Öne Çıkan Yayın

Nazım Hikmet / CEVAP

  CEVAP  O duvar o duvarınız,                 vız gelir bize vız! Bizim kuvvetimizdeki hız, ne bir din adamının dumanlı vaadinden, ne de bir...

5 Mart 2018 Pazartesi

ÇÜRÜMENİN KİTABI~Emil Michel CİORAN (KAYGILARINDAN KURTULMUŞ ŞEYTAN, ÇEVREDE GEZİNTİ, HAYATIN PAZARLARI, İSTİFA)

ÇÜRÜMENİN KİTABI

KAYGILARINDAN KURTULMUŞ ŞEYTAN

Niçin Tanrı o kadar soluk, o kadar dermansız ve o kadar vasat bir çekiciliktedir?
Niçin ilginçlik, tutarlılık ve güncellikten yoksundur ve
bize o kadar az benzer? Bundan daha az insan biçimli ve bundan daha
ucuz bir biçimde uzak bir imge var mıdır? Bu kadar soluk parıltıları
ve bu kadar sallantılı kuvvetleri nasıl yansıtabilmişizdir O'na? Enerjilerimiz
nereye akıp gitmiştir? Arzularımız nereye boşalmıştır? Hayat
veren küstahlık fazlamızı kim alıp götürmüştür peki?
     Şeytan'a doğru mu döneceğiz? Fakat ona dua etmeyi becerernezdik:
Ona tapmak, içe dönük bir biçimde dua etmek, kendimize dua etmek
olurdu. Apaçık gerçekliğe dua edilmez: Kesin, tapınma nesnesi
değildir. Tüm özniteliklerimizi kendi benzerimize yüklemişizdir ve
görkeme benzer bir süs vennek için onu karalarla örtrnüşüzdür: Yas
giysilerine bürünmüş hayatlarımız ve meziyetlerirnizdir o. Önde gelen
niteliklerimiz olan kötülük ve sebatla donatarak benzerimizi mümkün
olduğu kadar canlı kılmaya uğraşırken tükenmişizdir; onun sureli
ne şekil verirken, onu çevik, oynak, zeki, müstehzi, özellikle de sinsi
kılmaya çabalarken güçlerimiz helak olmuştur. Tanrı'ya şekil vermek
için elimizin altında bulunan enerji stokları bir hiç haline gelmiştir. O
zaman, muhayyileden ve içimizde kalan azıcık kandan medet urmmu-
şuzdur: Tanrı, kansızlığımızın ümidi olabilirdi ancak: Sallantılı ve
çarpık bir suret. O yumuşak, iyi, yüce ve doğrudur. Ama aşkınlığa
hapsedilmiş bu gülsuyu kokulu karşımda kendini bulan var mıdır ki?
İkiyüzlü olmayan bir varlık, derinlik ve gizem noksanlığı çeker; hiç­
bir şey gizlememektedir. Yalnızca murdarlık gerçeklik işaretidir.
Azizlerin ilginçliklerini tamamen yitinnemiş olmaları da, yüceliklerine
romanın kanşmasından ve ebediyetlerinin biyografiye elverişli olmasındandır;
yaşamları, bizi zaman zaman büyüleyebilen bir tarz için dünyayı terk ettiklerini gösterir ...
     Hayatla dolup taştığı için, Şeytan'ın hiçbir sunağı yoktur: İnsan
kendini Şeytan'da çok fazla bulduğu için O'na tapamaz; ondan bilerek
nefret eder; kendinden yüz çevirir ve Tanrı'nın yoksul vasıflannı ayakta
tutar. Ama Şeytan bundan şikayetçi değildir ve bir din kurmaya hiç
heveslenmez: Zayıflatılmamasını ve unutulmamasını temin etmek
için burada değil miyiz biz?

ÇEVREDE GEZİNTİ

Varlıkları bir çıkar ve ümit cemiyetine hapseden çemberin içinde, serap
düşmanı ruh kendine merkezden çevreye doğru bir yol açar. İnsanların
uğultusunu yakından işitmeye artık tahammül edememektedir;
onları birbirine bağlayan lanetli simetriye mümkün olduğu kadar
uzaktan bakmak istemektedir. Her tarafta şehitler görür: Kimileri gö­
rünür ihtiyaçlar adına, kimileriyse denetlenemeyen gereklilikler adına
kendilerini feda ediyorlardır; hepsi de adlarını bir kesinliğin altına
gömmeye hazırdırlar; bunu hepsi başaramadığından da, çoğu, düşledikleri
kan fazlasının kefaretini bayağılıklarıyla öderler. .. Hayatları,
istifade edemedikleri uçsuz bucaksız bir ölme özgürlüğünden ibarettir:
Tarihin ifadesiz kurban töreni, toplu mezar, onları yutar.
     Fakat ateşli bir ayrılık taraftarı olan kişi, güruhların musallat olmadığı
yollar arayarak en kenara doğru çekilir ve çemberin kenar çizgisi
üzerinde. vücuda tabi olduğu sürece aşamayacağı o çizgi üzerinde
ilerler; bununla birlikte bilinç, varlıksız ve nesnesiz bir sıkıntının
içinde tamamen saf olarak daha uzaklarda süzülür. Artık acı çekmi
yordur, kişiyi ölmeye davet eden bahanelerin üzerindedir ve kendini
taşıyan insan'ı unutur. Bir halisünasyon içinde algılanan bir yıldızdan
daha gerçekdışı bir halde, bir yıldızın fırdöndüsüne benzer bir durum 
önerir - ruh ise, bayatın çevresinde, daima sadece kendisiyle ve boş­
luğun çağnsına cevap vermedeki güçsüzlüğüyle karşı karşıya kalarak
gezinmektedir.

HAYATIN PAZARLARI

Pazar öğleden sonraları aylarca uzasaydı, ter dökmekten kurtulmuş,
ilk lanetin ağırlığından sıyrılıp hafiflemiş olan insanlık nereye varırdı?
Yaşanmaya değer bir tecrübe olurdu bu. Tek eğlencenin cinayet
olacağı; sefahatın yürek temizliği, naranın melodi, sırıtmanın şefkat
halinde görilneceği hayli muhtemel. Zamanın sınırsızlığı duygusu,
her saniyeyi dayanılmaz bir azaba, darağacına çevirirdi. Şiirle dolu
yüreklere şevksiz bir yamyamlık, bir sırtlan hüznü yerleşirdi; kasap
ve cellatlar bitkin düşüp tükenir, kiliseler ve genelevler iç çekişlerle
dolardı. Bir Pazar öğleden sonrasına dönüşmüş evren... sıkıntının
tasviridir bu -evrenin de sonu... Tarih'in üzerinde sallanan laneti kaldırın:
O anda kendini iptal eder, tlpkı mutlak bir tatil içinde varoluşun
kendi kurgusunu sergilemesi gibi... Gayret, hiçliğin içinde mitosları
inşa eder ve sağlamlaştırır; bu temel sarhoşluk, "gerçekliğe" dair
inancı kışkırtır ve ayakta tutar; oysa salt varoluşu seyre dalma, hareket
ve nesnelerden bağımsız seyre dalma, ancak olmayan'ı özümler ...
     Uğraşsızlar uğraşlılardan daha çok şeyi kavrarlar ve daha derindirler:
Ufuklarına sınır çeken hiçbir meşgale yoktur; sonsuz bir Pazar
günü doğmuş olan onlar, seyrederler ve kendilerini seyrederken seyrederler.
Tembellik, fizyolojik bir kuşkuculuktur, tenin şüphesidir.
Aylaklığa batmış bir dünyada bir tek uğraşsızlar katil olmazlardı. Fakat
insanlığın bir parçası değildirler ve ter dökmeyi bilmediklerinden
ötürü Hayat'ın ve Günah'ın sonuçlarına katlanmadan yaşarlar. Ne iyilik
ne de kötülük yaptıkları için insanlık sarasının seyircileri olan
onlar- bilinci boğan çabalara, zamanın haftalarına burun kıvırırlar.
Bazı öğleden sonraların sınırsız ölçüde uzamasından niye ürksünler
ki? Kabalık ölçüsünde basit ve besbelli şeyleri savunmuş olmanın
pişmanlığını duyarlar yalnızca. Bu dunımda, hakikat içinde umarsızca
saplanıp kalmak onları, ötekileri taklit etmeye ve küçültücü bir biçimde
meşgalelerin çekiciliğine kapılarak gönül eğlendirmeye sürükleyebilir.
Cennetin mucizevi kalıntısı olan tembelliği bekleyen tehli"ke 
budur. 
     (Aşkın tek işlevi, bizi bir haftalığına -ve sonsuza dek- yaralayan
ölçüsüz ve acımasız Pazar öğleden sonraları na dayanmamıza yardım
etmesidir.
     Atadan kalma kasılmaların sürükleyiciliği olmasa. binlerce göz
gerekirdi bize, saklı gözyaşlarımız için; ya da yenecek tırnaklar, kilometrelerce
tırnak ... Artık akmayan bu zaman başka türlü nasıl öldürü­
lür? Bu bitmez tükenmez Pazarlar'da var olma acısı kendini tümüyle
gösterir. Bazen bir şey içinde kendimizi unutmayı başarırız; ama dünya
içinde kendimizi nasıl unutabiliriz? Bu olanaksızlık o acının tanı­
mıdır. Bu acının yakaladığı kimse hiçbir zaman iyileşmeyecektir, evren
tamamıyla değişse bile. Değişmesi gereken yüreğidir, oysa yürek
değişmez; onun gözünde, varolma'nın da tek bir anlamı vardır: Acısı­
na gömülmek - gündelik bir nirvanaya varma talimi onu gerçeksizliğin
algısına yüceltene dek ... )

İSTİFA

Bir hastanenin bekleme salonundaydım: Yaşlı bir kadın bana dertlerini
anlatıyordu... İnsanların tartıştıkları şeyler, tarihteki kasırgalar -
onun gözünde bir hiçtiler: Zaman ve mekan içinde bir tek onun derdi
hüküm sürüyordu. "Yemek yiyemiyorum, uyku uyuyamıyorum, korkuyorum,
mutlaka cerahat var," diye sıralıyordu, dünyanın kaderi buna
bağlıymış gibi çenesini sıvazlayarak... Tiridi çıkmış, çenesi düşük
bir kadının kendine dikkat edişindeki bu aşırılık, önce beni dehşetle
tiksinti arasında kararsız bıraktı; sonra, sıra bana gelmeden hastaneden
çıktım gittim, ağrılarıma ilelebet sırtçevirmeye karar vermiştim...
     "Her bir dakikamın elli dokuz saniyesi," diye söylendim sokaklarda,
"acıya ya da... acı fikrine vakfedilmiş. Keşke bir taş olabilseydim!
'Yürek': Bütün azapların kökeni... Nesneye imreniyorum... maddenin
ve donukluğun lütfuna... Küçük bir sineğin gelgiti bana kıyamet bir iş
gibi görünüyor. Kendinden çıkmak günah işlemektir. Rüzgar, havanın
çılgınlığı! Müzik, sessizliğin çılgınlığı! Bu dünya hayatın önünde
pes ederek hiçliğe karşı kusur işlemiştir... Hareketten ve rüyalarımdan
istifa ediyorum. Namevcudiyet! Tek zaferim sen olacaksın... 'Arzu',
sözlüklerden ve ruhlardan hepten silinsin! Yarınların başdöndürü­
cü şakası önünde geriliyorum. Ve bazı ümitlerimi hala muhafaza etsem
dahi, ümit etme melekemi hepten kaybettim."
Emil Michel CİORAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder