—

Anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?

Bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?

Gündüz yarasalarıyız biz.


VII.

Koy başını omuzuma yine.

Aldırma, söylenmeden kalsın

Düşünülmedikler, bilinmedikler —bırak

Unutulsun geridekiler, özlensin ileridekiler —bırak

Yansısın camda donuk ışık, usulca ışıldarken

Sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.

Gel —uyuyalım güneş görününce,

Aşınca tepeyi göz kamaştırıcı ışık.

Uyanacağız nasılsa, dikelmeden ışınlar,

Dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.

Ama şimdi —sanki sevdalı gibiyiz şimdi,

Sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri—

Şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,

Şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle—

Aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.

Gündüz yarasalarıyız biz.

Oruç Aruoba

Bertolt Brecht / Zulümler Yağmur Gibi Yağmaya Başlayınca

Zulümler Yağmur Gibi Yağmaya Başlayınca


Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi:Zulümler Yağmur Gibi YağmayaZulümler Yağmur Gibi Yağmaya Başlayınca Başlayınca

Gişe çoktan kapalıdır.

Yaklaşan bir sel felaketi karşısında kenti uyarmak

isteyen biri gibi:

Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır onu.

Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı

beşinci kez çalan bir dilenci gibi:

Beşinci kez aç kalır.

Yarasından kan boşanan ve doktoru bekleyen biri gibi:

Kan durmaz, hep boşanır.


Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber

veriyoruz.


İlk kez arkadaşlarımızın yavaş yavaş katledildiğini

bildirdiğimizde

çığlıklar göklere ağdı.

Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde

ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik

kapladı ortalığı


Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca

"dur!" diyen olmaz artık, Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez

oluverirler.

Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık

hiçbir çığlık.

Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar.


Bertolt Brecht

14 Ağustos 2021 Cumartesi

Pablo Neruda / Adada Gece

Adada Gece


Bütün gece seninle yattım

denizin yakınında, adada.

Yabanıl ve uysaldın sevinçle uyku arasında,

ateşle su arasında.


Belki çok geç

birleşti düşlerimiz

dorukta ya da dipte,

aynı rüzgârla kımıldayan dallar gibi yukarıda,

birbirine dokunan kızıl kökler gibi aşağıda.


Belki ayrıldı düşün

benimkinden

ve aradı beni

önce olduğu gibi

karanlık denizde,

sen henüz kendin değilken,

ben farkında değilken senin

yelken açmış geçiyordum yanından,

ve gözlerin aradı

şimdi sana cömertçe verdiğimi

- ekmeği, şarabı, aşkı ve yabansılığı -

çünkü hayatımın armağanlarını

beklemiş kadehsin sen.


Seninle yattım

bütün gece,

karanlık toprak dönerken

yaşayanlarla ve ölülerle,

ve ansızın uyandığımda,

henüz tam karanlık değilken,

kaydı elim belinde.

Ne gece ne de uyku

ayırabilirdi bizi.


Seninle yattım,

ve uyandığımda, ve ağzın

kurtulduğunda düşünden,

verdi bana toprağın lezzetini,

deniz suyundan, yosundan,

hayatının derinliğinden,

ve aldım öpüşünü,

sabah kızıllığıyla ıslanmış,

bizi çevreleyen denizden

bana gelmiş.


Pablo Neruda / Kaptanın Dizeleri

17 Temmuz 2021 Cumartesi

Murathan Mungan / Sevgilim

Francisco Soria Aedo / Tutku, 1926

Sevgilim

Sevgilim,
yetimim benim,

aylar nasıl geçiyor zaman hiç geçmezken

kapılar kapalı, dünya buzlu cam
uyuşmuş gözlerimin önünde
hayat akıp gidiyor hiç kımıldamadan

ikimizin yerine dinliyorum
sevdiğin şarkıları
siyah tişörtünü giyiyorum yatarken
gömleklerini, kazaklarını, kokunu
senin rüyalarını görüyorum ölür gibi uyurken
gün boyu elimde kahve fincanı

kapıyı açmıyorum
telefonlara çıkmıyorum
başını bekliyorum geleceği olmayan hatıraların

Sevgilim,
yetimim benim,
nasıl da kayıtsız gülüyorsun hayata
öldüğünden haberi yok fotoğraflarının

Murathan Mungan

13 Temmuz 2021 Salı

Küçük İskender / Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm

Bir Nedeni Yok Yalnızca Öptüm


Dudaklarım gerisin geriye çekildi; ağdalı bir sıvının ağır ağır örttüğü, korkunun biçim kazanıp ayağa kalktığı ve ‘hey bana bir şeyler söylemenin vakti geldi’ dediği zamanlarda bekledim seni; gözlerimi kapadım. Bekledim. Beklerken, özlemenin hangi geçitleri geçilmez kıldığını, hangi duyguların insanı hayata kazandırdığını, basite indirgenmiş hüzünlerin geceleri dinlenmeye müsait şarkılarla şahlandığını anlatamadım. Evet, bilmiyordum. Bilmiyordum, kelimelerden arınmış bir cümle kurar gibi sevişmeyi. Sevişirken sözlük kullanıyordum hala. Ama, seni seviyordum. Ve sevdiğimi, sevgimi anlatma telaşıyla hata üstüne hata yapıyordum sana. Sana yaklaşamıyordum. Yasaklanmıştın adeta. Çiğnemeye çalıştığım yasak olsan da, uzak dursan da, o korkunç şeklini korusan da, farketmiyordu hiçbir şey. Küçük bir ateş. Küçücük bir ateştin sen. Sönmekten ürken bir ateş. Bir su damlasıyla bütün görkemini kaybedebilecek bir ateş. Aşkın mecali kalmamıştı. Sessizce sokuldum yanına. Acıyla irkildin. Gülümsedim. Gülümsememe anlam veremedin elbette. Kimdi bu? Ne istiyordu? Tanımadığın biri. Hatıralarını darmadağın etmeyi planlamış bir yabancı. Fuzuli bir beden, karşındaki. Usulca uzandım,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Kimi geceler penceremden uzayı seyrederim. Uzayın adını ben koymadım. Uzayın adını yıldızlar, gezegenler kendi aralarında kararlaştırmışlar. Rahatlatır beni o. Bütün yağmurlar, uzayın derinliklerinden gelip yağar diye düşünürüm. Yağmurlar başka galaksilerden gelip yağar. Romantizme uyum sağlamak için de değil. Öyle. İşin gerçeği budur. Yağmurlar, bu dünyaya ait sanma. Bembeyaz bir yalnızlığın olmalı senin de. Lekesiz bir yalnızlık. Lekelenmeye müsait bir yalnızlık. Tedirginliğini buna bağlıyorum seni seyrederken. Pişmansın. Pişmansın kapıp koyveremediğin için sanki. Elinde olsa, avaz avaz bağıracaksın sokaklarda. ‘Neyim ben? ! ’ diye haykıracaksın. Olmuyor tabii. Olmuyor. Sıyrılır gibi lüzumsuz bir yerden, sıyrılıp kendi affına sığınıyorsun. Beni anlayacağın günler gelecek. Beni de göreceksin. Benimle tamamlanacak bir şeye benziyorsun çünkü. Korkma lütfen,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Çocukluğumdan söz etmek isterim sana, eğer sıkılmazsan. Bir gün otururuz evde, ben sana hayatımı anlatırım dakika dakika. Kaç yaşımdaysam, o kadar yıl sürer konuşmam. Çay pişiririz. Çaydanlığa su yerine votka koyarız sen dilersen. Sonra da sen anlatırsın: Sevdiğin filmleri, sevdiğin parçaları, sevdiğin canlıları, sevdiğin... hep sevdiğin şeylerden konu açarsın. Ben sıkılmam. Ben seninle sıkılmamayı seni ararken öğrendim. Seni hayal ederken keşfettim sıkılmamanın azametini. Bir insan, bir insanı sıkamaz. Bir insan canı isterse sıkılır. Hacimler açarım sana içimde, dolman için, oraya akman için. Hacimler açarsın bana; çağlayarak gelirim. Endişelenmen gereksiz,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Olması gerektiği kadar fedakar biriyim aslında; daha fazlasını umma açıkçası. Endişelerim, ideallerim, halletmeye çalıştığım meselelerim var. Başkalaşmaya çalışıyorum. Gözardı edilmiş tutumlar edinmek hoş. Değişmek, hiç de zor değil. Yalnızca özgür olabilsem, sorun kalmayacakmış gibi sanki. Anlaşılmak istiyorum: sevdiğim bir şarkıyı herhangi biriyle paylaşırken aynı duyguları hissetmek arzusu bu. Evet, tıpkı bu. Sese, ahenge kapılırken, kendini müziğin ritmine verirken yanında bir diğerinin olabilmesi; görkemli bir anda birlikte sadeleşebilmek. Birlikte dansedebilmek gibi. Sen hastayken başucunda birinin sabaha kadar oturması gibi. Arada bir alnındaki teri silmesi, üstünün açılmamasına dikkat etmesi gibi. Bir başkası için hayatta kalma çabası gibi sanki. Ölmek için değil, yaşamak için uğraşmak gibi. Ummadan, hayal etmeden, sıradan, olduğu gibi.doğal. Ve ciddi. Ciddi ciddi hayatla mücadele edebilme gücü. Bu gücü yanyanayken yaratabilme yeteneği. Ben bu yeteneğin bir parçası olarak sokuluyorum sana. Masallarla geliyorum. Efsanelerle geliyorum. Herhangi bir insanın birikimiyle geliyorum aslında. Artniyetsizim. İnan,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Bazı sorulara cevap bulamadım; kuşkusuz gerekli de değildi bu. Soruyu soru halinde bırakıp sahici yanını korumaya çalışmam, cehalet mi sanıldı acaba? ! Bedenlerin bedenlerden istedikleri, ruhların, ruhlardan çıkarttıkları, karşılıklı acıların birbirlerinin etkisini arttırdıkları vakitlerde düştün aklıma. Aklıma yayıldın. Ne kaybedebilir, ne kazanabilirdim ki artık: Ortadaydım işte! Bir başkasının mal varlığına dönüşmeden yaşayabilmenin yalnızlığıydı bu. Hayır! Melankoli diye adlandırma bu durumu; ortak bir açı yakalayamama sorunu galiba. Her kadın gibi doğurmak hevesi, her erkek gibi dağların doruklarında biraz gözden ırak hüzünlenme denemeleri aslında. Kusura bakma, kafam biraz dağınık,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ve güzeldir hata yapmak da. Aşka çılgınlığın yakıştığı çağları neden unutalım? Neden tarihin çuvalına tıkalım tatlı serseriliği, az biraz sergüzeşt olmayı? ! Ilımlılık mı kurtaracak insanlığı? Alttan alma mı örtecek bunca çirkefi, zorluğu, belayı? Demokrasi, senin saçlarından güzel olamaz. Senin yüzünden daha güzel olamaz krediler, faizler, repolar, tahviller. Dünyanın en uzun gecesi 21 aralık değil, beni terkettiğin gecedir. Beni üzdüğün, yorduğun, yıprattığın gecedir. Bir kabahat mi gerçekten kendi dışında birine hayranlık beslemek? ! Gerçekten kırıyorsun beni,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Birinin peşindeyim ben; tanımsız bıraktığım birinin. Sessizliğin doyurduğu, biçimli ve endişeli birinin. Düşüncelerimi zapteden, kelimelerimi korkutan birinin. Yanında huzurlu uyuduğum, mutlu uyandığım birinin. Onunla olmakla, onunla birlikte yaşamakla gizli bir gurur duyduğum, asla kıskançlığa ya da sahiplenmeye dönüşmeyen bir tutkuyla bağlandığım birinin. Onu arıyorum göğe her baktığımda; bir melek gibi uzanıp yüzüme dokunacağını tasarlıyorum. Bütün aşkların payına düşen şiddetten arınmış, başkalarına aynı/ birbirimize farklı koktuğumuz bir sevginin yolu bu. Cesaretimi ondan alıyorum pervasızca ve yine ona ben cesaret veriyorum mücadele ruhunda. Bir sır gibi saklıyoruz misafirliğimizi. Hüzün bitince geri döneceğiz çağımıza. İnsanlığa karışmaya hazır yapışık kalpler taşıyoruz aşkımızda. Bizim aşkımız hakikaten beden gücü gerektiriyor akıl kadar. Yapacak çok işimiz var. Dövüşecek çok düşmanımız var. Kucaklayacak çok arkadaşımız var. Bizim sebebimiz bu. Bizim fazlalığımız bu. Belki de iksirimiz. Kanayan yüzlerle çevrili bir gezegende, fırtınaya karışan bellek tozlarımızla, erdemlerimizle, ideallerimizle ayaktayız. Yalan söylemiyorum


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Evet, sen de isterdin sanırım huzurlu yaşayabileceğin bir hayatın planlarını yapabilmeyi; kolaya indirgenmiş, biraz fazlayı aşırılıkta aramayan, ölçülü bir heyecanla kritersiz bir maceraya aday kahraman olmayı. “Rüzgara dur, yağmura yağma, mevsime değiş” demeyi; doğru, hepimizde biraz tanrıyı kıskanmak var galiba. Bütün günahlar da buradan kaynaklanıyor adeta. Hırslarımızın, çekincelerimizin odağı burası. Kazanmaktan çok, kaybetmeyi göze alabiliyoruz. Çikolata bile kurtlanabilir. Dondurma erir. Çiçek solar. Galiba önemli olan, onları yerinde yaşamak, yerinde korumak! Birer hatıraya dönüşseler bile! Kaç ölüme kaç doğuma şahit olduğunu hatırlayabiliyor musun? Sevmek, ifade edebilmek kadar, ifadeyi unutmamaktır da. Şimdi sessizce uzaklaşmalıyım. Çünkü beni anlamadığını, anlamak için uğraşmadığını, hatta bunu önemsemediğini biliyorum. Aynı otobandaydık ve birimiz birimizin yanından geçip gitti. Hafızasızlığı, gurur saymanın adil yanı! . Hangimiz süratliydik; önemi kalmadı. Hangimiz daha özveriliydik; bunun da.. umarım mutlu olursun. Bunu bir çöküntü anında da söylemiyorum. Hiç kimse aldatmadı ötekini; yalnızca böyleydik işte! . Yüzüme öyle bakma nefretle,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Benden uzaklaştıkça, bana ait olandan yakanı sıyırdıkça rahatlayacağını, herşeye yeniden başlayabileceğini sanıyorsun. Kimbilir, doğrudur belki de! . Adımın yaşamadığı, adımın özlemle anılmadığı yerlerde kime umut verebilirim ki zaten? Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin tehlikesi büyük! Romantizmin esrarı büyüleyici! Romantizmin kanına girdiği insanlar bencil ve hırslı!

Ben seninle birlikte yaşlanabilecek kadar erken yola çıkmayı istemiştim; maceramız uzundu çünkü. Maceramızın tahakküm altına alınamayacak kadar mükemmel olması, donanımımızla ilişkiliydi. Yani, sen ne kadar sevecensen, ben ne kadar yıpratıcıysam.. o da o kadar mükemmeldi. Özveri denebilir buna. Evet, buna özveri demek beni mutlu ediyor. İnsan, özverinin çocuklara ad olarak verilebileceği bir dünyada tanımını kaybediyor. Bu kaybedişteki kaosun ritmiyle çekiliyorum sana. Sen bir mıknatıssın şeffaf ve ben, çekilirken sana içimdeki alelade metal parçalarıyla, kan şekerim düşüyor, ağzım düşüyor, ellerim.. en çok da ellerim düşüyor! . Sakın ha üstüne alınma,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Ben seni kırmak için yaratılmadım. Uzun zamandır seni planlıyorum haksızca; cezalandırılacak kadar mı yabancı, tanınmaz ve suç yüklüydüm? ! Belki; seni çok yıprattığımın, bıraktığımın elbette farkına vardım, ama herşey mi benim aleyhte varoluşumla açıklanabilir? ! Beni, başta sana olmak üzere kimliklere karşı saldırganlaştıran koşulları tek başıma ben mi oluşturdum? Seni kaybettim. Bunu biliyorum. Seni kaybettiğimi sen çekip gitmeden önce de biliyordum. Ortadaydı. Bedel ve kefalet ortadaydı.. senin hakkında bir satır yazmamaya çalışmamın nedenini hiç düşündün mü? ! Sana ait olanları içten içe koruma uğraşı mıydı sanki bu: kuşkusuz. Hala da saygıyla ağlıyorum. Büyük bir tesadüfe yenildim, büyük bir eksen kaymasıyla, sihirbazın şapkasında sıkışıp kalan tavşan gibi,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Elbette kızıyorsun bana; belki en çok da bu zayıflığıma kızıyorsun: Tedirginliğime, seni kaybetme endişeme, telaşıma, şaşkınlığıma, titreyişime, ürpermem, anlamlarını anlamamış kelimelerle yetinmeme, müzakerelerde bulunmama, buhranların yorduğu bir gençlik yaşamama, bilincimi sana yönlendirmeme, sürekli sürekli içmeme, kelimlerin kifayetsiz olma durumuna, vesaireye vesaireye.. İnadıma öfkeleniyorsun. Seni bırakmama, seni özgürlüğüne salmama hiddetleniyorsun. Bu da aşk işte! Bu da entrika! Bu da soysuzlaşmanın, aşkın getirdiği dalaveralarla kendine kilitlenmenin başka bir çeşidi! Peki anahtar nerede sevgilim? ! peki anahtarın üzerindeki yivler kimin eseri? ! Dur, dur, bağırma,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Bunlar da geçecek şüphesiz. Seni unutmama kaç yüzyıl kaldı ki.. bir küsme, bir burulma biçimiyle gidişinin ardından şehrin gri cephelerine fevkalade ağır bir el bombası gibi düşen bunaltının bıraktığı korkunç acının unutulmasına kaç yüzyıl kaldı ki.. Yaralandım. Bütün noktalarımdaki nöbetçiler de yaralandı. Çığrından çıkmış bir ayaklanma gibi ağlamakta yalnızlığım. Bir gerçek aramıyorum felakete. Bir bahne göremiyorum arkadaşlarımın beni teselli etmek için söyledikleri kelimelerin hanesinde. Ama yokluğunu doldurmuyor sevda siyasetinin hançerleri. Ama bilemiyorum yağmurun ardından artık hangimiz suçlanacak.. Eğer hissediyorsan,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Ben sende ardı arkası kesilmeyen bir korku sevdim. Ben bir cüce çocuk sevdim sende sıska. Şiddetli ve hayret uyandıran manevralarla kendi kanına olan saplantılı aşkını sevdim. O rutubet kokan loş yüzündeki kanalizasyonları, az kelimeyle kurduğun cümlelerdeki gizli soru işaretlerini, barlardan çatlak bardak gibi atılmayı beklemeni, serserice patlamalarını, yuttuğun toplu iğneleri ve bir film hilesi hissi uyandıran utangaç hasret pozlarını sevdim. Dokunamadım sana. Parmakuçlarım neşterdi çünkü. Kırılan bir kemiğin sesiyle veda ederken,


Bir nedeni yok. Yalnızca öptüm.


Küçük İskender

11 Temmuz 2021 Pazar

Ahmet Güntan / B’ekliyorum gün-be-gün..

B’ekliyorum gün-be-gün..


Bana esintini yolluyorsun ara ara. Hoş, uzaktan hoş geliyor ya sesin soluğun.

Tıpkı balından koparılmış arıyı şekerle kandırmak gibi birşey bu.

Bu..bu yetmez bana; daha çok konuşmak istiyorum oysa seninle. Kendi iklimimden bambaşka iklimlere götürmeni ve de. İçimde güç gösterisi yapan

amansız kasırganın şiddetinden öfke nöbetleri tutar oldum; sıramı salacağım günün nöbeti. Bütün bu olanların öncesinde

sessizlik vardı elbet. Herneyse girmeyelim bunlara. Bana esintini yolluyorsun ya

ara ara;

daha çok konuşmak istiyorum oysa seninle.


“Anlat ki çözülsün dilim

Ben rüzgârım demeliyim

Rüzgârlığı anlat bana

Senin gibi esmeliyim

Gir içime usul usul..

Beni bu dertten kurtar!”


Dengemi bozdu,

ne zehir zemberek bekleyişlere gark etti beni, şu kendini bilmez

saatl.. Her şeye ilaç olacak yerde,

izbelerle birleşip beni hapsetti yalnızlığıma. Çaresizliğimle drama oynayan çocuk

kesildi başıma adeta.

Meğer

“Bizi zamandan başkası öldürmüyor”

imiş.

Ne kadar hazlansam da sana yetişmek için zaman, kendini o kadar ağırdan alıyor.

Formülle de olmuyor anlayacağın, y..ol eşit değil zamanın hızla çarpışmasına. Şimdi

‘deli bir rüzgâr alsa da aklımı başımdan, savrulsam’

diye diye

‘geçmişte kalan hayallerde ağlarım’.

Mağlup olur gibiyim, çok yara aldım;

ellerim titriyor, ışığı yakıp kapatıyor gözlerimden b’iris-i.

“Kim o densiz” diye sormaya çalışıyor ses tellerim.

Kulağıma çalınan da neyin nesi? Ne anlatmaya çalışıyor allahın ‘baş’ belası’m? Altüst oldu görüntüler; yardım et

Poyraz!

Hızırlan, yetiş -nolur! Korkuyorum; tecellimiz yakın.

Nefesini kesme benden, devam et esmeye.. Vakit dolmak üzere; an kaybediyorum.

Kesme sakın yüreğimden

ne-f..


Bir düşün ortasında bir cümle

“İkilem vardı hayatın sınırlarında”

Bu mevsim bu cümleyle kilitli

Durmadan esen deli bir poyraz gibi

ha durdu ha duracak

Bu mevsime adını veren kim

Rüzgâr mı düş mü gerçek mi


Bir kentin bozkırında yaz mevsimi

Tropikal bedeninden fışkıran yanardağlar

hülyalı bir iklim demem o ki

Eklentilerle bütünlenerek darda kaldıkça

Şaşkınlıkla bakıyorum geçen her anıma

Nasıl diyeyim sanki bir boşlukta

Düşler gerçek boyutlarında


Bu cümlenin ardındaki neydi

Şimdi öldü mü poyraz ölmedi mi

Belki vaktinde bitmesidir

Düşleri gerçek kılan

Çünkü yalnız poyraz değil

Bozkıra bağlanıp parçalanan


Ahmet Güntan

3 Temmuz 2021 Cumartesi

Nina Cassian / GÜZELSİN SEVGİLİM BENİM

 GÜZELSİN SEVGİLİM BENİM

Yağmurun perdesini ellerin geçer, 

Okşar gülüm damlaları ellerin, 

Ellerin incedir Anka'nın sekişinden. 

Güzelsin, sevgilim benim. 

Arıyor ellerin gecenin saçlarında 

Yanıp sönen ve altın hışırtısıyla 

Göğün sessizliğini dağıtan 

Minik yıldızları ... 

Güzelsin, sevgilim benim. 

Kar üstünde dolaşan ellerin, 

iki mavi iz bırakıyor, bir kızak gibi... 

Güzelsin, sevgilim benim. 

Yazla gidiyor ellerin, 

Gagaları açık iki turna sanki 

Akıyor, artık görünmüyor ... 

Nina Cassian (d. 1924) 

Türkçesi: Melike R.oman-Sennur Sezer 

25 Haziran 2021 Cuma

Altay Öktem / Yalnızlık Cinayettir

Arthur Beecher Carles / Silence, 1908


Yalnızlık Cinayettir


kendime kuytu bir ölüm arıyorum yalnızca kendime

düşlerime sokak kedilerinin gözleri giriyor, korkuyorum

boynunu kendi bileğine dolayıp asılan bir adam

kanını sulandırılmamış alkole banan

sokak satıcıları epey bilir bunu yalnızlık cinayettir


yalnızlık cinayettir bütün notalarda, bütün dillerde

bütün hecelerde, “a” sesinde, re minörde, mors alfabesinde

yalnızlık cinayettir kendi tükürüğüyle

ıslanan bedenlerde eski bir kokudur, yalnızca budur


ıslak paspas kokusudur, gece morudur

bileği tahriş olmuş bir kadının dinmeyen korkusudur

ansızın yakalanmasıdır bir kuşun kapana

trenin gecikmesidir istasyona yalnızlık cinayettir


sevişirken kramp girmesidir, ölürken birdenbire

sıçramaktır başka bir zamana, kadeh tutarken

elinin titremesidir, sesinin duyulmasıdır susarken

karnına saplanan bıçağı sevmektir yalnızlık cinayettir


cinnettir


kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok iyi biliyorsun bunu

düşlerime kalabalık bir cadde giriyor. korkuyorum

saçlarını sırtından sallandıran kadınlar kadar

uzayıp gitmesi kadar bir aşkın telaşla

yanlışlıkla, su katılmamış bir sevişmenin ardından

ters yakılması kadar sigaranın, benim kadar

yani ellerim kadar, bedenim kadar, düşüncelerim

sırlarım, kaçışlarım kadar saçmadır yalnızlık cinayettir


cennettir


kendime kuytu bir ölüm arıyorum çok görüyorsun bunu

bütün delillerimi yaktım, beni ötelere götürecek

yollardan zaten uzaktım

her kadına yeni, bir zevk, her kadına

yeni kurulmuş tuzaktım bütün delillerimi yaktım

sonrası yok. sonrası çok gizli bir fotoğrafın arabı

yüzümüz siyah ve anlamsız, dışımız beyaz ve derin

sanki bir diktatör anıtı, kan akıtan bir nehir

işlenmemiş suçlarımız sanki yalnızlık cinayettir


cennettir

cinnettir

cinayettir.


zaman doldu

artık gidiyorum arkama bile bakmadan

arkaya bakmak çok eski huyudur

bazı çirkin adamların

zaman doldu

artık gizlemiyorum kendimi çok kadınla seviştim çoğu buluttu

basbayağı buluttu bildiğimiz buluttu dağılıp gidiyordu ben çoğalttıkça

bir akşam usulca girdim kanıma

kendim karar verdim hep kendim karar verdim

yanlış da olsa sevdim pişman değilim, neden olayım?

bir akşam; üç gün üç gece poker oynamıştım

ne güzel. üç gün üç gece yeterince

içmiştik demek ki onar şişe, belki on beş

yirmi belki de.

abdullah, ah dostum, sevdiğim, çalı yüzlüm abdullah

kaç kurşun sıktı üstüme

yeterince içmiştik. vuramadı

vurdu, ben anlamadım belki de

belki de yavaş yavaş devam ediyorum ölmeye.

Altay Öktem

A. Hicri İzgören / Bir Ömür Yetmez

Bir Ömür Yetmez


Bahtı teninden yanık bir serencamdı

Bir ömrün bana giydirdikleri

Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin

Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı

Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim


Ardımsıra kurallar devriyeler gezerdi

Başım üç numara traş trahomlu gözlerim

Babamın ters-yüz ceketi gibiydi hayat

Acısı bol bir ağıt gibi dururdu bedenimde

Ya da sokaklarıma dar gelirdi.


Parçalanmış bir aynada büyüttüm kendi kendimi

Kurşun eritilirdi başımda okunmuş sular içerdim

Boynumdaki muskaya havaleydi bütün hâllerim


Hem takdir hem tekdirlik bir mektepliydim on beşimde

Yağmurlar ve şarkılar kardeş gibiydi

Şarapla tanıştığım rüzgâra bulaştığım bir takvimdi

Hepsi bir şiirin eskizleriydi belki

Sonraki yaralarıma sargı bezleri


Ten çıra olmamıştı yazgım henüz bakirdi

Giz yüzle tanıştı sonra boynunu sıktı muska

Bir tren yolculuğunda bozdum bekâretini


Sonrası âhir zaman kahır mevsimi

Yenildiğim yıllardı kapılar kilitliydi

Rüzgârsız kaldım dilim paslandı otuzumda

Tezgahlarda boylu boyunca ertelendim yarına

Gözlerinin düsturuyla kırdım gecenin çemberini

Kaç arkadaş daha silindi kütüğünden

Notalara söz oldular şiirlerle kutsandı isimleri


Kırk kere bozmuştum tövbemi kırkıma geldiğimde

Sığınacak bir dergâhım da yoktu üstelik

Biraz daha büyütmüştüm yaramı

Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri

Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir

Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri

Kutlu bir mirastır elbet

Bir ömür yetmez anladım

Yazmak için bütün sen’leri


A. Hicri İzgören

Heinrich Heine / LORELEI

🎨 Ivan Ayvazovski 


LORELEI

Bilmem ki ne mana vermeli?

Beni böyle mahzun eden 

Eski efsanelerden biri,

Çıkmaz oldu düşüncemden.


Hava serin, kararmak üzeredir;

Ren nehri akmakta sakin sakin;

Parıldayan dağın zirvesidir 

Işığında akşam güneşinin.


Dilber peri kızı çıkmış oturmuş 

Tepeye, üstünde bütün ziyneti, güzelliği;

Altın başına ışıklar düşmüş;

Tarıyor altın örgülerini.


Bir yandan altın tarakla taranırken 

Bir yandan da şarkı söylüyor 

Şarkının cana can katan, alıp götüren 

Bir ahengi var ki dayanılmıyor.


Kayıkçı, içinde küçük bir kayığın;

Amansız bir acı sarmış içini;

Farkında değil yaklaşan kayalıkların 

Tepeden ayıramıyor gözlerini.


Derler ki gömülür dalgalara 

Sonunda kayıkçı da tekne de 

Ve bunu şarkılarıyla 

Lorelei yaptı gene.


Heinrich Heine (1797-1856)

Türkçesi: Dora Güney-Necati Cumalı

23 Haziran 2021 Çarşamba

Friedrich Hölderlin / YURT

 
İvan Ayvazovski / Gece Karadeniz, 1876

YURT

Şendir dönüşü gemicinin yuvaya sakin akıntının üstünde,
Uzak adalardan, bereketli olmuşsa hasadı;
Öyle dönerdim ben de yurda, toplayabilseydim 
İyilikleri acılar kadar.

Siz sevgi kıyılar, beni yetiştiren bir zamanlar,
Dindirirmisiniz acılarını sevginin, vaat edermisiniz 
Siz gençliğimin ormanları, geldiğimde 
Huzuru yeniden bana?

Serin dere kıyısına, dalgaların oyunlarını,
Akıntının yanma, kayan gemileri gördüğüm,
Varırım hemen şimdi ve sararsınız beni,
Ki sarmalanmış gibi sağala yüreğim,

Siz sadıklar! Ama bilirim, bilirim,
Çabuk sağalmaz bu sevgi acım benim,
Söylemez hiçbir umut şarkısı bu, avunan
Ölümlülerin söylediği gibi gönülden bana.

Çünkü onlar, bize göksel ateşi ödünç verenler,
Tanrılar, kutsal toprağı da bağışlar bize.
Kalsın bu öyleyse. Bir oğlu gibiyim ben 
Yeryüzünün: Sevmek için yaratılmış, acı çekmek için.
Friedrich Hölderlin (1770-1843)
Türkçesi: Oruç Aruoba

Antonio Jacinto / MONANGAMBA


MONANGAMBA (*4)


Bu koca çiftlikte ekinleri yağmur değil 

alın terim sular

Bu koca çiftlikte olgun kahve 

kırmızı kiraz var

kanım damla damla besledi özsularını.

Kahve kavuracak 

ezilip, öğütülecek 

kararacak, kararacak; ırgatın kara 

rengini alacak 

Irgatın kara rengini!


Şakıyan kuşlara sor

tasasız, kıvrılıp akan ırmaklara

ve içerden içerden esen rüzgâra:

kim kalkar erkenden? kim yollanır tarlaya?

Kim taşır ağanın tahterevanım (*5) uzun yollarda?

Ürünü devşiren kimdir, parasını alan kim?

Kim yaşar kokmuş mısır, kokmuş balık ve aşağılanmayla 

paçavralar için 50 anglores(*6) gündelikle 

ya kim yer sopayı karşı çıkınca?

Kim?

Kim büyütür darıyı 

ve çiçeklendirir portakal bahçelerini?

-Kim ?


Ağaya, otomobiller, araçlar makineler, 

metresler ve bir sürü zenci tutması için 

parayı kim sağlar? 

kim zenginleştirir beyaz adamı 

kim şişirir göbeğini ve cüzdanını?

-Kim ?


ve şakıyan kuşlar 

tasasız akan ırmaklar 

ve içerden esen rüzgâr 

yanıtlayacaklar:


Gamba kopuklarımı 

(— Monangämbeeeee...)


Ah! bırakın hurma ağaçlarına tırmanayım hiç olmazsa 

bırakın çekeyim , çekeyim hurma şarabını 

sarhoşluğumda boğulup, UNUTAYIM 

— Gamba kopuklarımı 

(— Monangämbeeeee...)


Antonio Jacinto (1924)

Türkçesi: Özdemir İnce


(*4) Motıangamba: Gamba çocukları.

(*5) Tipoye: İki kölenin, üzerinde Çeyaz Adamı taşıdıkları iskemle (aslında).

(*6) Anglores: Angola parası.

22 Haziran 2021 Salı

Antonio Jacinto / XILOANGO

XILOANGO


Bu ırmak

bu ırmak uzaklara gider 

öyle uzun ve uzak


Bu ırmak

bu ırmak hayatımızdır bizim 

öyle kısa ve çıplak


Bu ırmak

bu ırmak umudumuzdur bizim 

öyle uzun ve gerçek


Anlamı ne bu ırmağın 

ve suları kırıştıran rüzgârın?

Anlamı ne hayatımızın 

ve açmayan çiçeklerin?

Anlamı ne bu uzaklığın

anlamı ne hiç devşirilmeyen gerçekliğin?


Ah anlamı ne 

anlamı ne umudumuzun 

o ölümsüz su zambağının 

yükselen ırmağın üzerinde 

çiçeklenen bir gülümseme halinde!


Ne anlamı var 

bir bakışı

ay ışığının gülleriyle aydınlanan

ve ırmakta kalan

ışığın.


Antonio Jacinto (1924)

Türkçesi: Özdemir İnce

Agostino Neto / AYRILIK ÖNCESİNDE VEDA

AYRILIK ÖNCESİNDE VEDA 


Anacığım !

Öldürdüler evlatlarını senin 

Ve sabretmeyi öğrettiler sana.


Anacığım !

Yılları senin yaşamının 

benziyor birbirine 

mezar taşları gibi,


Ve acı çekmeyi öğrettiler sana 

umut bağlayıp göklere.


Fakat senin evlatlarının

daha başka oldu yazgısı

Çatladı sabır taşı

ve çatladı

tohumu acının

ve öfke ağacı fışkırdı ondan.

Ve göklere bağlanan umudun 

sonu geldi.


Umut biziz, kendimiz!


Biz ki dünün

Köleleri;

çıplak ırgatlar

kahve plantasyonlarında:

Biz ki aç her zaman, 

her zaman susuz, 

biz ki aydınlıktan 

yoksun; 

kör, cahil,

ve bildiğimiz tek okul 

efendilerimizin buyruğu...


Korkardık

yürümekten toprak üstünde 

allında atalarımızın yattığı; 

severdik, seni 

hırsızlama

bir başkasının malını çalar gibi; 

seni biz, ana diye 

çığırmaya korkardık...


Anacığım, yurdum!

Şimdi değiştik artık.

Kendimiz kurtardık 

boynumuzu boyunduruktan 

Ve dönüşü yok artık bu yolun.


Yaşamdan korkmuyoruz

bu, ölümden de korkmuyoruz demektir

Biziz umudu

Angola’nın

Ve bizim savaşımız

sana mutluluğu getirecektir!


Agostino Neto (1922-1979)

Türkçesi: Ataol Behramoğlu

21 Haziran 2021 Pazartesi

Friedrich Nietzsche / İŞARET ATEŞİ

İŞARET ATEŞİ


Burada, adanın denizlerin ortasında çıkıverdiği, 

bir kurban taşı gibi birdenbire yükseldiği yerde, 

burada, kara göklerin altında tutuşturuyor 

Zerdüşt koca ateşini,

yollarını kaybetm iş gem icilere işaret ateşi, 

bir cevap verebileceklere soru işareti...


Beyaz-gri karınlı bu alev 

-arzulaması yalıyor soğuk uzaklıkları, 

hep daha arı yüksekliklere uzatıyor boynunu sabırsızlıkla dikelmiş bir yılan: 

bu işareti takıyorum kendi kendime.

Benim ruhumdur bu alev:


Kanmazca susuz hep yeni uzaklıklara, 

durgun yalazını fırlatıyor, yukarlara.

Ne demeğe kaçtı Zerdüşt hayvandan da insandan da?

Ne demeğe bıraktı sağlam karalan?

Altı yalnızlığı tanımıştı bile

ama yetmedi ona denizin yalnızlığı,

ada bıraktı tırmansın, tepe bıraktı yansın, alev olsun,

bir yedinci yalnızlığı, yukarıya,

attı şimdi oltasını arayışla,

Ey yollarını kaybetmiş denizciler! Ey sönmüş yıldızların artıkları! 

Siz ey geleceğin denizleri! Ey keşfedilmemiş gökler!


İşte atıyorum bütün yalnızlara oltamı: 

bir cevap verin alevin sabırsızlığına, 

yakalayın bana, yüksek dağlarda bekleyen balıkçıya 

yedinci, sonuncu yalnızlığımı!


Friedrich Nietzsche (1844-1900)

Türkçesi: Oruç Aruoba